TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Aydınlanmacı pozitivizmin, olguları veya olayları nesnel, ön yargılardan bağımsız olarak tasvir edebileceğimiz iddiaları artık çok kabul görmüyor. Dünyanın merkezine kendisini koyan Batı, Orta Çağ’dan itibaren Doğu kültür, medeniyet ve inançlarını ele alan Şarkiyat çalışmalarıyla kendi 'Doğu’sunu oluşturdu. Bu çalışmalarda çizilen Doğu imajı, bütün olumsuzlukların yüklendiği, şeytanlaştırıldığı, akıl dışı, egzotik ve mistik bir resim sunar. Edward Said’in “Oryantalizm” eserinde ortaya konduğu gibi bu çalışmaların amacı objektif olarak Doğu’yu anlamak değil “yönetme istenci”dir.
Dolayısıyla Sosyal Bilimler alanında kullanılan dil, seçilen terminoloji çoğu kez masum değildir. Andre Suares’in ifadesiyle, “Her tanımlama bir sınırlamadır.” Bazı olayları, olguları ya da şeyleri dilin sınırları içine almak, aslında o olayların, olguların ya da şeylerin altındaki gerçek anlamı ortaya çıkarmak için değil, onları istediğimiz gibi göstermek içindir. Kuramı ve terminolojiyi oluşturanlar, vakaların nasıl görüleceğini de belirler. Ekonomiden, siyasete, Uluslararası ilişkilerden sosyolojiye kadar her alanda bunu gözlemlemek mümkündür.
Kendi kavramları ile düşünemeyen, kendi tarih ve sosyoloji terimlerini oluşturamayan toplumlar tahakküm eden kültürlerin kavramlarıyla düşünür. Kavramlar zihnimizin gözlükleri gibidir, olayları onlar aracılığıyla görür, anlar ve anlamlandırırız. Söz gelimi “medeniyetler çatışması”, “geri kalmış ülkeler”, “üçüncü dünya ülkeleri”, “İslamcı terörist” gibi kavramlar sadece vakayı tanımlamaz, onların nasıl görülmesi gerektiğini de belirler. Bu yüzden hiçbiri masum terimler değildir, arkalarında “ötekini” sınırlamak, belirlemek ve yönetmek arzusu güden bir bagaj taşırlar. Maalesef Türkiye gibi akademik ilgi ve faaliyetleri analitik araştırmalarla değil daha çok tercüme ile ilerleyen Ülkelerde Oryantalizmin hegemonyası kolay kolay sona ermez.
Bugün ise Oryantalizmin dilini İslamofobi aldı. İslamofobi, çoğunluğu Müslüman olmayan toplumlarda, Müslümanların yaşayışlarına ve inançlarına yönelik kalıplaşan olumsuz yargılar ve fikirler aracılığıyla İslam dinini ve Müslümanları nefret ve korku yoluyla dışlama/ötekileştirme olarak tanımlanabilir.
Artık Oryantalizmin daha teknik ve ince kavramları yerine nefret söylemini ve ötekini dışlamayı amaçlayan bir dil kullanılıyor. Siyasetin, medyanın ve uluslararası ilişkilerin kaba, sert, düşmanlaştırıcı dili kullanılıyor. Özellikle de, Orta Doğu’da yaşanan çatışmalar söz konusu olunca Oryantalist dil İslamofobik bir çehreye bürünüyor. George W. Bush'un, 11 Eylül saldırılarının ardından, teröre karşı bir haçlı savaşı başlattığını söylemesi ile başlayan süreç, terör ile mi İslam ile mücadele edildiği konusunda ciddi bir kafa karışıklığına yol açtı. Her ne kadar savaşın İslam ve Müslümanlarla değil teröristlerle olduğu söylense de, Batı medyasında artan İslam karşıtı söylem, tüm dünyadaki Müslümanları rahatsız etti. 11 Eylül saldırıları İslamofobi teriminin hem Avrupa’da hem de ABD’de yaygın şekilde kullanılmasında bir dönüm noktası oldu. Afganistan savaşında ABD tarafından kendilerinden övgüyle bahsedilen “mücahidler” birer "teröriste" dönüştü.
