TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Petrol ambargosu terimi 1970’lerden kalma aslında ama bakın bu hafta yeniden ortaya çıktı. 1973 yılındaki petrol ambargosu bugünkünden farklıydı. O vakit, Suudi Arabistan liderliğinde petrol ihraç eden ülkeler, 1973 Arap İsrail savaşını protesto ederek petrol kotalarını azaltmışlardı. Satıcılar daha az satmaya karar vermişlerdi. Bu kez ise, konu alıcının almaktan imtina ermesi. Petrol almaktan değil, Rus petrolü almaktan kaçınması.
Amerikalılar kendi limanlarının Rus petrolünün satışında kullanılmaması ve Rus petrolü ithal edilmemesi konusunda ilk adımı attılar geçtiğimiz hafta. İngiltere 2022 sonuna kadar kademeli olarak bu ambargoya katılacağını açıkladı. Viyana’daki toplantıda ise, Avrupa Komisyonu’nun ambargo ve olası etkileri konusunda kapsamlı bir çalışma yapması kararı çıktı.
Bu arada, en son, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Antalya Diplomasi Forumu’nda, NATO ülkelerinin Rusya’ya petrol ambargosunu desteklemelerinin önemini vurguladı. Ukrayna’da savaşı finanse etmekten kaçınmak için ambargonun önemi vurgulanıyor. İsterseniz hadise nasıl buraya geldi, bir bakalım öncelikle.
Rus Saldırısı giderek virüs saldırısına benzemeye başladı
Rus saldırısı artık giderek aynı virüs saldırısına benzemeye başladı. Aynı virüs saldırısında olduğu gibi bilinmeyen yeni bir gelişme karşısındayız kanımca. Ukrayna’ya Rus saldırısı ilk başladığında, bu işten hiç anlamayan biri olarak, günlerle ifade edilebilecek bir operasyon karşısında olduğumuzu düşündüğümü en başından itiraf etmek isterim.
Malum bir iktisatçı için “Bu işin Türkiye’ye maliyeti ne olur?” sorusunun doğru analizi öncelikle hadisenin müddetinde yatıyor. Doğrusu başlangıçta aklımda 1938’de Nazi’lerin Avusturya’yı Almanya’ya ilhakı (Anschluss) vardı örnek olarak.
Halbuki öyle olmadı. Ukrayna’da işbirlikçiler çıkmadı, günler haftalara döndü,. Şimdi hadisenin müddeti olarak bakıldığında, haftaların aylara, ayların çeyreklere, çeyreklerin yıla dönebileceği bir sürecin içindeyiz. Aynı COVID-19 virüsünün saldırısı sırasında olduğu gibi. Orada da, Ankara’da “bu hadise üç ay içinde, Haziran 2020’de biter” yaklaşımı olduğunu hatırlıyorum. Hatta Fatih Özatay’la tam da o nedenle “COVID-19 salgını birkaç çeyrek sürerse?” diye bir analiz yazdığımızı da hatırlıyorum o dönemde. Hadisenin ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Şimdi de öyle diye düşünüyorum ben doğrusu.
Ukrayna, 1938’deki Avusturya ya da 1999 yılındaki Çeçenistan değil
Rusya’nın nüfusu 2020 yılında yaklaşık 145 milyon civarındaydı. Ukrayna’nın nüfusu ise 45 milyon kadar. Putin Çeçenistan’da duruma hâkim olmak için Grozny’yi yerle bir etti. Çeçenler ülkelerini terk ettiler. Ama Çeçenistan’ın nüfusu 1,2 milyon yüz ölçümü ise yaklaşık 17.000 kilometre kareydi.
Ruslar, Avusturya’nın yaklaşık 7 katı büyüklüğünde bir yüzölçümüne sahip Ukrayna’ya saldırdılar. İçeride yerli işbirlikçiler de yok üstelik. Şimdi bazı analistler “Ruslar Çeçenistan’da da böyle yaptı, Ukraynalıları göçe zorluyorlar” diyorlar. Mart ayının 11’i itibariyle Avrupa’ya doğru göç eden Ukraynalıların sayısı 2,5 milyon oldu. Ukrayna nüfusunun yaklaşık yüzde 5,5’i şimdilik.
Rakamları karşılaştırınca, Ukrayna söz konusu olduğunda mertebenin çok daha kocaman olduğunu tespit edebilmek mümkün sanırım.
Rusya da Afganistan değil ama…
Petrol ambargosunun Rusya ekonomisi için ciddi bir darbe olduğu ortada. Ama Rusya bir Afganistan gibi de değil şimdi. Rusya bir sanayi ülkesi değil, toplam ihracatının içinde imalat sanayii ihracatının oranı yüzde 30’ları aşmıyor. Esasen doğal kaynak ve tarım ürünleri satıyor. IMF verilerine göre, toplam petrol ihracatı yaklaşık 200 milyar dolar civarında son iki yıla bakarsanız. Bizim ihracat rekoru kadar yalnızca petrol satıyor. Bir de bunun dörtte biri büyüklükte doğal gaz ihracat gelirleri var. Bunlar petrol fiyatlarının son artışı hariç rakamlar üstelik. Bir nevi, Rus milli gelirinin yaklaşık beşte birinden bahsediyoruz yalnızca petrol ihracatına bakınca. Önemli yani.
