TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Yüzde 50'nin üzerinde seçmen desteğine sahip bir Cumhurbaşkanı ile yüzde 35-40 seçmen desteğine sahip bir Başbakan'ın, kriz olmaksızın birarada yaşamaları uzak bir ihtimal olarak değerlendirildi.
ANKARA - TEPAV, anayasa değişikliğine gidilmeksizin yapılacak bir Cumhurbaşkanlığı seçiminin kriz yaratacağına dikkat çekerek, "Yüzde 50'nin üzerinde bir seçmen desteğine sahip bir Cumhurbaşkanı ile yüzde 35-40 seçmen desteğine sahip bir Başbakanın, ayrı dünya görüşlerine sahip olmaları durumunda, kriz olmaksızın bir arada yaşamaları uzak bir ihtimaldir" dedi.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Levent Gönenç tarafından hazırlanan "Türkiye'de Hükümet Sistemi Tartışmalarına Kısa Bir Bakış ve Mevcut Hükümet Sisteminin Niteliği" başlıklı politika notu yayımlandı.
Not'ta Türkiye'de hükümet sistemi tartışmalarının 1982 Anayasası'nın yürürlükte olduğu dönemde gündemden hiç düşmediği hatırlatılarak, "Özellikle koalisyon hükümetlerinin iktidarda olduğu dönemlerde, anayasal sistem krizlerle çalışamaz hale geldiğinde parlamenter sistemin terkedilmesi, başkanlık veya yarı-başkanlık sistemine geçilmesi gerektiği yönünde görüşler sıklıkla ve yoğunlukla ifade edildi" denildi. 2007 yılında halkoylamasında kabul edilen anayasa değişikliğiyle Türkiye'de başkanlık sisteminin en temel unsurlarından biri olan devlet başkanının halk tarafından seçilmesi kurumunun kabul edildiği ifade edilen çalışmaya, şöyle devam edildi:
"2007 anayasa değişikliği Türkiye'de bugüne kadar yapılan hükümet sistemi değişikliği tartışmalarının bir ürünü veya sonucu değildir. Üzerinde düşünülmüş taşınılmış, sonuçları farklı boyutlarıyla değerlendirilmiş bir hükümet sistemi tasarımı olmaktan çok, siyasal tepki ve stratejilerin; 'Bu işi parlamentoda çözemiyorsak sandıkta çözeriz' şeklindeki bir düşüncenin yansımasıdır. Topyekun bir hükümet sistemi tasarımı yerine, hükümet sistemine ilişkin bu tür bir kısmi anayasa değişikliğinin yol açabileceği sorunlar, konuyu anayasa mühendisliği açısından değerlendirdiğimizde daha net görülebilecektir."
Başkanlı Parlamenter Sistem
TEPAV'ın çalışmasında, "2007 değişikliği sonrasında ortaya çıkan sistem bir parlamenter sistem değildir, çünkü devlet başkanı halk tarafından seçilmektedir; bir yarı-başkanlık sistemi de değildir, çünkü cumhurbaşkanının mevcut yetkileri yarı-başkanlık sistemindeki bir cumhurbaşkanınki kadar fazla değildir" denilerek, sisteme "başkanlı parlamenter sistem" ismi verilebileceği açıklandı. Değerlendirmeye şöyle devam edildi:
"Başkanlı parlamenter sistemde, halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı, kabinenin kompozisyoununa, parlamentonun feshine, yasama sürecine ilişkin kendi inisiyatifiyle kullanabileceği yetkilerden mahrumdur. Aslında bu haliyle, öğretide bir çok yazarın işaret ettiği gibi, cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmiş olmasına rağmen sistem parlamenter sistem gibi işleyebilmektedir. Bununla birlikte, halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı parlamenter sistemin doğasına aykırıdır. Parlamenter sistemde cumhurbaşkanı sembolik yetkilere sahiptir ve parlamento tarafından seçilmektedir. Doğrudan seçmen meşruiyetini arkasında alan bir cumhurbaşkanının sembolik yetkilere sahip olması mantıksız olduğu gibi, sistemde ciddi krizler yaşanmasının nedeni de olabilir. Kısaca ifade etmek gerekirse, %50'nin üzerinde bir seçmen desteğine sahip bir Cumhurbaşkanı ile %35-40 seçmen desteğine sahip bir Başbakanın, ayrı dünya görüşlerine sahip olmaları durumunda, kriz olmaksızın bir arada yaşamaları uzak bir ihtimaldir."
Çalışmada, cumhurbaşkanı adaylarının siyasal bir programla seçmenlerin karşısına çıkacağı hatırlatılarak, ancak cumhurbaşkanının sahip olduğu yetkilerin belli bir siyasal programı hayata geçirmeye elverişli yetkiler olmadığına dikkat çekildi. "Seçmenlere verdiği sözleri yerine getirebilmek için cumhurbaşkanının anayasal yetkilerini zorlaması kaçınılmazdır" denilen Not'a şöyle devam edildi:
"Daha da önemlisi, sözlerini yerine getirmek isteyen bir cumhurbaşkanı tarafsızlığını tamamen bir kenara bırakabilir. Cumhurbaşkanının siyasal programını uygulayabilmek/uygulatabilmek için parlamentoda kendisine yandaş araması, siyasal partilerle açık-gizli ittifaklara yönelmesi, hatta kendi dünya görüşüyle uyuşmayan bir hükümetin düşürülmesi için muhalefetle işbirliği yapması akla gelebilecek en kötü senaryolardır. Bu tür yönelimlerin cumhurbaşkanının tarafsızlığına ne kadar büyük bir zarar vereceğini kestirmek güç olmasa gerek. Daha da önemlisi, bu tür bir 'yarışan siyasal programlar senaryosu' meşruiyet krizine de kapı açabilir. Bir başka ifadeyle, cumhurbaşkanının ve parlamento çoğunluğunun (ve dolayısıyla hükümetin) ayrı dünya görüşlerine sahip olduğu bir ortamda gelişen yukarıda değindiğimiz biçimde bir kutuplaşma büyük ihtimalle 'Halkın gerçek temsilcisi kim?' sorusuna gelip dayanacaktır: 'Cumhurbaşkanı mı, parlamento çoğunluğu mu?' Kuşkusuz her iki aktör de, halk tarafından seçildikleri için, aynı şekilde meşruiyet iddiasında bulunma hakkı olduğunu düşünecek ve bu da sistemin kilitlenmesine neden olacaktır. Bu en basit tanımıyla krizdir."
Değerlendirmenin sonuç bölümünde ise, "başkanlı parlamenter sistem"in, Türkiye'deki hükümet sistemi tartışmalarını çözmek şöyle dursun, ileride yeni tartışmalara kapı açacağı ifade edilerek, "Bu analiz bize, anayasa yapım sürecinde hükümet sistemi açısından kapsamlı bir değerlendirme ve topyekun tasarımın şart olduğunu göstermektedir. Hükümet sistemine ilişkin, öngörülebilir tüm sonuçlarıyla tartışılmamış, kısmi değişiklikler kriz çözmekten ziyade kriz üretir. Oysa anayasa siyasal sistemin sigortası olmalıdır" denildi.