TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Siz de artık Chat GPT ile tanıştınız mı? Bu bayramın sohbet konusu bu olsun. Bu aralar, gün geçmiyor ki, konu bir tarafından mutlaka yapay zekaya gelmesin. Yeni çağın özelliği böyle işte. Soruyorsunuz anlatıyor, isterseniz tablo, isterseniz grafik kullanıyor. Pek yaman, doğrusu.
Ne yapalım? Türkiye’nin nasıl bir ekonomik programa ihtiyaç duyduğunu da ChatGPT’ye mi soralım acaba? Doğrusu ben bu yazıyı yazmaya başlamadan önce sorduğumda, kapsamlı bir ekonomik programın hangi politika alanlarına odaklanması gerektiğini pek güzel özetledi şimdi. İnkar edemem. Gerçi insan önerileri okuyunca, bir tür “deja vu yani yahu, ben bunu bir yerden gördüm” hissine kapılıyor. Bizim buradaki jenerik dönüşüm programları gibi aynen. Yoksa onları da böyle mi yapıyorlar?
Ama bakın, ChatGPT şunu da ekliyor açıklamalarına:
“Bu önerilen politika alanları, Türkiye’nin ekonomik çeşitliliğini, potansiyelini ve rekabet gücünü artırarak ekonomik kalkınma ve istikrarı desteklemeyi amaçlamaktadır. Ancak her bir politika alanının, Türkiye’nin özgün koşullarına ve ihtiyaçlarına göre özelleştirilmesi ve uygulanabilirlik açısından dikkatle değerlendirilmesi önemlidir.”
Bir tür “sorumluluk bana ait değil, bak onu da ifade edeyim” notu mutlaka oluyor açıklamaların sonunda.
Etkileyici şimdi doğrusu, o hemen anlatmaya başladığı sekiz maddelik politika çerçevesi. İnsan düşünmeden edemiyor. Şimdi bu yapay zeka çağında, ChatGPT’den duyunca karar alıcılarımızda acaba farklı bir tepki ortaya çıkar mı? Acaba o zaman uygulama açısından etkisi daha mı fazla olur? “Yahu, bak ben demiyorum, yapay zeka dedi valla” desek işler hızlanır mı? Malum ChatGPT artık konuşabiliyor da üstelik. “Bak sen de dinle hatta sor bak.” Pek fena, hakikaten.
Peki, bu durumda Beethoven’ın pabucunu eline vermiş mi oluyoruz?
Bugünlerde Oğuz Ergin dostumuz ChatGPT’ye hem resim yaptırıyor hem de müzik besteletiyor. Akşamları da YouTube sohbetleri ile influencerlik yapıyor artık. Eğer Oğuz Hocanın YouTube sohbetlerini izlemiyorsanız mutlaka izleyin. Aklıma bu beste işinden takıldı sanırım, Milan Kundera’nın yazma deneyimini anlattığı “The Curtain: An Essay in Seven Parts” isimli deneme kitabı.
Kitabı yıllar önce Pekin’de bulup da almıştım. 2008 baskısı. Herhalde 2014 sonrası almış olmalıyım. Pekin’e ilk 2014’te gittiğimi hatırlıyorum, bir sonraki yıl Türkiye G20’ye başkanlık edecekti, 2016’nın Çin yılı olacağı 2014’te belliydi. Çinli düşünce kuruluşlarının yöneticileri ile tanışmaya gitmiştim o yıl. İş çıkar diye. Öyle de oldu.
Kundera, müzisyen olan babası ile ilgili bir anekdot anlatıyordu kitapta. Bir gün kendisi gibi müzisyen olan arkadaşları ile bir yerde otururken birden, ya radyodan ya da bir pikaptan bir senfoni duyuluyor. Beethoven’ın dokuzuncusunun çaldığını hemen fark eden arkadaşları Kundera’nın babasına “Ne çalıyor?” diye soruyorlar hemen.
Uzunca bir süre düşündükten sonra “Beethoven’e benziyor” diyor baba. Arkadaşlarının dokuzuncu senfoniyi tanıyamadığını düşünen diğer müzisyenler kahkahalarını bastırarak “Emin misin?” diye soruyorlar.
