TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Dün Referans'ın manşeti ilk küresel krizimizin ilk fırsatına işaret ediyordu. Aram Ekin Duran'ın haberine göre, küresel kriz nihayet, Türk şirketleri için beklenen fırsatı getirmişti. Avrupalılar, Çin'e milyonluk siparişler yerine, daha küçük montanlı siparişler vermeye başlayınca, Çin'in maliyet avantajı ortadan kalkıyordu. Doğrusu ya, biz bu haberin önemli bir fırsatın, farkında olmamız gereken bir fırsatın, altını çizdiğini düşünüyoruz. Buna göre, dünya artık düz olmayacak. Bu krizle birlikte, küresel işbölümünün dinamikleri önemli ölçüde değişecek gibi duruyor. Hem şimdilik, hem de kalıcı olarak. Türkiye ise, bu süreçte kazananlar arasında yer alabilir. Tabii eğer elindeki kartları doğru oynarsa. Gelin bakın nasıl düşünüyoruz? "Allah bir kapıyı kapatırken, ötekini açarmış" diye düşünüp, bir süredir "bu krizin fırsatı nerededir?" diye merak edenleri aşağıya bekleriz efendim. Buyurun size bu krizin ilk fırsatı. Merak etmeyin, diğerlerine de yavaş yavaş geleceğiz. Dünyamız ilk küresel finansal krizini yaşıyor. Ne oluyor? Bir süreden beri, bankacılık sistemleri doğru dürüst çalışmıyor. Kriz daha bize gelmedi. Hissettiğimiz, sesi uzaktan duyulan ayak seslerinin burada yol açtığı sarsıntıdır. Gelmedi ama gelecek. Ama bakın Amerikan ve de Avrupa piyasalarına artık geldi. Yol açtığı ilk etki nedir? Doğal olarak, borçlanma maliyetleri tüm şirketler kesimi için yükseldi. Bu birinci nokta. İkinci nokta herhalde açık: Artan borçlanma maliyetlerinin şirketlerin stok taşıma maliyetlerini de yükseltmesi gerekiyor. Bu durumda, şirketlerin eskisine göre daha fazla mal stoklamaktan kaçınması gerekiyor. Buna hammadde gibi mamul madde de dahil. Peki, Çin'den buraya, bir konteynırın taşınması ne kadar zaman alıyor? Bilenlerin söylediğine göre yaklaşık bir aylık bir süre alıyor. Bu ne demek? Çin'den buraya mal sipariş etmek, en az bir ay için hammadde ve ya mamul madde stoklamak anlamına geliyor. Stok taşımak ise, o tutarı bir ay boyunca, finanse etmeyi göze almak demek. Bunu bir şirket doğrudan da yapsa, bir lojistik şirketi de maliyeti üstlense, sonuç değişmiyor. Çin'den Avrupa pazarına mal sipariş etmek artık düne göre daha pahalı. Bu da buyurun üçüncü nokta. Böyle bakıldığında, artan borçlanma maliyetleri veya borçlanmama sonucunda ortaya çıkan durum, şirketleri uzaktan mal taşımaktan giderek daha çok vazgeçirtecek demek. Haberde vurgulandığı gibi, milyonlarca sipariş yerine, 5-10 bin adetlik siparişlerin ağırlık kazanması bu çerçeveden bakıldığında manalı olabilir. Ucuz kredi koşullarına göre uyarlanmış olan bir iş yapma biçiminin ve de bunun sonucu olarak şekillenen küresel işbölümü şartlarının yeni gelişmelere göre elden geçirilmesi gerekiyor. Sonuç açık: Türkiye, pazara yakınlık avantajının konjonktürel olarak önem kazandığı bir dönemin başında duruyor. Buyurun size bu hafta sonunun dördüncü tespiti. Peki, bugün için durum böyle, ya yarın? Bu durum yalnızca konjonktürel bir avantaj mı? Hayır. Gelin bir de yarını tahayyül edelim. Diyelim ki, bu krizin etkileri onarıldı. Sene oldu 2010 yılının ikinci yarısı filan. Türkiye yine Çin karşısında hızlı bir rekabet gücü kaybına mı uğrayacak? Pazara yakınlık önemini mi kaybedecek? Hayır. Bu sütunların devamlı okuyucuları hatırlarlar, o durumda bile, Türkiye'nin pazara yakınlıktan kaynaklanan bir avantajı olacak. Bu avantaj, özelikle havaleli mallarda belirgin olacak. Yükte ağır pahada hafif olan havaleli mallarda, Türkiye, pazara yakınlık avantajını yine kullanacak. Hangi mallarda? Mesela, beyaz eşyada. Mesela, taş toprağa dayalı sanayilerde. Mesela, otomotivde. Sayın sayabildiğiniz kadar. Nasıl mı olacak? Şöyle, her şey normale dönse, yine başa döneceğiz. Dünyada büyüme yine artacak. Çin dönüştükçe, petrol ve hammadde fiyatları yine artacak. Artan petrol fiyatı artan taşımacılık maliyeti anlamına gelecek. Artan taşımacılık maliyeti ise, malların üretiminin küresel ölçekte planlanmasını giderek zorlaştıracak. Dünya artık öyle dümdüz olmayacak. Ticaretin önünde iktisadi-teknik engeller belirecek. Pazara yakınlık yapısal olarak önemli olacak bir avantaj haline gelecek. Buyurun size günün beşinci tespiti. Dünya artık düz olmayacak demek, küreselleşme bitecek anlamına gelmiyor. Üretimin küresel planlamasından, bölgesel planlamasına gittiğimiz bir döneme gireceğiz herhalde. Birdenbire ortaya bir dizi bölgesel üretim merkezi çıkacak. Sayısı artacak bölgesel üretim merkezlerinin yerini ne belirleyecek? Elbette pazara yakınlık. Türkiye işte bu çerçevede önem kazanacak. Bu da olsun altıncı tespit. Yedinci bir tespitin altını kalın kalın çizerek bitirelim, müsaadenizle. Bu krizin getirdiği pazara yakınlık avantajından bir bölgesel üretim merkezi çıkarabilmek için öncelikle ülkemizin üretim kapasitesini bu bunalımdan en az hasarla çıkarmak gerekiyor. Peki, bunu nasıl yapacağız? Bunu yapabilmenin yolu, şirketlere zorla adam yerleştirmek değil, şirketleri daha fazla eleman istihdam edebilir hale getirmektir. Bunlardan ilki semptomlarla mücadele etmeyi, ikincisi ise sorunun nedenini ortadan kaldırmayı gerektirir. Bunlardan ilki ateşi çıkana aspirin vererek, ateşini düşürmeyi hedeflemektir. İkincisi ise, ateşe neden olan hastalığı teşhis edip, tedaviye yönelmektir. Önümüzdeki ikilem açıktır: Hükümetimiz ya aspirin tedavisine yönelecek ve "mış gibi" yapacaktır ya da hastayı tedavi edip ayağa kaldıracaktır. Seçim ortadadır. Hükümetimiz halen aspirin tedavisine bile başlamamıştır.
Bu yazı 22.11.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024