TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Uluslararası bankacılık krizi resmi olarak başlayalı tam bir yıl oldu. Bu krizi bize 2007 yılı yazı getirmişti. Temmuzdan ağustosa giderken krizin içindeydik. Şimdi 2008 yazına geldik. Kriz daha bitmedi. Hatta bazı gözlemcilere göre daha tam olarak başlayamadı bile. Bakın etraftaki tartışmalara. Daha "başlangıcın sonuna" gelip gelmediğimizi bile tam olarak bilmiyoruz. Herkesin aklında "dibi gördük mü" diye bir merak, bir merak. Bugün müsaadenizle bu krizin bize öğrettikleri üzerine birkaç tespit yapalım. Büyük özel finans kurumlarının yöneticilerinden oluşan "Karşı Taraf Riski Yönetim Grubu" (Counterparty Risk Management Group) krizle ilgili raporunu 6 Ağustos 2008 tarihinde açıkladı. Biz raporu okumaya başladık. İlk izlenimlerimizi dinlemek ister misiniz? Arkanıza yaslanıp keyfini çıkarmaya hazırlanır mısınız, lütfen? Hadi başlayalım.
Oyuna veda zamanı
Bu krizle ilgili ilk tespit herhalde başlıktaki soruda gizlidir: "Bundan bir yıl önce gelişmiş ülkelerdeki finansal kuruluşların, önümüzdeki bir yıl içinde, tam 500 milyar dolar tutarında zarar yazacağına kim inanırdı?" Vallahi kimse inanmazdı. Herkes işlerin sonuna kadar yolunda olduğunu mu düşünüyordu? Hayır. Herkes "bu arabayla fazla hızlı gidildiği" kanısındaydı ama kimse oyundan ayrılmak istemiyordu. Oyundan ayrılmak aynı çocukluk günlerindeki "Al kardeşim, bal kardeşim, ben yoruldum sen oyna" diyerek topu bir arkadaşına vermektir. Kimse mevcut "Bal tutan parmağını yalar" pozisyonunu terk etmek istemediği için mecburen oyun devam ediyordu. Sonra birdenbire oyun bitiverdi. Finansal piyasalarda temel problem hız değildir. Bakın trafikte de öyledir. Temel mesele "ani duruş"tur. Bir gün likidite biter ve siz yamyassı olursunuz. İşte 500 milyar dolarlık bilanço hasarı o ani duruşun eseridir. Daha doğru ifadesiyle söylersek, şimdilik 500 milyar dolarlık bilanço hasarı. Dedik ya, daha başlangıcın sonuna bile gelmedik. Bilenler öyle diyorlar. Dolayısıyla ilk tespiti bir tescil edelim: "Krizimiz son derece insanidir". Bakın, Karşı Taraf Riski Yönetimi Grubu'nun "Reform Yolunda" başlıklı çalışması tam da bu tespiti yapmaktadır: "Ortada bir dizi aşırılık vardır. Aşırılıklar kolektif insan davranışı ile yakından alakalıdır." Lütfen hemen "oldu, gözlerim doldu" moduna girmeyin. Bu meselenin "Beşeri olan hiçbir şey bana yabancı değildir" diyen herkesin kolaylıkla anlayabileceği bir temeli yok mudur? Vardır. Kahneman ve Tversky, bugünün davranışsal iktisadının temellerini yıllar önce atarken, mevcut durumu, "felaket miyopisi" olarak tanımlamışlardır.
