TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Yoksa sağcı Erdoğan'ın Tahran'da ne aradığı herhalde açık olmalı. Öyle değil mi, efendim? Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin geçici üyelerinden biri. Üstelik NATO üyesi bir ülke. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, üstüne üstlük, İran'ın da komşusu. Şimdi bu şartlar altında, yanı başımızda bela varken, Tayyip Bey Tahran'a gitmeyip de nereye gidecek? Solcu Lula'nın Tahran'da ne aradığını sorgulayabilirsiniz. Ama Tayyip Erdoğan'ın oradaki varlığını galiba sorgulamamak gerekir. Gelin bakın neden öyle gerekir? Tahran'da olup biteni bir de benden dinlemek isteyenleri aşağıya bekleriz efendim. Türkiye, İran sınırı yüzyıllardır değişmedi. Neden değişmedi? Bir dostluk ve barış sınırı olduğu için mi? Yok canım, ülkeler arasında öyle şeyler dün de olmazdı, bugün de yok. Türkiye-İran sınırı bir denge sınırı olduğu için yüzyıllardır hiç değişmedi. Şimdi Türkiye, İran'ın nükleer silah sahibi olmasını ister mi? Zinhar, istemez. Kimseninkini istemez ama İran'ınkini hiç istemez. O vakit İran'ın, bizim de ikamet etmekte olduğumuz bu mahallede yürüyüşü değişir. Biz de bundan mutlu olmayız. Peki, bunu engellemek için sınırlarımızın dibinde sıcak çatışma ister miyiz? Onu da istemeyiz. Irak'ta olanlardan az çekmedik; hâlâ da çekmiyor muyuz? İran'ın sıcak bir çatışmadan; bu nükleer sevdadan vazgeçirilmeye çalışılması bölge ve Türkiye için iyi değildir. Ama İran bu amaç etrafında angaje edilemezse olacak olan herhalde budur. Bu da kötüdür. Peki, bu durumda ne isteriz? Diyalog kanallarının açık olmasını, birbirine güvenmeyenlerin masaya oturup konuşmasını isteriz elbette. Birbirine güvenmeyenlerin birbirine güvenmesi için ortam oluşturmaya önem veririz. Bunu için her iki tarafın da arkadaşı bir üçüncü taraf gerekiyorsa, işte o role de soyunuruz. İşte, solcu Lula ile sağcı Erdoğan'ın kaderini İran konusunda kesiştiren, onları Tahran'da bir araya getiren tam da budur. Türkiye ve Brezilya bir nevi güven artırıcı bir süreci işletmeye çalışmaktadırlar. İşleyen sürecin bizatihi kendisi önemli değildir. Nükleer takasın kendisi bir çözüm filan değildir. Nükleer takası kullanmak gerekir. İşleyen sürecin masada bir başka ve daha geniş kapsamlı pazarlığın kapısını aralaması ihtimalidir herkesi heyecanlandırması gereken. Pazarlığın konusu elbette nükleer silahlanma olmalıdır. İran'ın sivil amaçlarla nükleer teknolojiyi kullanmasını engellemek anlamlı değildir. Özellikle küresel iklim değişikliği tartışmaları ve de fosil yakıtların buna katkısı bu kadar gündemde iken, birilerine "Nükleer enerjiyi de kullanmayıver" demenin anlamı yoktur. Ancak İran'ın da nükleer teknolojiyi nasıl kullanmakta olduğu konusunda herkesi ikna etmesi gereği de ortadadır. Unutmayalım ki bu teknoloji, ulusal ölçekte bakıldığında, en fazla kamu düzenlemesine ve en yakın kamusal denetime tabi olması gereken bir teknolojidir. Nükleer enerji kullanan (diğer) ülkelerde, uranyumu çıkarmaktan zenginleştirmeye, yakıtı kullandıktan sonra nasıl saklanacağına kadar her konu ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiş durumdadır. Çünkü nükleer teknoloji türümüz için