Medya unsuru ve popülist politikalar bu fobiyi daha da tetikledi. Suriye iç savaşı, DEAŞ’ın vahşeti ve akabinde yaşanan göç dalgaları Batı’da İslam ve yabancı düşmanlığının daha da artmasına neden oldu. Popülist medyanın Avrupa’da İslam’ı ele alış biçimi, Hazreti Peygamber’e (sallallahü aleyhi ve sellem) hakaret içeren karikatür krizleri İslamofobiyi bir İslam düşmanlığına dönüştürmeye başladı. İslamofobiye hizmet eden en önemli kavramlardan birisi de özellikle 2010’dan sonra çok daha fazla kullanılmaya başlanan “Cihatçı”, “Cihadist” veya “Küresel Cihatçılık” gibi el Kaide ve DEAŞ’ı tanımlayan kavramlardır. Batı medyası ve akademisinde çok hızlı biçimde sürüme sokulan bu terimler, sadece Müslüman zihin dünyasında anlamlı ve değerli olan cihat kavramının içini boşaltmadı, aynı zamanda teröristler için de ciddi bir meşruiyet zemini sağladı. DEAŞ’ın yaptıkları Sünniliğe mal edilerek “Sünni terörist” kavramını ürettiler. DEAŞ ideolojisini tanımlayan Selefiliğe de “Selefi Cihatçılık” ekleyerek DEAŞ’ın cihat yaptığı imajını oluşurdular.
Böylece Suriye iç savaşı ve DEAŞ’tan bize çok ağır bir miras kaldı. Sünnilik, İran'ın ılımlı görünmesini sağlayacak aşırılığın ve terörün kaynağı hâline geldi. Radikal Selefi Savaşçı yerine "cihatçı" söylemi Sünni terörist kavramının yerleşmesini sağladı. En acısı da Türk akademisi buna bayağı bir katkı yaptı. Türk akademisinin, düşünce kuruluşlarının ürettikleri dokümanlar âdeta bu terimlerin istilası altındadır. Özensizce bu terimlerin kullanılması, düşünce dünyamızın ve Sünni Müslümanların inanç evreninin kirlenmesine katkı yaptı.
Türk akademisi özellikle de uluslararası ilişikler, terör ve güvenlik çalışan akademisyenlerimiz keşke Zbigniew Brzezinski’nin "Cihatçı" teriminin kullanılmaması konusundaki hassasiyetine sahip olabilseydiler? Çünkü Brzezinski cihatçı teriminin kullanılmaması gerektiğini söyler: Zira cihat İslam’da kutsal bir eylemi ifade etmektedir. Siz karşınızdakini cihatçı olarak tanımladığınızda aslında Müslümanların gözünde onu olumlamış olursunuz. En önemlisi de İslam'ı düşmanlaştırmış oluruz. Yani diyor ki; bu kavramı kullanarak düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmüş oluruz. Oysa biz İslam ve Müslümanlarla değil teröristle mücadele etmek zorundayız.
Gerçekten eğer, amacımız terör ve teröristi etkisiz kılmak ise, yapmamız gereken Müslüman çoğunluğu terörize etmeden, bu eylemlerin vahşiliğini ve yanlışlığını göstermek olmalıydı. Oysa biz bunu yapmak yerine Batı’nın İslamofobik terimlerini pervasızca kullanmayı tercih ettik.
Çünkü Müslümanlar için cihad Allah yolunda kutsal bir mücadeleyi ifade eder. Siz DEAŞ ve benzerlerinin eylemlerine cihatçı diyerek onların İslam adına bir mücadeleye girdiğini söylemiş olursunuz. Bu ise Müslümanları bu grupların eylemlerinden uzaklaştırmaz aksine onlara doğru iter.