Felaket olasılığı
Türümüz, felaket olmadan, felaket olasılığını sürekli olarak iskonto eder. Biz felaket hiç olmayacakmış gibi davranan bir türün devamıyız. Yapılan davranış araştırmaları insanların bir trafik kazası geçirdikten sonra kasko yaptırmayı hatırladıklarını göstermektedir. Deprem sigortası furyası da "büyük deprem"den hemen sonra başlamamış mıydı? Bizim hatırladığımız öyleydi. Sonra ne oldu? Bir daha öyle büyük deprem olmadı, biz de olanı unuttuk. Sigorta işi de arada kaynayıp gitti. Peki ama 1980 sonrası finansal serbestleşme döneminde giderek artan bir frekansta bir dizi kriz arka arkaya olmamış mıydı? Onların sıra sıra dizilmiş olması kimseye "ani duruş" ihtimalini tekrar ve tekrar hatırlatmadı mı? Rapora göre tam tersine, 1980 sonrasında arka arkaya bir dizi finansal kriz olması, beklenen krizin de iskonto edilmesini getirdi. Öyle ya, arka arkaya bir dizi finansal krizi atlatan finansal kuruluşların kolektif hafızasında bir nevi, "bu da gelir, bu da geçer, aldırma" hasarı oluşur herhalde. Bizi 500 milyar dolarlık hasara getiren ortamda bunun bir etkisi mutlaka vardır. Bu bir ikinci tespittir. Ayrıca diyelim ki böyle bir alışkanlık sendromu yok. Siz düşünebiliyor musunuz, yukarı çıkış anının o çıldırtıcı hafifliği içinde, "Arkadaşlar yarınları düşünelim, ani duruş ihtimalini sakın unutmayalım" demeye kalkacak olanın dayanılmaz sıkıcılığını? Kim o duruma düşmek ister? Siz ister misiniz? Yukarı çıkış anları türümüz açısından çıldırtıcı iyimserlik anlarıdır. Her şey inanılmaz yolundadır. Yıldızlar gökyüzünde üçerli üçerli sıraya girmiştir. Evren bir bütün olarak, o gün, o hisse senedini mutlaka almanız gerektiği mesajlarını size iletmektedir. Herkes her şeyden bir mesaj çıkarır. Herkes "Ben şimdi tuvalete gitmiştim, acaba bir şey kaçırdım mı?" psikolojisi içindedir. Kimse kimseden bir adım geride kalmak istemediği için, herkes mümkün olduğunca uzağa sıçramaya çalışmaktadır. İşte o vakitlerde fiyatlar tam da bu nedenle çıldırır. Önünde durmaya gelmez. Adınız "kara gözlüklü" olur. Sonra kolay kolay da silinmez.
Savuşma zamanı
Düşüş anları ise bunun tam da tersidir. Bu kez herkes bir an önce elindekini yanındakine satıp, savuşmak peşindedir. Nakit para kraldır. Piyasalar için düşüş dönemlerinde, hayat bir nevi papaz kaçtı oyununa dönüşür. Kimse papazın elinde kalmasını istememektedir. Ama psikoloji tamamen aynıdır: Herkes yine her şeyden bir mesaj çıkarır. Herkes yine "Ben şimdi tuvalete gitmiştim, acaba bir şey kaçırdım mı?" psikolojisi içindedir. Kimse kimseden bir adım geride kalmamak istediği için, herkes bir an önce çıkmaya çalışmaktadır. İşte o vakitlerde fiyatlar bu kez aşağıya doğru çıldırır. Hesap günü gelmiştir. Herkesin amel defteri birazdan eline verilecektir. O ana bu kâğıtlarla yakalanmamak esastır. Dünün "kara gözlüklüleri" birden "peygamber" haline geliverir. Hayat işte böyledir. Türümüz, "Gâvur diye öldürüp, şehit diye kaldırmaya" meyyaldir. Her şey, içinde bulunulan ortama bağlıdır. Bu da bu yazının üçüncü ve de "situasyonist" tespiti olsun. Ama mesele özünde insanidir, sakın unutmayalım. "Peki, peki, anladık, olup bitenler insanidir ama yani bu kadar mıdır?" diyenlere 1980 sonrası finansal krizlerin ortak özelliklerini başta sözünü ettiğimiz rapordan sıralayalım. Ortada tam dört adet benzerlik vardır. 1980 finansal serbestliği sonrasında krizler birincisi, kredilerin belli sektörlerde yoğunlaşmasından, ikincisi, finans kurumu bilançolarındaki vade uyumsuzluklarından, üçüncüsü, aşırı borçlanmaya dayalı işlemlerden, dördüncüsü ise piyasadaki likiditenin ilelebet devam edeceği illüzyonundan kaynaklanmıştır. Bu dört unsurun yanına bir de beşinci temel husus eklenebilir: Yıkım sürecini başlatan bir makro ekonomik dengesizlik mutlaka vardır. Bu ya cari işlem açığı biçimindedir ya enflasyondur ya bütçe dengesizliğidir ama mutlaka bir dengesizlik vardır. Bu durumda şöyle denemez mi? Esasen finansal sektörde bu dört alanı sıkı sıkıya düzenlemek gerekir. Doğrudur ama gelin görün ki, her seferinde, krediler farklı sektörlerde ve farklı biçimlerde yoğunlaşmaktadır. Bilançolardaki dengesizliğin niteliği bir krizden ötekine mutlaka değişmektedir. Siz bir taraftaki deliği yamarken, piyasa aktörleri tüm yaratıcı enerjilerini bir başka alanda yoğunlaştırmaktadırlar. Yoksa Schumpeter'ın piyasaların "yaratıcı yıkım"ı dediği bu mudur? Yani bundan bir kaçış yok mudur? Geleceğiz. Geleceğiz.
Bu yazı 09.08.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024