tehlikelidir. Enerjiyi elde etmenin yolu kontrollü bir atom bombası patlatmaktır. Eh, bu da azıcık sağlığa zararlıdır. Unutalım terörü, barışçısı bile dikkat gerektirmektedir. Bu çerçevede, İran'ın amacının barışçıl olduğu konusunda herkesi ikna etmesi ve de elindeki yakıtı nasıl kullanacağını açıklaması, bu karşılıklı güvensizlik ortamında bir zorunluluktur. Nükleer değer zincirinin her aşamasının şeffaf olması ulusal düzenlemelerin özünü teşkil etmektedir. Bu çerçevede, güzel mavi küremizdeki herkes bu konuya paydaştır. Her sürece karışılabilir. Açıktır ki fazladan bir ülkenin daha nükleer silaha sahip olmasını engellemek, bölgeyi nükleer silahlardan arındırma amacından daha önemli ve öncelikli olmak zorundadır. "Önce bölge nükleer silahlardan arındırılsın, ondan sonra İran'ın da bombası olmasın" demenin ise hiçbir anlamı yoktur. Neden yoktur? Ortadaki zaman uyumsuzluğu problemi nedeniyle yoktur. Siz kocaman hedef için çalışırken, bombayı yapıverirler. Kötü olur. Peki, bu çerçevede nükleer takas meselesi nedir? Gelin bir üstünden gidelim: Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio da Silva ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan geçen pazartesi günü Tahran'a giderek bir nükleer takas anlaşması imzaladılar. Amerikan New York Times gazetesinden Thomas Friedman bu üç liderin bir araya gelmesinden neden hoşlanmadığını anlatıyordu iki gün önceki yazısında. Yazıyı, International Herald Tribune'de, Ahmet Davutoğlu ve Celso Amorim'in takası anlatan ortak yazısının tam üzerine basmışlardı evvelki gün. Nükleer takas fikrinin babası sayılan, konuyu en başta gündeme taşıyan, Uluslararası Atom Enerjisi Komisyonu'nun eski başkanı Mısırlı Muhammed El Baradey ise anlaşmanın 'güven artırıcı bir önlem olarak' neden önemli olduğunu anlattı Fransız haber ajanslarından birine. Baradey'in söylediği önemliydi. Nükleer takas, İran'ın, elinde bulunan 1200 kilo az zenginleştirilmiş uranyumu Türkiye'ye toptan teslim etmesine, bunun karşılığında bir yıl içinde nükleer yakıt olarak kullanılabilecek 120 kilo zenginleştirilmiş uranyumu teslim almasına verilen isim. Türkiye, böylece, Batı ile İran arasında aracılık yapıyor. İran'ın elindeki nükleer yakıt olarak kullanılmak için yeterince zenginleştirilmemiş uranyumu alacağız. Bir nevi yed-i emin olarak alacağız. Karşılığında İran'a Batı'nın zenginleştireceği uranyumu vereceğiz. Elimizdeki emaneti de Batı'ya teslim edeceğiz. Bu arada İran 120 kilo nükleer yakıt olarak kullanılabilecek uranyumu ne yapacağını da anlatacak. Sonunda ne olacak? Şeffaflık olacak. Taraflar karşılıklı konuşmuş olacak. Herkes, ama esas olarak İranlı dostlarımız sözlerini tutarlarsa karşılıklı güven oluşumuna katkıda bulunmuş olacaklar. Kötü olmayacak. İyi olacak. Yoksa sonuçta İran'ın nükleer programı bitmeyecek, bölgedeki ve de dünyadaki endişe de sona ermeyecek. Ama sürecin nükleer enerjinin niteliği gereği 'esrarlı' olan görünümü azıcık değişecek. İran nükleer silahsızlanma konusunu konuşmak için masaya doğru bir adım atmış olacak. İran, dünyayla ve uygarlıkla masaya oturacak. Ne olsa, konuşmak kavgadan iyidir.
Bu yazı 29.05.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.