Ayrıca Kur’ânî bir kavram olan cihâd kelimesi düşmanla mücadele ederken bütün gücünü sarf etmek, elinden geleni son kertesine kadar yapmak anlamına gelir. Cihadın anlamı yalnızca silahlı mücadeleyle de sınırlı değildir. Cihad kavramı düşmanla silahlı mücadelenin yanı sıra, kişinin nefsiyle mücadele ederek onun saptırmalarına karşı koyması ve nefsinin arzularına gem vurarak kendisini olgunlaştırması için de kullanılmaktadır. Müfessirler “Allah yolunda, O’na yaraşır şekilde cihâd edin” (Hac, 22/78) ayetinde her üç anlam da kastedilmiştir, derler. Mesela İmam Matüridi hazretleri bu âyetin anlamının, nefislerinizle, şehvetlerinizle ve değersiz cehaletinizle mücadele edin, anlamına geldiğini söyler.
Ayrıca cihadı yalnızca silahlı mücadeleye indirgemek, İslam’ın kılıç yoluyla yayılan bir din olduğu algısını yayma çabalarına da haklılık kazandırır. Bu yaklaşım cihâd kavramının derinliğini takdir etmekten çok uzaktır. Cihâd, bir Müslümanın dinini yaşayıp, nefsinin isteklerine gem vurmak için gösterdiği çabadan, İslam’ı anlatmak ve tebliğ etmek için sarf edilen gayretten tutun da kişinin inancını ve vatanını korumak için düşmanla silahlı mücadeleye girmesine kadar uzanan geniş bir anlam yelpazesine sahiptir.
Müslümanlar yalnızca vatanlarını korumak için değil, onun üstünde insanca ve özgürce yaşamak için de cihad ederler. Bunun yolu ise yalnızca silah değildir, ekonomik, ilmî, kültürel ve ahlaki tüm alanlarda zafer kazanmak da bir tür cihattır. İslam’a özellikle de Hanefi Fıkhına göre savaş sürekli istenen bir şey değildir. Savaş, insanların can ve mal kaybına, beşerî ve maddi sermayenin telefine neden olduğundan meşakkat kabul edilmiştir. Cenâb-ı Allah ise insanlardan zorluk değil kolaylık diler. Bu nedenle zorunlu olmadıkça savaşılmaz, sulh tercih edilir.
Oysa cihat kelimesinin teröristlerle yan yana kullanılması sanki İslam’ın tek amacının sürekli savaşmış gibi bir algının oluşmasına hizmet etmektedir. “Cihatçı” veya “Cihadist” gibi Batı’dan tercüme kavramlar yerine el-Kaide ve DEAŞ için daha özenli kelimler kullanmak zorundayız. Ne olacağını soranlara bu konuda acizane önerilerim “Radikal Selefi Savaşçı/Radical Salafi fighters”, “Radikal Selefi Terörist”, “Selefi Tekfirci” gibi birçok seçeneğimiz var. Radikal kelimesi şiddet taraftarlığını, Selefi kelimesi ise beslendikleri ideolojiyi gösterir. Tabii bu aynı zamanda her Selefi olanın şiddet taraftarı olmadığı anlamına da gelir. Çünkü Selefilik de kendi içinde birçok alt versiyonlara sahip bir ideolojidir. “Radikal Selefi” tanımlaması, şiddete varan aşırılığa yönelik bir radikalleşme eğilimini gösterir.
Özet olarak kendi dünyamızı kurmak için, öncelikle kendi kavramlarımızı bulmak zorundayız. Sosyal bilimler alanında teori ve kavram üreten akademik çalışmalara ihtiyacımız var. Yerli ve millî olmak Orta Doğu’yu ve çevremizde olan bitenleri kendi gözümüzle görmeyi ve kendi kavramlarımızla anlamlandırmayı da içeren büyük bir çaba gerektiriyor. Kendi kalemimizle, kendi dünyamızı ötekileştirmek sanırım bize has olsa gerek.
Bu köşe yazısı 26.01.2019 tarihinde Türkiye Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
15/11/2024