TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Sayın Tuncay Özilhan, "Ankaralılar, Denizli'de Gaziantep'te olanı hissetmiyor" dedi. Doğru söyledi. Konu dün gazetemizin manşetindeydi. Biz de tam Ankara'nın karar alıcılarına memleket havaları dizisine başlamıştık. Bugün müsaadenizle şirketlerin günlük hayatta karşılaştığı problemleri irdelemeye devam edelim. Konumuz, "Kredin mi var, derdin var"dır efendim. Dünya artık değişti. Dün olumlu gibi gözükenler bugün artık öyle değil. Küresel krizin yol açtığı gelişmelerin öncelikle meselelere bakışımızı değiştirmesi gerekiyor. Göstergelere hâlâ dünkü gibi bakarsak yanlış yapma ihtimalimizi yalnızca artırırız. Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu ara dönemin temel özelliklerini iyi tespit etmekte fayda var. Geçen hafta üç hususun altını çizmiştik: Birincisi, ekonomide işlemlerin giderek nakit para üzerinden yapılmaya başlamasıydı. İkincisi, Hazine bonosu faizlerinin giderek düşmesiydi. Üçüncüsü ise bankaların mevcut krediler için ek teminat istemesi hadisesiydi. Bu üç gelişmenin kaynağı da aynıydı: İktisadi aktörler arasında giderek yaygınlık kazanan güvensizlik. Kimse kimseye güvenmeyince bankalar işletme sermayesi için kredi vermiyor-reel ekonomide işlem vadesi kısalıyor-bankalar şirketlere vermedikleri kaynağı Hazine'ye aktarıyordu. Sonuçta faiz oranı düşüşünü "Aman bakın ne kadar iyi oluyor. Merkez Bankası faiz düşürüyor. Parasal aktarım mekanizması işliyor. Şirketler ucuza kredi buluyor" gibi yanlış okumamakta özellikle bu ortamda fayda var. Değil yeni kredi bulmak; şirketlerimiz, mevcutların ödemelerini yapmak konusunda da zorluk çekecekleri bir dönemin tam da başındadırlar. Bilmeyenlere memleket havaları dizimiz devam etmektedir. Önce bir ara nağme: Geçen cuma günkü yazımızdan sonra bir okurumuz başlayan yeni döneme "Malım seni satayım da mı kötü olayım, satmayayım da mı kötü olayım" dönemi adını vermişti. Tamamıyla haklıydı. Bugünlere, "kriz, bizi teğet geçecek" edebiyatına inanıp, stokla yakalananların durumunu tahayyül edebiliyor musunuz? Şirketlerimizin bir bölümünün elinde yüksek maliyetli girdiler ve bu girdilere dayalı üretimle oluşturulmuş stoklar var şimdilerde. Bu ne demek? Bu, kafadan, zarar yazmak demek. Düşen hammadde fiyatlarının şirketlere zarar yazdırması hadisesinin tam ortasındayız. Yapacak bir şey yok. O zarar sonunda yazılacak. Yetmeyecek: Stok tutmanın maliyetinin arttığı bir dönemin tam başındayız. Merkez Bankası faiz düşürmeye başladığından beri şirketler için kredi faiz oranları yüzde 50 civarında artmış gibi duruyor. O ne demek? Stoktaki malı satmamanın kötü olacağı bir dönemdeyiz. Peki, malı satsanız? O vakit peşin para ile ödeme yapacak birini bulmak lazım ki, o da yok. Vadeli mal satmak ise geri ödememe riskini, olduğu gibi üstlenmek demek şirket için. Yani neymiş? Malı satanın da iyi olabilmesi mümkün değilmiş. Şimdi siz söyleyin, okurumuz haksız mıdır? Bu bir nevi "Malım seni satayım da mı kötü olayım, satmayayım da mı kötü olayım" dönemi değil midir? Öyledir. Dün şirketlerimiz için kredi alabilmiş olmak bir sağlık göstergesiydi. Bugün ise durum şöyledir: Bütün kredi sözleşmeleri dünün şartlarını yansıtmaktadır. Daha doğrusu, bütün kredi sözleşmeleri, dünün, nakit akışı şartlarını yansıtmaktadır. İç ve dış pazar koşulları bir bütün olarak değişmiştir. Hammadde fiyatlarının düşmesi, dün yapılan üretimin rekabet gücünü azaltmıştır. Bir bütün olarak bakıldığında, şirketlere nakit girişi düne göre artmayacak, azalacaktır. Buyurun, ikinci ara nağmeye: Böyle bir ortamda "Aman ha, 'ismi ne lazım' diyelim de kriz demeyelim" demenin hiçbir anlamı yoktur. Hastalığın adını koyamazsanız, ilacını da içiremezsiniz. Allah, herkesi, yüzüne karşı, "Ne yazık ki, kansersiniz. Ama merak etmeyin, ben bu işin tedavisini biliyorum. Bana güvenin" diyen doktorlara düşürsün. Hakikati kabul etmek, fırsat kapısını bulmayı zorlaştırmaz, kolaylaştırır. Şimdi böyle bir ortamda, dünün kredi alma değerliliğine sahip, küresel rekabette kıran kırana kendisine yol açan şirketin durumunu bir düşünün, lütfen. Şirkete nakit girişleri azalırken şirketin kredi ödemelerinden doğan nakit çıkışı aynıdır. O nakit çıkışı, başka bir dünyanın gerçeğini yansıtmaktadır. Şirket, kendi hatasından dolayı değil, küresel krizin bir kasırga gibi etrafı sarıvermesinden dolayı önümüzdeki dönemde güç durumda kalmayacak mıdır? Kalacaktır. O vakit, ne yapılması gerekmektedir? Şirketlerimizin kredileri bir yıllık bir geçiş dönemi için yeniden yapılandırılmalıdır. Kredi kanalını açık tutmaktan kasıt tam da budur. Bu olmazsa, kriz yalnızca daha da derinleşecektir. Krizi daha derin hissetmenin kimseye bir faydası yoktur. Bugün hükümetten beklenen, memleketin üretim kapasitesini en az hasarla yarına aktaracak mekanizmayı tasarlamasıdır. Yoksa olacak olan zaten olacaktır. Olduğunda hükümetimiz, istese de istemese de zaten kocaman bir kurtarma paketi hazırlayacaktır. Marifet, şimdiden yarının hasarını en aza indirmek, ekonominin yarınki şoka karşı dayanıklılığını artırmaktır.
Olmayan budur. Olması gereken de budur.
Bu yazı 30.12.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024