TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ne demiştik geçen gün? "Onlar dışarıdan biz içeriden yıkmak için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz ama gelin görün ki ekonomi ilk çeyrekte beklediğimizden daha güçlü görünüyor." Bugün müsaadenizle bu güçlülüğün geçen yazıda altını çizdiğimiz bir nedenine azıcık daha yakından bakalım: Banka bilançolarındaki portföy kayması bize Türkiye'yi bugüne kadar dışarıdan ayıran önemli bir yapısal faktör gibi geliyor. Devlet iç borçlanma senetleri (DİBS) stokunun başarılı maliye politikaları ile küçültülmüş olması bugünkü DİBS'den krediye doğru portföy geçişinin temelini attı. "Dün yediğiniz hurmalar"ın tam tersi bir durum yani, esasen, karşı karşıya olduğumuz. Öncelikle seçtiğimiz konunun Ergenekon soruşturması/paranoyası ile doğrudan bir alakası var. Dedik ya, biz artık fevkalade usluyuz. Sayın Başbakan'ın ise bir yönetim becerisi abidesi olduğunu düşünüyoruz. (Sayın savcım, buraya özellikle dikkat buyurunuz, lütfen, efendim.) Ortam malum. Ne olur ne olmaz? Sayın savcılar, esasen, Sovyet dönemindeki "işçiler iktidarda, etraf huzur dolu, sen nasıl muhalefet yaparsın, olsa olsa deli olmalısın, en iyisi biz seni bir tımarhaneye koyup azıcık tedavi edelim" mantığı ile hareket ediyor gibi gelmiyor mu size? Vallahi, bize öyle geliyor. Sütun komşumuz Sayın Cengiz Çandar "içinde değilseniz, korkmayın" diye son derece "bilgili ve de öğretici" bir yazı yazdı ama elimizde değil, insan, içinin ürperivermesini engelleyemiyor işte. Türkiye ekonomisine güç veren portföy kayması hikâyesinin ayrıntısına hazırsanız, başlayalım, efendim. Geçen yazının dibine grafiği sığdıramamıştık. Bugün iki tane koyalım. İlk grafik pek güzel. Memlekette tüketici güveni olumsuza dönüyor. Herkes özellikle yakın geleceğinden umutsuz görünüyor. (Sayın savcım, acaba bu tüketici güven endeksini hazırlayanlar, halkı isyana teşvik amacı ile faaliyet gösteren örgüt üyeleri olabilir mi? Bir baksanız, efendim. Belki oradan da bir şey çıkar. Haber filan olur.) Ancak işe bakın ki, tüketici güveni olumsuza doğru dönerken, banka bilançosu içinde banka kredilerinin oranı artıyor ve dahi banka bilançoları da büyüyor. Böyle bakınca hakikaten Ergenekonluk bir vaziyet varmış gibi duruyor. Madem işler kötü gidiyor, millet neden kredi alıp, borca giriyor? Daha önemlisi, madem işler iyi gitmiyor, bankalar neden kredi veriyor? Bir yerlerde bir hata varmış gibi duruyor, değil mi? Ama öyle değil. Neden öyle değil? İkinci grafiğimiz tam bu aşamada devreye giriyor. Bakınız banka bilançolarında DİBS'nin payı, başarılı maliye politikaları ile "istemeye istemeye verilen faiz dışı fazla"lar sayesinde azalırken, banka kredilerinin bilanço içindeki payı aynı hızla artıyor. (Burada "Allah IMF'den razı olsun" demek lazım.) Nasıl oluyor da oluyor? Aslında bu bir zorunlu portföy kayması dönemi ve tam da bu yıl daha bir görünür hale geldi. Hazine itfalarından daha az borçlana borçlana bankaların portföyünde nakitin ağırlığını artırdı. Bu kayma özellikle kamu bankalarında daha belirgin. Neden? Çünkü en çok DİBS onlarda var. Bir de kaymanın zamanlamasını elbette bankanın DİBS portföyünün vadesi belirliyor. Dolayısıyla ortada bir komplo filan bulunmuyor. (Özür dilerim, sayın savcım, bugün size yardımcı olamadım. Artık başka bir sefere.) Bu durumda ne oluyor? Banka elindeki gelir getiren finansal varlık (DİBS), gelir getirmeyen finansal varlık (nakit para) haline geldikçe, ortada dolanıp, pozisyon alabileceği bir başka gelir getiren varlık (kredi) arıyor. Bir yandan ekonomideki olumsuz gidişat nedeniyle, kredi şartlarını ağırlaştırıyor, öte yandan ise kredi verecek şirket, birey arıyor. Kredi piyasasında her zaman için bir talep fazlası olduğundan, bu piyasada hep miktar tayınlaması yapıldığından, kredi verecek birilerini de mutlaka buluyor. (Bir gün kredi alanların olası saiklerine de girelim, inşallah. Bakın bu soruşturma hâlâ devam ediyor olursa bu da güzel, son derece "emniyetli" bir konu. Not düşelim, lütfen.) Bu durumda ne oluyor? İşler kötüye giderken bankalar ortada yatırım yapabilecekleri finansal varlık bulunmadığı için giderek daha fazla kredi açıyorlar. Teori bu durumlarda, kredi portföyü kalitesinin tartışılabilir olduğunu söyler. Banka bilançolarında kalite gerilemesine dikkat çeker. Ama herhalde yöneticilerimiz bu alanda azami dikkati gösteriyorlardır.Gösteriyorlardır, değil mi? Neyse canım, işte bu zorunlu portföy kayması nedeniyle ekonomide olumsuza giden bekleyişlerin gündeme taşıyabileceği "büyümede hızlı yavaşlama etkisi" engellenmiş oluyor. Kamu bankalarındaki hızlı kredi genişlemesinin altında da herhangi bir buzağı bulunmuyor. Bu da son dönemde analize dahil edilmesi gereken bir dipnot bize kalırsa. Hem bugünü anlamak için hem de banka bilançolarını daha yakından takip etme gereğinin altını kalın kalın çizmek için.
Bu yazı 11.07.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024