“Evet” diyor Kundera’nın babası “Beethoven’ın geç dönemi (Late Beethoven)”. Bu kez şaşırma sırası onlara geliyor, “Geç dönemi olduğunu nereden biliyorsun?” diyorlar.
Kundera’nın babası genç Beethoven’de olmayan bir armoni değişikliğinden (harmonic shift), müzikal tarzdaki bir değişmeden bahsetmeye başlıyor.
Şimdi sorun ChatGPT’ye “Beethoven tarzında bir sonat besteler misiniz?” diye. Sonat No1 Akdeniz Rüzgarları’nı yapıp anlatmaya başlıyor. İlk bölüm Allegro ma non troppo olarak başlıyor, dördüncü bölüm Presto agitato ile bitiyor. Ama sonundaki not şöyle: “Bu sonat, Beethoven'in ruhunu yansıtmaya ve onun müzikal tarzını taklit etmeye çalışıyor”
Şimdi buradan üç sonuç çıkartabilirim sanırım. Birincisi, ChatGPT ile Beethoven tarzında yeni sonatlar bestelemek teknik olarak mümkün. İkincisi, aynı Milan Kundera’nın babası gibi bundan böyle kulağı iyi olanların bir sonat dinlediklerinde hemen Beethoven demeyip “Beethoven’e benziyor” diyebilme ihtimalleri arttı yapay zeka çağında. Ne olur ne olmaz. Her duyduğunuzu bildiğinizi zannetmeyin.
Üçüncüsü, duyduğunuz müzik ne kadar Beethoven’a benzese hatta onun ustalığını bütünüyle yansıtsa, üstelik eserleri arasında sayılmayı da hak etse bile unutmayın o sonat Beethoven’a ait değil. Nedir? Beethoven taklidi yalnızca. Beethoven’ın yerini almıyor, ondan öğrenip onu taklit ediyor.
Aynı Vermeer tarzı şöyle bir resim yap dediğinde çıkanın Vermeer’in içinde yaşadığı sosyal ortamla alakası olmayacağı gibi. Halbuki Hollanda’nın o dönemdeki siyasi-sosyal atmosferi sıradan hayatların resim konusu olmaya başlamalarını ve sonra o resimleri ortaya çıkardı bir nevi. İşte bu tarihselliği yeniden yakalayabilmek mümkün değil, o resim, o beste o çağda olduğu için orijinal.
O dönem Hollandasının farkını Ferit Zekeriya yeni kitabı “Age of Empire”da pek güzel anlatıyor. Bir de oradan bakın. Şimdi Beethoven’in eserleri belli bir tarihi süreç içinde, nereden nereye nasıl geldiğiyle, hangi şartlarda bestelendiğiyle bir mana taşıyor. Süreklilik içinde bir anı yansıtıyor.
O tank, otonom vasıta olsaydı, o gün orada ne yapardı?
ChatGPT Beethoven ya da Vermeer’in pabuçlarını dama atmıyor. Nedir? Hadise, ChatGPT’yi nasıl eğittiğinizle yakından alakalı. Bu çerçevede, ChatGPT benzeri uygulamalara dava açan içerik sağlayıcılar, sanatçılar, yazarlar çok haklı elbette. Herkesin ne yaptığını bildiği için, öyle eğitildiği için, böyle davranıyor. Makineler aynı çocuklar gibi eğitiliyor.
Kimi İsrail’in “Lavanta (Lavender)”sı gibi, Gazze’ye saldırı düzenledikçe belirlediği hedeflerden alınan sonuçları değerlendirerek öğreniyor ve bir daha ki sefere daha iyi vurmayı öğreniyor. Kimi ise ChatGPT gibi Beethoven’ın eserlerini değerlendirerek o tarzda yeni sonatlar besteleyebiliyor.
Böyle deyince benim aklıma hemen 1989 yılında Çin’in başkenti Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nda çekilmiş o fotoğraf karesi ya da video çekimi geliyor. Geçenlerde de yazdım. Hani tek sıra halinde birkaç tank meydanda ilerlerken sıranın en başındaki tankın önüne biri çıkıyor ve tankın yolunu kesiyor. Hatırlayın, tank önce sağdan, sonra soldan geçmeye çalışarak önüne çıkan engeli aşmayı deniyor. Tankın önündeki genç her seferinde tankın önüne geçince tank en sonunda duruveriyor.
