TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Hacı Bayram Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kamil Coşkun ve Dr. Öğretim Üyesi Ali Baltacı Hocalar, beş ilahiyat fakültesinde dokuz yüz öğrenci ile bir çalışma yapmış. Çalışmasının sonuçlarını akademik bir makale ile duyuracaklar. Ama bu çalışmadaki iki sonucu çok önemli buldum. Coşkun ve Baltacı öğrencilere "inandığım dinin öğretileri, Asr-ı saadetten sonra yetim ve sahipsiz kalmıştır” demiş, öğrencilerin %57'si buna katıldığını söylemiş. “Dünyada sürekli bir kötüye gidiş vardır ve kıyamet çok yakındır” deyince de öğrencilerin %76’sı buna da katıldıklarını söylemişler...
Öğrencilerin bilerek ya da bilmeyerek İslam Tarihi konusunda Selefî ve oryantalist tezlere yakın durması beni tedirgin etti. Çünkü Selefî ve radikal akımlar, İslam’ı Asr-ı saadet ile sınırlandırarak Asr-ı saadetten sonra İslam’ın hakiki ve gerçek manada yaşanmadığını, bozulduğunu ileri sürerler. Böylece Asr-ı saadetten sonra Müslümanların düşünce alanında yaptığı tüm katkıyı reddederek, onun bid’at/dinde olmayan uygulamalar olduğunu söylemiş olurlar.
Oryantalistler ise biraz daha ileri bir tarihe götürüler bunu. Bazen İmam-ı Gazali hazretleri ile birlikte 11. Yüzyılı bazen de Moğol saldırıları ile birlikte 13. Yüzyılı sınır kabul ederler. Buna göre 13. Yüzyıldan sonra Müslüman dünyada sürekli bir kötüye gidiş hâkim olmuştur. İslam dünyası gerilemiş, düşünce ve ilim olarak hiçbir şey ortaya koyamamıştır. Her iki söyleminde ortak özelliği, Müslümanları mazileri konusunda karamsarlığa, gelecekleri konusunda da ümitsizliğe düşürmelidir.
Eğer İslam yalnızca belirli bir dönem hakkıyla yaşanabilmiş ise, ondan sonra gelen yüzlerce âlim, evliya ve umera görevlerini yapamayacak kadar acz içine düşmüş olmaz mı? Müslümanlar 13. asırdan sonra karanlık çağı yaşamaya başlamışlarsa, Selçuklular ve Osmanlılar dönemi İslam’ın en geri dönemleri kabul edilmez mi? Bu durumda çağdaş bir Müslüman için "Gelenek" anlamsızlaşır, değersizleşir. Tarih kötülüklerin egemen olduğu değersiz bir çamura dönüşür. Geçmişle sağlıklı bir ilişki kuramayan toplumlar çürümeye başlar. Bu tıpkı toprağın köklerini reddettiği ağaçlar gibidir.
Selefî ve oryantalist tezlerin bizim neslimize bıraktığı en büyük kötülük, hiçbir şeyi kabul etmeyen, hiçbir şeye saygı duymayan, her şeyi ve herkesi insafsızca eleştiren ama kendine tapan bir çılgınlık bırakmasıdır! Bu nihilizmin sonucunda Gelenek sağır ve dilsiz, tarih örnek alınması gereken bir miras değil bir ölü yığınına dönüşmüştür.
Ve maalesef bunun sonu Kur’ân ve Hadis mealciliğidir. Geleneğin bir süreklilik içinde sahih ve makul biçimde dine ilgi duyan yeni nesle aktarılamaması, onu terk ederek her şeyin düzelebileceği gibi yanlış bir inanca sevk etmiştir. Onlara göre zaten geçmişte gerçek İslam’ın yaşanmadığı bir yığın hurafeyle doludur. Geleneği sırtından atan bu mealciler, yeni neslin bu topraklardaki kökleriyle yeniden temasa geçmesine engel olmakta, zihinleri bulanıklaştırmaktadır. Bu nedenle Kur’ân ve Hadis mealciliği geleneğin ışığı olamadan karanlıklardan beslenen bir yarasa gibidir.
Oysa tarihin bu kötümser ve nihilist yorumu, bizatihi Kur’ân’ın ruhuna terstir. Allahü teala bize yalnızca belirli bir dönemde anlaşılabilen bir din indirmemiştir. İslam tüm zaman ve mekânlara hitap eden bir dindir. Tarih pozitivist ilerlemecilerin öne sürdüğü gibi sürekli ileriye doğru ilerlemez. Her asırda iyi ve kötü bir arada da bulunabilir. İbn Haldun’un ifadesiyle tarihte sürekli iniş ve çıkışlar vardır. Her iniş yeni bir çıkışın başlangıcıdır, her kriz yeni bir yükselişin habercisidir. Ne mutlak kötüye ne mutlak ileriye doğru hareket eder tarih. Fakat bu iniş ve çıkışlarla birlikte tarihin ilerleyişi ve arayışı tekâmüldür.
Tarihin bir tekâmül süreci olarak görülmesi iyimser bir gelecek fikrinin de temelidir. Dolayısıyla bu bakış geçmişi ne kuru kuruya yüceltmeyi ne de Geleneği tümden karanlık bir çağ gibi atmamız gereken bir ölü yığınına dönüştürür. Aksine Geleneği süreklilik içinde kavrayarak, güçlü bir ağaç gibi bu topraklara kök salarak geleceği planlamayı gerektirir. Hazreti Peygamberin oluşturmayı arzu ettiği ideal toplumu kurma sorumluluğunu omuzlarımıza yükler.
