TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Seçim biteli iki ayı geçti. Yeni hükümet kuruldu. Merkez Bankası başkanı değişti. Ama hala ne olacağını bilmiyoruz doğrusu. Daha bırakın peşrevden öteye geçmeyi, peşrev tamamlanamadı bile. Neden? İçinde bulunduğumuz çukuru kazanlar zevkle kazanlar hala etrafta benim gördüğüm.
Bugün içinde bulunduğumuz çukur kader değildi, bile isteye şevkle kazıldı. Önce onu tespit edelim. 2018’den beri hatalar başarı gibi sunulup üzerine destanlar yazılmadı mı? Madem başarıydı, milletin makus talihini yeniyor, Türkiye ekonomisinde yapısal değişim yapıyorduk, seçimden hemen sonra neden alelacele bakanı ve Merkez Bankası başkanını değiştirdik? Bizi bir çukura düşürdükleri için, liyakatsiz oldukları için tabii ki. Buna şüphe yok. Yoksa değişiklik olmazdı.
Önce neticeye sebep aramayı bırakalım
Peki, biz bu çukura nasıl düştük? Şimdi liyakatsiz olanlar gidip liyakatli olanlar gelince bu iş çözülür mü? Ortada bir derin belirsizlik var doğrusu. Enflasyon Raporu açıklandı. Yeni Merkez Bankası guvernörümüz göz kamaştırıcı bir performans sergiledi. Elbette bunda “baz etkisi”nin de önemli bir katkısı oldu.
Şimdi hala hem biz bu çukura nasıl düştük konusu doğrusu tam olarak aydınlanmadı hem de buradan nasıl çıkacağımız belirsiz. Bu yıl sonuna doğru yüzde 60’a doğru patlayacak enflasyonun yüzde 5 hedefine nasıl oturtulacağını, Banka’nın önümüzdeki günlerde neler yapacağını hala açıklıkla bilmiyoruz. Ne yaptı da bugüne geldik bakın orası da meçhul. Konuşmuyoruz.
Halbuki rahmetli Demirel hadiseyi pek güzel özetlemiş vaktiyle, Tanıl Bora’nın titiz kaleminden çıkan “Demirel” biyografisinde okudum. Doğrusu ya ben bilmediklerimi öğreniyor, bildiklerimi de yeni bir ışıkta görüyorum Sayın Tanıl Bora sayesinde. Oradan bir alıntı yapmak isterim “biz bu çukura nasıl düştük?” bahsinde.
Rahmetli Demirel 1980’lerde “Batı, sebepten neticeye gider. Yani sebepleri alır, tahlil eder, terkip eder, neticeyi oradan çıkarır”, “Doğu (ise) neticeyi farz eder, ona sebep arar.” diye muhteşem bir tespitte bulunuyor. Neticeyi varsayıp, veri kabul ediyorsunuz ve ona sebep arıyorsunuz. İşte bundan bu çukurdayız.
Yıllar önce TEPAV’ı kurma çalışmaları sırasında Türkiye’yi tanıyan ve Amerika’daki düşünce kuruluşu geleneğini bilen bir yabancı dostum “Sen Türkiye’de bizdeki gibi bir düşünce kuruluşu kuramazsın, çalıştıramazsın, Türkiye’de olmaz” demişti, Demirel’in “kartezyen düşünce eksikliği” olarak tespit ettiği aynı probleme işaret ederek.
“Biz bir hadise hakkında bir neticeye varmak için önce o hadiseyi inceler ve bir neticeye vararak politika önerisinde bulunur ve bir nevi taraf oluruz. Siz, Türkiye’de bir hadise hakkında bir neticeye, politika önerisine varmak için önce taraf oluyorsunuz sonra hadiseyi o neticeye, o politika önermesine ulaşmak için incelemeye başlıyorsunuz.” Nedir? “Neticeye sebep aramak” bir nevi. Sonuç? “Semptom tedavisinden kördüğüm” dediğim bu işte. Bugünkü halimiz işte. Şimdi bu zihniyet aynı kaldıkça bir şey değişir mi? Hayır.
