TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
2021 yılının iktisat politikası gündemi açısından en dikkat çekici hadisesi ne olabilir? Doğrusu ben birinciliği Federal Reserve Bank of Saint Louis’nin bu yıl kurduğu İktisadi Eşitlik Enstitüsü (Institute for Economic Equity)’ne verme eğilimindeyim doğrusu. Şimdi soru şu elbette: Bir merkez bankasının iktisadi adaletle ne alakası olabilir? Doğrusu ben bu gelişmenin pek çok noktayı birbirine bağlamaya yardımcı olduğunu düşünüyorum.
Nedir şimdi bu? Geçen haftalarda G7 Zirvesi hazırlıklarından sızan, “Washington Mutabakatı’ndan, Cornwall Mutabakatı’na” bilgi notunu haklı çıkartıyor sanki. Kapsamlı bir değişiklik mi, yoksa geçici bir heves mi? Aklımdakini anlatayım.
Büyümenin kapsayıcı olanı makbul, ne pahasına olursa olsun olanı değil
İlginç bir dönemden geçiyoruz. Atlantik’in iki yakasında virüs sonrası toparlanmanın yeşil-dijital dönüşüm odaklı kamu yatırımları ile şekilleneceği görülüyor artık. Bu, NATO’dan beri en kapsamlı yeniden yapılanma girişimi. Bildiğimiz dünya bir nevi yeniden şekilleniyor.
Öyle anlaşılıyor ki, kimse dünün hatalarını devam ettirmek istemiyor. İstenen yalnızca bir ekonomik toparlanma değil, kırılganlıkları azaltan sürdürülebilir bir ekonomik toparlanma. Bölgesel dengesizlikleri ve kırılganlıkları artıran bir ekonomik büyüme sürecinin neye mal olduğunu Trump iktidarı ve Brexit kararı ile hep birlikte gördük.
“İhmal edilen yerlerin unutulan ahalisi”nin, hıncını nasıl seçim sandığında çıkardığını, gazetemizde birkaç kere yazdım. Büyümenin “kapsayıcı” (inclusive) olanı makbul artık, “ne pahasına olursa olsun” olanı değil anladığım. İlk kelime bu: Kapsayıcılık.
Neden düşük faiz zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor?
2008 küresel krizi ile başlayan ve pandemi ile devam eden kontrolsüz parasal genişleme süreci, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yaptı. Neden? Zenginin krediye erişimi her zaman yoksulun krediye erişiminden daha kolay olduğu için elbette. Banka açısından zengine, daha önceden kredi açtığı birine yeniden kredi açmanın maliyeti her zaman daha düşük. Aksi takdirde, daha önceden bankaya erişimi olmayan biri hakkında malumat edinmenin düşük olmayan bir maliyeti var.
Türkiye’de benim bu konuda hatırladığım tek çalışma, Merkez Bankasının Güncesinde yayımlanmıştı. (Sümer, T.P. ve G.Y. Güngör (2018) “KGF kefaletli kredilerin krediye erişim, maliyet ve vade açısından rolü” bknz.)
Kredi Garanti Fonu (KGF) tarafından sağlanan kredilerin kahir ekseriyetinin daha önceden bankadan kredi kullanmış, krediye erişimi zaten olanlara gittiğini gösteriyordu. Halbuki KGF’nin varlık nedeni, banka erişimi olmayanların banka kredisine erişimini temin etmekti.
2016’dan 2017’ye bakıldığında “..firma sayısı olarak üçte bir ve kredi tutarı olarak % 8,4’lük kredinin sisteme yeni dahil olduğu söylenebilir” diyordu ilgili çalışma.
Türkiye, 2018’den beri kapsayıcı bir biçimde büyüyemiyor, yoksullaşma artıyor
Sonunda ne oldu? Türkiye 2020’deki pandemiye zaten iktisadi kriz ortamında girmişti. Türkiye, 2003-2018 arasında kapsayıcı bir biçimde büyümüştü. Bu dönemde, yoksulların sayısı yüzde 77 azaldı yapılan çalışmaya göre. Fakat, 2019 yılında memlekette yoksul sayısı 1,5 milyon kişi arttı. Sonra COVID-19 pandemisi geldi. Yoksul sayısı 1,5 milyon kişi daha arttı. Türkiye, pozitif büyüdü ama büyüme kapsayıcı olmaktan çıktı.