Şimdi bu tankın önünü kesen genç, Tank Adam (Tank Man), çok ünlü olmuştu bundan 35 yıl önce. Halbuki tankın durmasının nedeni, tankın sürücüsünün en sonunda pes edip tankın kontağını kapatmasıydı. Hani bir kahraman arayacaksak o kahraman tankın dışında değil ama içindeydi asıl. Emirlere uymayan oydu.
Şimdi bu durumda, bu yeni çağda soru şudur: O tank, bir insan-sürücü subay tarafından kullanılmıyor olsaydı, yapay zekâya dayalı otonom bir vasıta olsaydı, kendi kendine karar verip rota çizen, hedefe kilitlenen yapay zekâya dayalı bir otonom vasıta olsaydı ne olurdu? O tank o gün orada durur muydu?
İşte burada rivayet muhtelif doğrusu. Tam da bu noktada, yapay zekâ yoksa insanlığın felaketi mi olur tartışması başlıyor. Mesela yapay zekâ destekli otonom tank, önüne çıkan engelin zaten bertaraf edilmesi gereken bir “terörist” olduğunu yüz tanıma teknolojisi ile tespit edip yoluna mı devam ederdi? Yoksa otonom vasıta Asimov’un bir numaralı robot yasası uyarınca, bir insana zarar vermemek için yolunu mu değiştirirdi? Bilmiyoruz.
Bildiğimiz nokta yalnızca şu: Makineler aynı çocuklar gibi öğreniyor. Nasıl çocukların öğrenirken bir ebeveyne ihtiyaçları oluyorsa, makinelerin de benzer bir ebeveyne, yol göstericiye ihtiyaçları oluyor. Burada mesele şu: Makinelere kim ebeveynlik yaparsa daha iyi olur?
Gelelim Dani Rodrik’in meselesine…
“Yapay zekâ işimi elimden alır mı?” sorusu da aslında bu ebeveynlik tartışması ile yakından alakalı. Japonya gibi hızla yaşlanan bir toplumda, ortaya çıkan işgücü açığını en iyi yapay zekâ teknolojileri ve otonom makineler vasıtasıyla çözmek mümkün olabilir. Nitekim o coğrafyada otonom makinelerle ilgi araştırma geliştirme faaliyetinin hedefinin insan emeğinin yerini alacak çözümler olmasını anlaşılır bulmak mümkün. Ama açıktır ki aynı çözüm yolu Türkiye için ya da mesela Etiyopya için geçerli değildir. Buralarda gençlere iş bulmak hala öncelikli bir mesele.
İşte tam bu noktada, bundan birkaç yıl önce, Dani Rodrik’in ortaya attığı meseleye ve oradan Türkçe yapay zeka eğitimi konusuna geleyim, müsaadenizle. Rodrik, bundan birkaç yıl önce Magda Fortuna, Fabio Montobbio ce Paolo Racca’nın çalışmasına atıfla iktisat literatüründe ele alınan meselelerin nasıl hep Batı eksenli entelektüel tartışmaların yansıması olduğunu anlatıyordu. Bu çerçevede, “araştırmacıları akademik merkezden değil de çevreden (periphery) geldiği için ne çok önemli fikrin kenarda köşede kalıyor olabileceğini” (Just think of all the important ideas that remain undiscovered because researchers from the academic periphery lack a receptive audience) gündeme getirmişti Dani Hoca. Mesele aslında Dani Rodrik’in meselesi değil. Bu çağda bizim gibi ülkelerdeki herkesin meselesi. Ama bakın yine bir Türk iktisatçısı sözcü oldu.
Türkiye ürün ve pazar çeşitliliği açısından bir numara oldu. Türkiye, Çin ve Hindistan, coğrafi çeşitlilik açısından öne çıktı. Ancak iktisat literatüründe akademik yayınların coğrafi çeşitliliği konusunda ciddi bir problem var. 2019 yılına ait çalışma, 1985-2012 arasında iktisat alanında yedi önemli top dergide yayımlanan 13223 makaleyi kimlerin yazdığına bakıyor. Buna göre yazarların yüzde 90’ı Amerika ya da Batı Avrupa adresli. Zaman içinde Batı’nın global milli gelir içindeki payı üçte bire inip, küresel üretim-ihracat merkezleri çeşitlenirken iktisat literatürü bu çeşitlenmeye koşut bir değişim içinde görünmüyor.