Bugün “faiz sebep, enflasyon netice” olur yarın bir başka hadise. İktisat politikası alanındaki kördüğümün nedeni nedir? İşte bu, kısa vadeli çıkarlar için, her an her tür “neticeye sebep aramaya” hazır zihniyettir. Neden bu çukurun içindeyiz? Neticeye sebep aramaya meyilli mebzul miktarda liyakatsiz eleman olduğu için. Şimdi üç tanesi daha gidince işler kendiliğinden yoluna girer mi? Hayır.
Peki, şimdi yeşil para politikasının önü açıldı mı?
Soruyu sanırım şöyle sormak lazım, bugün itibariyle eksik olan nedir? Kapsamlı bir program çerçevesi ve ileriye yönelik bir anlatı eksiktir. Dünya ile uyumlu, zamanının farkında olan bir anlatı eksiktir. Yalnızca finans kesimini teskin etmek için değil, “önümüzdeki ayın girdi ithalatını yapabilmek için gereken dövizi bugün de bulamadım, yarın bulur muyum?” endişesinden reel sektörü kurtarmak için de eksiğimiz işte bu ileriye yönelik anlatıdır. Yoksa girdi ithalatı döviz yokluğundan bugünkü gibi tehlikeye girerse şirket doğal olarak küçülür, çalışanlarını işten çıkarır. Türkiye’deki değişimin nedeni bu tehlikenin farkına en üst düzeyde varılmış olmasıdır. Şimdi işin gereğini de o nedenle beklemek gerekir.
Şu noktada, liyakatsiz kadrolardan liyakatli kadrolara doğru geçerken biz hala Merkez Bankası’nın önümüzdeki dönemde politika faizini artırıp artıramayacağını konuşuyoruz. Sormadığımız nedir? “Peki, şimdi yeşil para politikasının önü açıldı mı?” diye sormuyoruz mesela. Dünyada merkez bankaları ile ilgili ne konuşuluyorsa burada da onun konuşulması gerekmez mi? Gerekir.
Türkiye’nin yeşil finansman konusunda gerekli adımları nasıl atacağını da hiç konuşmuyoruz. Zaten konuşmaya başlasak Kavcıoğlu liderliğinde bir Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ile olur mu diye de sormaya başlamak lazım. Ne yapacağız? Banka bilançolarında iklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkacak yeni risklerin tanımı ve bu konuda alınacak önlemlerle ilgili yetkileri orası liyakatli diye Merkez Bankası’na mı taşıyacağız? Peki, ya diğerleri?
Dünün iyi projeleri bugünün hatalı projeleri olacak pek yakında
Şimdi şöyle bir düşünün. İklim değişikliği gündemi nedeniyle, düne kadar muhasebe sisteminde kullandığımız parametreleri süratle gözden geçireceğiz. Bundan böyle her bir projeyi değerlendirirken o projenin gezegenimize olan maliyetini de hesaba katacağız. Nasıl arsa bedelini, arsa bize ait olsa bile hesaba katmak gerekiyorsa şimdi her bir projenin karbon ayak izini, su ayak izini ve atık yönetimini dikkate aldığımızda eskiden kârlı olan projeler artık kârlı olmayacak, hatta zararlı olacak. Bilançolardaki iklim değişikliği riskleri, o projeleri finanse eden bankaları da olumsuz etkileyecek.
Siz bu ülke topraklarında bu riskleri dikkate almasanız bile, o riskleri ölçmek uluslararası dolar piyasasına ehven şartlarda girmek için ön koşul olacak. Termik santral projeniz varsa, size kredi sağlamış olan banka daha riskli kabul edilip daha yüksek maliyetle finansman sağlayacak. Termik santral sahibi bir şirketler grubu iseniz uluslararası finansman imkanlarınızın kısıtlandığını göreceksiniz.