Bundandır ki, İslam sürekli bir ideal ve mükemmeliyet arayışının itici motorudur. Hiçbir dönemde, İslam’ın tüm hedefi ve amacını tüketen bir ideal durumun tümüyle gerçekleştirdiğini düşünemeyiz. Bu imtihanın sonu olur. Oysaki her toplumun kendi imtihanı vardır. İnsanlığın imtihanı kıyametle son bulur. O ana dek, her çağ ve her çağın Müslümanları Ebu Hanife hazretlerinin deyişiyle imanda eşitlik ilkesiyle yaşadıkları ana bir eser bırakma yarışı içindedirler.
Bu nedenle Kur'ân iyimser bir tarih algısının en güçlü temellerini sunar. Bakara suresi 30. âyeti kerimede "Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dedi. Onlar; "Seni övgüyle yüceltip takdis eden bizler dururken, orada bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?" dediler. (Allah) "Sizin bilmediğiniz (çok şey var, onları) Ben bilirim!" diye cevapladı. İnsanın yaratılış aşamasında meleklerin kötümser bir gelecek düşüncesiyle İlahi fiili anlayamamaları karşısında Allah’ın onlara, bu düşüncelerinin bilgisizliklerinden kaynaklandığını söylemesi, insana olan güvenini ortaya koymuştur.
Çünkü Kur’ân açısından yaratılışın asli olarak kötü olması asla kabul edilemez. Birçok Doğu ve Batı mitolojisi, Zerdüştlük, Maniheizm ve Hıristiyanlık kadını asli günahın ilk sebebi sayar. Buna karşılık ise Kur’ân-ı kerîm ne kadını ne de erkeği asla asli günahın nedeni kabul etmez. Bu yüzden Hıristiyanlığın büyük teoloğu Augustinus “İtiraflar” adlı eserinde bir bebeğin günahkarlığından bahsederken İslam, çocuğu masum ve günahsız kabul eder. Bu yüzden tarihin gidişi sürekli ne kötüye ne de iyiyedir. İyilik ve kötülük asli değil bizim eylemlerimizin sonucudur. Günah, isyan düşmanlık ve bozgunculuk asli değil, sonradan olmadır. Cevdet Said bunu şöyle ifade eder: "Tarih daha iyiye, daha güzele, daha üstün olana ve daha değerliye ulaşmak için ilerleyen Allah'ın sünnetinin kendisinde tecelli ettiği, açığa çıktığı zamanın ve mekânın adıdır."
Nihilizm ve kötümserlik karamsarlığı, umutsuzluğu, bunlarda sonunda inkârı üretir; düşüncede ve kişilikte içi doldurulamaz boşluklar meydana getirir. Kur'ân'da umutsuzluk ve küfür kelimesi yan yana zikredilmiştir. Yüce Allah’ın Yusuf Suresi 87. âyetinde buyurduğu gibi: "Ey oğullarım, (şimdi) gidin ve Yusuf ile kardeşi hakkında bir haber almaya çalışın ve Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin; bilin ki, hakkı inkâr eden insanlardan başkası Allah'ın hayat bahşedici rahmetinden ümit kesmez." Kötülerin ve kötülüğün sürekli payidar olamayacağını, iyiliğin asıl, kötülüğün ise arızı olduğunu, hâkimiyetin eninde sonunda adeletin elinde tecelli edeceğini gösterir.
Kur’ân’da insanın yaratılışı “Ahseni Takvim” şeklinde anılır. Bu âyet insanın, bedeniyle ve ruhuyla yaratılış amacını gerçekleştirmeye uygun "en güzel surette" var edildiğini haber verir. Allah sadece insanı değil Secde süresi 7. âyetinde ifade edildiği gibi tüm varlığı "ihsan" makamında yani varlık amacını gerçekleştirecek iç imkânlarıyla yarattığını ifade eder. “Ahsene” fiili sadece estetik güzelliği değil, ahlaki olanı, fıtri amaçlılığı ve o şeyin amacını gerçekleştirecek potansiyelle uyumlu olarak yaratıldığını ifade eder. "Takvim"; eğriyi doğrultmak, kıvama, düzene koymak, kıymet biçmek, değerlendirmek anlamlarına gelir. İnsan doğduğu zaman bu olgunlukta değildir, fakat gerek fiziksel ve gerekse ahlak ve maneviyat itibarıyla ruhsal bakımdan en güzel kıvama erebilecek en güzel bir biçimde yaratılmıştır.
Kur’ân bize dinamik bir âlem anlayışı ortaya koymakta ve maziden istikbale doğru gelişen bir kâinat olduğunu haber vermektedir. Ra'd Suresi'nin 17. âyetinde belirtildiği gibi Sünnetullah’ın köpük yasası, iyiliğin ve güzelliğin kalıcı batıl ve kötülüğün ise geçici olduğudur. Bu Allah'ın şaşmaz bir yasasıdır. Diğer bir ifadeyle kâinatta batıl, kötü olan iyi ve güzel olanla yer değiştirir. Bu yasa gereği Allah asla bu kadar uzun bir süre iyi, ahlaki ve adil olanın Müslüman toplumlar elinde tecelli etmemesine razı olmazdı ve olmadı da.
Bundan dolayıdır ki, bakmasını, anlamasını bilene dün ve geçmişte birçok iyilik ve güzellik vardır. Müslümanlar, Selefî ve oryantalist nihilizmin tuzağına düşmeden geçmiş ve gelecek arasında anlamlı bir bağ kurmayı başarmalıdır. Üniversitede okuyan gençlerimiz arasında yaygın olduğu gözüken bu Selef3i ve oryantalist nihilizmin nasıl ve neden yayıldığı üzerinde düşünmek de bizlerin acilen ev ödevi olmalıdır...
Bu köşe yazısı 09.03.2019 tarihinde Türkiye Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024