Batılı adreslerde Dani Rodrik gibi Türk iktisatçılarının olması hadisenin niteliğini değiştirmiyor. Neden? Batılı adreslere yerleşenler, Batı’nın entelektüel ortamında yeşeren meselelere çözüm getirmeye odaklanıyorlardı. Halbuki bizim gibi ülkelerin meseleleri, atmaları gereken adımlar sanki daha farklı. Teknolojik gelişme deyince bizim buralarda mesele insanın yerini alan değil, insanı iş yerinde güçlendiren teknolojilere odaklanmak aslında. Bakış açısı değişince çözümler de farklı olabiliyor.
Coğrafi çeşitlilik önemli ama ehem ile mühimi de karıştırmamak lazım tabii
Böyle bakarsanız, ChatGPT’nin eğitimi ağırlıkla Rodrik’in altını çizdiği Batı merkezli, coğrafi çeşitliliği kısıtlı iktisat literatürüne dayalı olursa bulacağı çözümler de oranın bakış açısına, oranın meseleleri görme biçimine odaklı olacak aslında.
Doğrusu ya bu teknoloji geliştirme bahsinde, yapay zekanın geldiği aşamada, “hele bir gelişsin sonra getirip bakarız” diye oturma lüksümüz yok artık. Nasıl eğitirsen öyle oluyor bu makineler. ChatGPT’ye bugün sorsan, IMF iktisatçılarından farklı bakmayacak meseleye. Aynı jenerik ifadeler, aynı “acı ilaç olmadan tabii ki de olmaz” ezberi filan. Ben 2001 deneyiminden hatırlıyorum, yalnızca IMF iktisatçılarını dinlemenin yol açabileceği yol kazalarını ve de acı sonuç vermeyen toparlanmanın nasıl mümkün olduğunu.
Önemli olan ehem ile mühümi ayırt etmek bir yandan bakarsanız. Yandaki grafik, Dünya Bankası yönetişim göstergelerine göre Türkiye’nin serencamını anlatıyor. Koyu renk çizgi 1995 yılındaki halimiz. Sonra 2008’de AB süreci ile birlikte Türkiye genleşiyor. Kabına sığamıyor taşıyor. O koyu siyah çizgiden sarı çizgili alana geliyoruz.
Sonra siyaset egemen oluyor ve 2022’de Türkiye artık genleşmeyi bırakıyor, süratle büzüşüyor. Bu durumda o kırmızı çizgi yeni sınırlarımızı çiziyor. Ben size söyleyeyim, biz buraya sığmayız. Bakın burada yapılacaklar için bütçeden kaynak ayırmak filan da gerekmiyor.
O dönemde Fatih Özatay Hoca ile Merkez Bankası’nın yalnızca siyasetten, hükümetten değil IMF’den de bağımsızlığının önemi konusunda ne çok konuşmuştuk. 2001 programı dönemi öyleydi. Türkiye ne yapmak istediğini biliyordu. Bu Pazar, ChatGPT’ye “Türkiye’nin bugünlerde nasıl bir ekonomi programına ihtiyacı var?” diye sorduğumda, aldığım cevaplara bakarken aklıma bir de o günler geldi doğrusu.
Daha önce yaptık, yine yaparız
Yaptık, yine yaparız diye düşünüyorum ben. Hadisenin bir Türkiye’nin verili koşullarını göz ardı etmeyelim boyutu olduğu doğru ama bu “biz zaten bize benzeriz, yerli ve milli politika gerekir bize” diye hemen çukur kazmaya başlamakla da sonuçlanmamalı. Türkiye’nin bu nisan ayında on ay önce başlayan rasyonel ekonomiye dönüş sürecini kapsamlı bir ekonomik programa dönüştürmesi gerekiyor. Bize hangi yapısal reformlar gerekiyor diye bakarsanız grafiğe, en çok nerede büzüşmüşsek işte ilk önce oradan başlamak lazım.
İyi bayramlar, efendim. Artık nasıl dilerseniz, Şeker Bayramınızı ya da Ramazan Bayramınızı tebrik eder sevdiklerinizle mutlu bayramlar dilerim.
Bu köşe yazısı 08.04.2024 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024