Hele mesela Milas’ta yeterince ileriyi göremeden girdiğiniz bir termik santral projesinden çıkmak için devletten alacağınız adil geçiş tazminatını hesaplamaya başlamak yerine, daha çok kömür çıkarmak bakanlığın size verdiği yetkiyi kullanarak ağaç kesmeye başladığınızda yalnızca risklerinizi artıracaksınız. Finansman koşullarınızı zorlaştıracaksınız. Yeni dünya böyleyken böyle. Ben size söyleyeyim, bürokratların bugün ne dediklerine bakmayın, çok yakında hepsi ağız değiştirecekler. Risk sizde kalacak. Bakın not edeyim, aklınızda kalsın.
Akdeniz’in iklim değişikliği kaynaklı riskleri değişim sürecini hızlandıracak
Türkiye gibi dışa açık olan ve heybesinde satacak pamuğu olan dinamik bir sanayi ülkesinin küresel yeşil dönüşüm sürecinin dışında kalma ihtimali yok. Bu alışmadığımız rekor hava ve deniz sıcaklıkları, özellikle Akdeniz’de yoğunlaşan iklim değişikliği kaynaklı tehlike işaretleri, Türkiye’de yeşil mutabakat düzenine intibakın hızlı olmasını sağlayacak. Bu çerçevede, merkez bankasının reeskonta neyi kabul edeceğine bakarken yakında karbon ayak izi, su ayak izi gibi kriterler görmeye başlayacaksınız, sakın şaşırmayın.
Ama nedir? Hangi tür yatırımların, hangi tür kredilerin kriterlere uygun olduğuna ilişkin “Yeşil Sınıflandırma” çalışmaları İklim kanunu ile hız kazanacak. Emisyon ticaret sistemi (ETS) ve karbon fiyatlaması ve karbon vergilemesi yine iklim kanunu ile gelecek. Türkiye geçenlerde Avrupa Birliği (AB)’nin hala stratejik önceliği olduğunu açıkladı.
Üstelik en yetkili ağızdan vize serbestisi ve Gümrük Birliği Modernizasyonu konusunda istekli olduğunu da açıkladı. Vize serbestisi kolay ama Gümrük Birliği Modernizasyonu dekarbonizasyon demek. Uluslararası mahkeme kararlarına uyumdan hemen sonra ETS ile ilgili adım demek. Bu da karbon vergilemesi demek. Buradan yeşil sınıflandırmaya, oradan banka bilançolarına yeni risk parametreleri ile bakmaya başlamak uzak değil demek.
Çok işimiz var diye boşuna söylemiyorum bakın. Yalnızca artan riskler yok, çeşitlenen ürün gamı ve ortaya çıkan yeni yatırım fırsatları da olacak. Daha Orta Asya’dan Körfez’e yeşil dönüşüm sürecinde Türkiye’ye düşen rol meselesi var ki bu yazıya zaten sığmaz.
Demem o ki, bu liyakatsiz kadrolardan liyakatli kadrolara geçişe bakarken aslında şimdi buradan yeşil para politikası çıkar mı diye düşünmeye bir an önce başlamak lazım esasen. İleriye yönelik dünyanın farkında, kapsamlı anlatı bana sorarsanız bu süreçte son derece önemli. Türkiye akıldışından akla uygun olana geçerken Mart 2024’ün ötesini hedeflemezse Mart 2024’e çok kötü iktisadi şartlarda girer. Söylemiş olayım.
Başlangıcın sonuna yoksa artık geldik mi?
Churchill 1942’de İngilizler Mısır’da Almanları yenince “Bu son değil. Hatta sonun başlangıcı da değil, olsa olsa başlangıcın sonu” (Now this is not the end. It is not even the beginning of the end. But it is, perhaps, the end of the beginning) demişti. Bu başarı ile savaş bitmez ama savaşın gidişatı değişir manasına.
Şimdi Merkez Bankası’nın Enflasyon Raporu sunumu ve yeni atamalar için de benzer bir değerlendirme yapılabilir. Artık ne olmayacağı belli olduğuna göre, ne olacağını konuşmaya başlayabiliriz.
Artık peşrevden şarkıya sanki geçebiliriz. Peki, hakikaten başlangıcın sonuna yoksa artık geldik mi? Hele bu hafta Cumhurbaşkanlığı kurullarında ne olduğunu da bir görelim karar veririz. Kim bilir?
Bu köşe yazısı 31.07.2023 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024