Bu çerçevede, bütçe gelirlerinin yaklaşık yüzde 20’si petrol kaynaklı gelirlerden oluşuyor. Federal hükümet bütçe gelirlerinde petrol kaynaklı gelirlerin ağırlığı ise yüzde 35’e kadar çıkıyor. Petrol fiyatlarının şimdiki seviyesi ile bakınca, petrol ambargosu ile aslında kamu gelirlerinin ve hatta milli gelirin ise yaklaşık dörtte birini ortadan kaldırabilmek mümkün. Teorik olarak.
Nedir? Teorik olarak bakarsanız, Rus milli gelirinin dörtte birini ortadan kaldırmak demek, ciddi bir ekonomik daralma ve diğer yaptırımlarla birlikte ekonomide bir ani duruş ihtimali yaratabilmek demek. Afganistan’da milli gelirin yaklaşık yüzde 40’ını oluşturan yardımlar ortadan kalkınca bir ani duruş oldu. Ama Rusya, Afganistan değil elbette. Onu da not edeyim.
Hiç Rusya’nın müşterilerine baktınız mı?
Rusya’nın petrol, doğal gaz ve kömür ihracatının yüzde 55’i Avrupa Birliği’ne gidiyor. Bundan sonra bir yüzde 13’lük pay ise Japonya, Güney Kore ve Singapur’a gidiyor. Çin’in Rusya’nın ihracatı içinde payı yalnızca yüzde 18. Böyle bakınca ne görünüyor? Amerika’nın Rusya’dan aldığı petrol, doğal gaz ve kömür yok. Ama bizim var doğrusu. Hani Amerikalılar bir ambargo başlattı ama zaten Rusya’nın müşterileri arasında yoklar.
Peki, Türkiye açısından bakıldığında nasıl görünüyor? Petrolümüzün yüzde 37’sini Rusya’dan alıyoruz rakamlara bakarsanız. Kömür ithalatımızın yüzde 35’i de Rusya’dan. Mineral yakıtlarda bağımlılığımız yüzde 28 olarak ölçülüyor.
Bunların dışında, demir çelik yarı mamullerinde yüzde 58 bağımlılığımız. Alüminyum tel ithalatında yüzde 51 Rusya’ya bağımlıyız. Ama daha sorunlu olan bölümü de var. Buğday ithalatında Rusya bağımlılığımız yüzde 58 civarında. Ukrayna’dan ithalatı da eklerseniz buğdaya bakarken bağımlılık yüzde 80’e çıkıyor. Yağ ithalatımızın yüzde 45’i Rusya’dan, Ayçiçekte bu oran yüzde 80’e çıkıyor. Daha ne diyeyim?
Türkiye’nin toplam dış ticaret açığının yüzde 47’si Rusya kaynaklı 2021 yılı itibariyle bakarsanız. Burada ilginç olan durum şu. 2012-2017 yılları arasında toplam dış ticaret açığımızın yüzde 23’ünü Rusya’ya karşı veriyormuşuz. 2018-2021 arasında toplam dış ticaret açığımızın yüzde 51 Rusya kaynaklı olmuş.
Nedir? Bakanlıkların müsteşarlıklarını kapatıp memleketin politika tasarım ve değerlendirme kabiliyetini iptal ettiğimizden beri Rusya’ya olan bağımlılığımızı iki katına çıkarmışız benim gördüğüm. Geçenlerde doğal gaz Rusya’dan, kömür Rusya’dan, nükleer enerji santrali? O da Rusya’dan nedir bu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın Rusya sevdası demiştim. Meğer hadise daha da vahimmiş. Çok kötü yapmışız. Ne diyeyim?
Peki, buradan ne çıkar? Yeşil Yeni Mutabakat ile zaten yeni bir dünya kuruluyordu. Hidrokarbon maliyetleri nasıl olsa yükselecekti. Geçiş dönemini yönetmek problemliydi. Siyasetçilerin bu işi nasıl yapacakları tartışmalıydı.
Öyle anlaşılıyor ki, Rus saldırganlığı Batılı siyasetçilere süreci hızlandırmak ve artan pompa fiyatlarını izah edebilmek için bir neden vermiş oldu. Amerika’da benzin pompa istasyonlarına yakında Putin’in resmini koyarlar: İşte yüksek fiyatların sorumlusu diye.
Şimdi buna bakıp, Avrupa Birliği neden anında ambargo koymadı diye anlamak mümkün sanırım. Ama öyle anlaşılıyor ki, Rusya’ya karşı petrol ambargosu konusunda çalışmalar yavaşlamayacak, hızlanacak. NATO Genel Sekreterinin Antalya’daki demecini de bu çerçevede görmek lazım sanırım.
Doğrusu ya, Türkiye’nin tek bir ülkeye karşı, 2018 sonrasında çeşitlenen mutlak bağımlılığını aşmak için Yeşil Yeni Mutabakat süreci büyük bir fırsat. Şimdi memleketin çıkarlarına uygun bir geçiş dönemi stratejisini bir an önce tasarlamak gerekiyor. Artık sallanmayı bırakın, ciddi olun, işinize odaklanın.
Nereden başlayalım? İklim değişikliği gündemi etrafında bütün bakanlıkları içeren koordinasyon mekanizmasını daha da güçlendirelim. Bakanlıklarımızın ortak bir dil konuşması gerektiğini, karar alma sürecinin daha iyi tasarlanmış olması gerektiğini, artık bir tür DPT’ye yeniden ihtiyaç duyduğumuzu anlamış olmalıyız.
Bu köşe yazısı 14.03.2022 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024