TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
1980'lerin sonlarına gelindiğinde Belçika ve İtalya'da kamu borcunun milli gelire oranı (borç oranı diyelim) yüzde 100'ler dolayındaydı. Bu ülkelerin borç vadeleri borç oranları daha düşük olan gelişmiş ülkelerin vadeleri ile karşılaştırıldığında daha kısaydı. Borçlanma faizleri de 'normal'in biraz daha üzerindeydi. Bu 'sorunlara' karşın, o tarihlerde bu ülkeler için 'kriz kapıda' yorumları yapılmıyordu.Türkiye'de en yüksek borç oranı yüzde 105 ile kriz sonrasında görüldü. Belçika ve İtalya'dakinin tersine, kriz sonrası temel gündem maddemiz "Hazine bugünkü itfasını acaba gerçekleştirebilecek mi?" sorusuna yanıt aramaktı. Dünyanın dört bir yanından borcumuzun neden sürdürülebilir olmadığına dair raporlar yağıyordu. Had safhaya ulaşan sürdürülebilirlik kaygıları Hazine'nin kredi riskini (iflas riskini) en üst düzeyde tutuyor, dolayısıyla da Hazine yeni borçlanmalarında çok yüksek reel faiz ödemek zorunda kalıyordu.Benzer zorluklarla sadece biz boğuşmadık. 2000'lerin başlarında Arjantin ve Brezilya gibi ülkeler de bu sorunlarla hop oturup hop kalktılar. O zaman şu soruya yanıt bulmak gerekiyor: Aynı düzeydeki borç oranı neden gelişmiş ülkelerde sorun yaratmıyor da gelişmekte olan ülkelerde derin sarsıntılara yol açabiliyor?Bu önemli sorunun yanıtı fon ihtiyacı içinde olan kesimlere (borç arayanlara) bu ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde fon olup olmaması ile ilgili. Bu ihtiyaçlar temelde iki kaynaktan karşılanacak. Bunların ilki yurtiçi fonlar. Yurtiçi fon havuzu ne kadar su (fon) ile doluysa, borç peşinde olanların fon bulması o kadar kolay olacak. Fon havuzunun teknik ismi ise mali piyasalar. Yani, mali piyasalar ne kadar derinse, fon ihtiyacı o kadar rahat giderilebilecek.İkinci fon kaynağı ise küreselleşme ile birlikte giderek daha fazla önem kazanıyor. Yurtdışında fon fazlası olan kesimlerin fonları bu ikinci kaynağı oluşturuyor.Gelişmekte olan ülkeler ilk kaynak dikkate alındığında gelişmiş ülkelere kıyasla daha kötü durumdalar. Diğer bir deyişle, mali piyasaları genellikle sığ; yurtiçi fon havuzunda fazla su yok. Bir fikir vermek için Türkiye'yi AB üyesi ülkelerle karşılaştırıcı bir iki rakam vereyim: 2005 yılında bizim mali sistemimizdeki toplam mevduatın GSMH'ya oranı yüzde 52. AB'ye üye 25 ülkenin ortalaması ise yüzde 104. Bizim tam iki katımız. Mesela, Belçika'da bu oran yüzde 154 düzeyinde. Bankacılık sektörümüzün bilanço büyüklüğü milli gelirin yüzde 87'ymiş 2006 yılında. Bu oran İtalya'da yüzde 180 dolaylarında.Yurtiçi mali sistemin büyüklüğü açısından bakıldığında, yukarıda sorduğumuz soruya bir yanıt verebiliyoruz. Aynı düzeydeki borç oranı gelişmiş ülkelerde sorun olmazken bizde sorun oluyor, çünkü bizim gibi ülkelerin mali piyasaları oldukça sığ. Kamunun fon ihtiyacı giderek artıyorsa, havuzdaki suyun yeterli olmayabileceği kaygısı artıyor. Öte yandan da, havuzdaki su sahipleri, o suyu vermek için daha fazla faiz talep ediyorlar.Ama sermaye hareketlerinin son derece serbest olduğu günümüz koşullarında fon ihtiyacı yurtdışı piyasalardan da karşılanabilir. Bu durumda, yurtiçi mali piyasaların sığlığının doğurduğu kısıt ortadan kalkmıyor mu?Sadece bir miktar kalkıyor. Gelişmekte olan ülkeler genellikle daha riskli ülkeler. Ekonomilerinin işleyiş biçimi, daha önemlisi ekonomik kurumları gelişmiş ülkelere kıyasla farklı. Bu tür ülkelere yatırım yapmak daha özel bilgi (malumat) gerektirebiliyor. Dolayısıyla daha özel yatırımcı ile karşı karşıya kalıyor gelişmekte olan ülkeler. Bu da ikinci kaynağın daha kısıtlı olması anlamına geliyor.Şüphesiz, özellikle yükselen piyasa ekonomileri son yıllarda ekonomilerini güçlendirme yönünde büyük adımlar attılar. Bu adımlar bu tür özel malumat gereksinimini azalttı. Öte yandan aynı dönemde küresel likidite de çok arttı. Ama işin özü değişmiyor.Özellikle onlarca yıl Türkiye gibi sayısız sorun biriktirmiş ve bir krizden öbürüne sürüklenmişseniz bu sicilinizi bir çırpıda temizlemek mümkün olmuyor. Temizlik, zaman gerektiriyor. Faiz dışı fazla hedefinin milli gelire oranla yüzde 5.5 olarak açıklanmasını bu çerçevede ele almak gerekiyor. O da yarına kalsın.
Bu köşe yazısı 21.10.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Fatih Özatay, Dr.
29/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024