TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Dünyada her gün milyarlarca söz veriliyor. Biri diğerine ileride bir konuda yardımcı olmaya, ödeme yapmaya, mal teslim etmeye, bozulan bir malı tamir etmeye söz veriyor. Sonra ancak o sözlere dayalı olarak yerine getirilebilecek bir dizi söz daha veriliyor. Biri size ödeme yapacak ki, siz de aynı gün beş ayrı yerde ödeme yapabileceksiniz, size bir mal teslim edilecek ki, dünyanın dokuz ayrı yerine başka bir mal teslimatını bundan bir ay sonra, yapabileceksiniz. Böyle bakarsanız, dünya üzerinde yaşamımızı biçimlendiren ve düzene koyan, birbirimize verdiğimiz sözler ve o sözlere güvenerek atılan adımlardır. Sözler, el sıkışmaktan kontratlara kadar değişik biçimlerde olabilir. Her kontrat ileride yerine getirilecek bir değil, birkaç sözü ve de o sözün nasıl yerine getirileceğine ilişkin şartları içerir. Sözün tutulmaması halinde ne olacağı da kontratta yazılıdır. İşte bugün geldiğimiz nokta, sözün ve karşılıklı güvenin küresel ölçekte bittiği noktadır. Verilen sözler ve sözlerin tutulacağına duyulan güven iktisadi hayatımızın temeliyse içinde bulunduğumuz küresel krizden ilk aşamada üç öncü sonuç çıkartmak mümkün görünmektedir. İlki şudur: Son dönemde dünyada verilen söz sayısı astronomik ölçüde artmıştır. Ortalığı saran bir dizi yeni kontrat türünün manası budur. Herkes birbirine bir sürü yeni söz vermiştir. İkincisi, bugün artık bu sözler tutulmamakta ya da tutulamamaktadır. Sözlerin tutul(a)mayacağına dair kanaat yaygınlaştıkça, karşı taraf riski yükseldikçe, borç krizi daha da derinleşmektedir. Üçüncüsü, verilen sözler küreselleşme sürecinin derinleşmesi ile birlikte, küresel ölçekte bir karşılıklı bağımlılık ağı yaratmıştır. Artan kontratlar sayesinde kriz, kürenin bir köşesinden diğerine her yeri aynı anda etkilemektedir. Dünya ilk kez küresel bir krizle karşı karşıyadır. Konut piyasası kaynaklı krizler bundan önce de olmuştur. Ancak bu sefer şirket bilançoları hem yerel hem de küresel ölçekte birbirleriyle daha fazla bağlantılıdır. Krizi bir piyasadan diğerine taşıyan, her gün yeni bir şeyler öğrenmemizi sağlayan da tam olarak budur. Her şey normalleşmiş görülürken birdenbire etrafın karışması, hep belli bir sözün tutulması için bir başka kontrata dayalı yükümlülüğün yerine getirilme zamanının gelmesi ile alakalı gibi durmaktadır. Bu nedenle hepimiz, her gün, daha önce hiç duymadığımız bir dizi sözle tanışıyoruz. Bu durumda, küresel kriz şöyle tanımlanabilir: Şirket bilançolarının hem yerel hem de küresel ölçekte birbiriyle daha fazla bağlantılı olduğu bir dünyada, en çok küreselleşmiş aktörün bilançosunda beliren bir hasar, herkesin bilançosunda hasar ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Krizi küreselleştiren, banka ve şirket bilançolarının küresel ölçekte birbirlerine giderek daha fazla bağlanmış olmasıdır. Ancak bu ifade yeterli değildir. Krizi küreselleştiren, bir bilançodaki hasarın diğer bilançolara taşınması, ulaştığı her bilançoda ihmal edilemeyecek bir hasara yol açması ya da hasara yol açabileceğine ilişkin kanaatin yaygın olmasıdır. Bu çerçevede bakıldığında, bu krizi öncekilerden temelde ayıran, boyutları belirli bir bilanço hasarının değil, bir bilanço hasarı ihtimalinin, bütün bir ödemeler sistemini felç etmesidir. Açıktır ki, bilanço hasarı ile başedebilmek, bilanço hasarı ihtimali ile başedebilmekten daha kolaydır. Bilanço hasarı ihtimalinin yaygınlığı bugünkü panik havasının