Hal böyle olunca, Merkez Bankası bünyesinde, iktisadi eşitlik ve adalet konusunda veriye dayalı analizler yapmak üzere bir merkez oluşturulması da makul görünmeye başladı bana doğrusu. Amaç, Merkez Bankasının hedef fonksiyonu içinde eşitsizlikleri azaltmak da olsun demek değil, bana sorarsanız. Yalnızca bankanın attığı taşın yol açacağı sonuçlarla ilgili veriye dayalı daha ayrıntılı analiz yapabilme ihtiyacı.
Neden dijital pazaryerlerindeki firmaların yarısı İstanbul’dan?
Özellikle virüs sonrası toparlanma döneminin politika çerçevesi tasarlanırken, bu veri meselesi çok daha önem kazanacak. Kapsayıcılık açısından daha ayrıntılı analizler yapmamız gerekecek.
Mesela dijital dönüşüm kamu politikası tasarlıyorsunuz. Ne yapacaksınız? Şirketlerde dijital dönüşüm farkındalığı yaratacak eğitim programlarını mı destekleyeceksiniz? Şirketlerin e-ticaret platformlarındaki pazaryerlerinde işyeri açmasını mı destekleyeceksiniz? Halbuki bakın ekteki grafiğe.
Buna göre, Türkiye’de toplam nüfusun yüzde 18,5’i İstanbul’da yaşıyor. Toplam şirketlerin yüzde 28,7’si İstanbul’da. Elektronik ticaret platformlarındaki pazar yerlerindeki şirketlerin ise yüzde 42,8’i İstanbul’dan. Bu ne demek?
Dijital dönüşüm sürecinde esasen İstanbul firmaları var demek. Şimdi mevcutlara destek verirseniz, bu çarpık yapılaşma bitmez daha da derinleşir. Peki neden böyle? İstanbul’un altyapısı iyi. Kilometrekare başına fiber optik kablo uzunluğunun Türkiye ortalamasının çok üzerinde olduğu yer İstanbul. Halbuki o kablo ağı, “verilerin sınırları aştığı” yeni dünyanın ana ticaret omurgası.
Türkiye’nin kahir ekseriyeti ise, gördüğünüz gibi, ortalamanın altında yer alıyor. O vakit, Avrupa Tek Pazar’ı Avrupa Dijital Pazar’ına dönüşürken, bir Balıkesir’in bu dönüşümden olumlu etkilenme şansı ile bir İstanbul’un şansı aynı değil.
Şimdi düşündükçe doğrusu, kapsayıcılığın ve kırılganlıkları engellemenin, içinde bulunduğumuz bu yeşil-dijital geçiş sürecinde neden önemli olduğunu görmek mümkün oluyor. Özellikle bu geçiş sürecinin politikalarını tasarlarken, yerelden düşünmek, yerelin nasıl etkileneceğini özel olarak ele almak önem taşıyor bana sorarsanız. Artık kamu yatırımlarının, destek sistemlerinin daha fazla malumata dayalı olarak, daha iyi veri setleri ile tasarlanması gerekiyor. Tek tip çözümlerle kapsayıcılık olmaz. Bu da ikinci husus.
Dünya değişiyor. Yeşil-dijital dönüşüm süreci, özel sektör ile kamu arasındaki ilişkiye yaklaşım biçimimizi de değiştiriyor. “Washington Mutabakatı’ndan, Cornwall Mutabakatı’na mı geçiyoruz?” diyenlerin aklında, piyasanın, kamunun yeşil-dijital dönüşüm odaklı yatırım tercihlerine dayalı olarak yakından yönlendirildiği bir yeni teknolojik sıçrama ve kapsayıcı büyüme dönemi var sanki. G7’nin Cornwall, İngiltere’deki toplantısına atfen böyle diyorlar. Bu da üçüncü husus.
Benim anladığım yalnızca şu şimdilik: Artık kamu ile özel sektör arasındaki diyalog kanalının yeniden düşünülmesi gereken bir sürecin başındayız, bana sorarsanız. Aynı internet altyapısında olduğu gibi, bant genişliğinin artması, ping’in küçültülmesi ve daha önemlisi istikrara kavuşturulması gerekiyor. Kamu ile özel sektör arasındaki iletişimde hız kadar, hızın güvenilir olması, bir azalıp, bir artmaması da önemli.
Çok işimiz var çok. Bu iklim değişikliği gündemi, yeşil-dijital dönüşüm süreci, Ankara’nın idari sisteminin, veri üretim altyapısının yeni baştan düşünülmesini zorunlu hale getiriyor, bana sorarsanız.
Bu köşe yazısı 14.06.2021 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024