kaynağıdır. Verilen sözlerin beş paralık değerinin kalmadığına inanılınca, bir zincirleme reaksiyon ortaya çıkmaktadır. Kamu otoritelerinin bugünlerde yapmaya çalışmaları gereken, bütün sözlerin tutulacağına dair bir genel söz vermektir. Kamu kaynakları kullanılarak, dünyanın tüm bankalarının güçlendirilmesi gereğinin kaynağı tam da burasıdır. Bu krizin çıkışı, merkez bankalarının koordineli para-döviz piyasası operasyonları değil, hazine-maliye bakanlıklarının koordineli banka yeniden sermayelendirme operasyonları olacaktır. Peki, diyelim ki, tüm zorluğuna rağmen bu başarıldı. Bundan sonra ne olur? Gelin daha ileriye doğru bir bakalım. Öyle gelişmiş ülkelere filan bakmayalım, müsaadenizle bir tek bizim buraya bakalım. Bundan sonra bize ne olur? Birincisi, Türkiye gibi tarihinde hep cari işlemler açığı vermiş bir ülkenin, yabancı tasarruflar memlekete akabilsin diye finansal piyasalarını serbestleştirmiş bir ülkenin, finansal serbestlikten vazgeçebilmesi mümkün değildir. Dün değildi, bugün hiç değildir. Merak edenler, Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu ile ilgili 32 Sayılı Karar öncesindeki Türkiye ekonomisi ile şimdikini bir kıyaslasınlar lütfen. Hem nicel hem de nitel olarak, iki ekonominin bir alakası yoktur. Bu ekonominin serbestlikten başka bir çaresi yoktur. Bugüne çare arayanlara ilk not şudur: Şirketlerimizin ve bankalarımızın bilançolarının dışarıyla bağlantılarını tamamıyla kesebilmenin bir yolu yoktur. Bu yalnızca burada değil, her yerde aynı olacaktır. Peki, hiç mi değişiklik olmayacaktır? İkinci ve de üçüncü tespitler tam da buradan başlamaktadır: Dünya finansal sisteminde bazı finansal araçlar tebahhur edecektir. Ne olacaktır, ne olacaktır? Buharlaşacaklardır. Öyle darbe filan yemeyecek, buharlaşacaktır. En azından bir süre için buharlaşacaktır. "Malumat sahibi" kurumsal yatırımcılara hizmet veren hedge fonları, private equity firmaları gibi bazı araçlar bir süre için tatile çıkacaklardır. Geldiklerinde ise onları kolaylıkla tanımak mümkün olmayacaktır. İkinci tespit şudur: Türkiye'ye geçmiş dönemde önemli miktarda fon aktarılmasına hizmet eden bir dizi mekanizma yakın dönemde olmayacaktır. O vakit, bu ülkeye fon aktarılabilmesi yeni kanallar açılması gerekecektir. O yeni kanalların açılması için bir an önce çalışılmaya başlanmazsa, nasıl olsa sıfırlanmayacak olan cari işlemler açığının finansmanı sıkıntı yaratabilecektir. Bakın bu bankalara gelecek kaynağın maliyetinin artmasından filan farklı bir etkidir. Üçüncü tespit ise şöyledir: Bu yeni fonlama mekanizmaları elbette olacaktır. Ancak bu kez bunlar sıkı bir biçimde, merkezden düzenlenecek ve denetleneceklerdir. Fon maliyetlerinin artan düzenlemeler nedeniyle kalıcı biçimde yükseleceği bir yeni dönem gelmektedir. Kolay para devri kapanmış görünmektedir. Dördüncü tespit bankalarla alakalıdır. Finansal sistemimizin azgelişmişliği ülkemizde verilen söz sayısının, alınıp satılan kontrat sayısının hızla artmasını engellemiştir. Sistemimizin ilkelliğinden kasıt budur. Finansal sistemimizin gücü gelişmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Dün problem olan bugün için ilaç olmuştur. Bu iyidir. Beşinci tespit açıktır: Türkiye'de bankacılık sisteminin kendisinden kaynaklanan bir problem olmaması, "sadme"nin tesirini yalnızca hafifletecektir. Peki, bu krizin fırsatı nerededir? Ona da haftaya gelelim.
Bu yazı 11.10.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024