TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
İçinde bulunduğum Ağustos ayı içerisinde ülkemizin güneyinde-Antalya Elmalı ve kuzeyinde Ordu’da yaşanan taşkın ve sel felaketleri sadece kent alanlarını değil kırsal alanda yaşayan ve ekonomileri ağırlıklı “tarımsal üretime” bağlı vatandaşlarımızı olumsuz açıdan etkilemiştir. Aslında yaşanan bu felaketler ne ilk ne de son olacaktır. Ancak bu yaşanan olumsuz olaylar son 10 yıl içerisinde sayıları hızla artmakta ve bizleri çaresizlik içerisinde bırakmaktadır. Bu taşkınlarda çarpık kentleşme ve doğaya uyumlu olmayan yapılaşmanın yanı sıra mevsimsel değişiklikler de yaşananları tetiklemektedir.
Tüm dünyada özellikle “iklim değişikliği”nin etkilerinin, farklı sektörlere ve insan yaşamına olası etkileri araştırılmakta ve risk değerlendirmeleri ile alınacak tedbirler konusunda ilgili tüm bilim adamları ve uygulayıcılar kafa yormaktadırlar. Çünkü iklim değişikliğinin etkileri dünyamızın geleceği açısından en büyük tehlikelerden birisini oluşturmaktadır. Kısaca iklim değişikliği nedeniyle dünyanın geleceği tehdit altındadır.
Bu konuda gelişmiş ülkelerin üst düzey temsilcilerinin de katılımı ile gerçekleştirilen çok sayıdaki toplantılardan birisi olan G20 Ülkeleri Toplantısının Sonuç Bildirisinde konuyla ile ilgili "İklim değişikliği zamanımızın en büyük sınamalarından birisidir. İklim değişikliği ve etkileriyle ilgili etkin, güçlü ve ortak eylem gerektiren kritik bir dönemde bulunulduğunun farkındayız ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi altında tüm taraflarca uygulanabilir hukuki bağlayıcılığı olan bir protokol, bir hukuki araç veya mutabık kalınmış bir çıktı kabul edilmesi için kararlılığımızı vurgularız” denilmiştir.
Bu iyi niyet bildirimlerine ilave olarak tüm dünyada etkin olan sivil toplum kuruluşları, uluslararası kalkınma kurumları da aşağıda ana başlıkları belirtilen isteklerini dile getirmişlerdir:
Ülkemizde iklim değişikliğinin risklerinin belirlenmesi, politikaların ve eylem planlarının ortaya konmasında önemli çalımalar gerçekleştirilmiştir. Halen bu konudaki en önemli belge, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan “Türkiye’nin İklim Değişikliği Uyum Strateji ve Eylem Planı” olup 2023 yılı hedeflerine yönelik yapılacak eylemler ve tedbirleri içermektedir. Çalışmanın gerekçesinde “küresel sıcaklık artışının 2˚C’ye ulaşması halinde, Türkiye’nin de içinde yer aldığı Akdeniz Havzası’nda beklenenler, iklim değişikliğinin etkilerine karşı alınması gereken önlemlerin ne ölçüde programlı olması için hazırladığı” ifade edilmektedir.
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change-IPPC) Dördüncü Değerlendirme Raporu’nda, Akdeniz Havzası’nda genel sıcaklık artışının 1˚-2˚C’ye ulaşacağı, kuraklığın geniş bölgelerde hissedileceği ve özellikle iç kesimlerde sıcak hava dalgalarının ve aşırı sıcak günlerin sayısının artacağı ifade edilmektedir. Türkiye’de ise yıllık ortalama sıcaklığın gelecek yıllarda 2,5°-4°C artacağı, Ege ve Doğu Anadolu Bölgeleri’nde 4°C’yi, iç bölgelerinde ise bu artışın 5˚C’yi bulacağı tahmin edilmektedir. Gerek IPCC raporu, gerekse yürütülen bir dizi ulusal ve uluslararası bilimsel model çalışmaları, Türkiye’nin yakın gelecekte daha sıcak, daha kurak ve yağışlar açısından daha belirsiz bir iklim yapısına sahip olacağını ortaya koymuştur.
Türkiye’nin “İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi” raporunda iklim değişikliğinin Türkiye’deki etkilerinin; artan yaz sıcaklıkları, batı illerinde azalan kış yağışları, yüzey sularının kaybı, artan sıklıkta kuraklık, toprak bozulması, kıyı erozyonu ve bozulan yağış rejimine bağlı olarak seller/taşkınlar şeklinde olacağı belirtilmektedir.
Bu durumun; kentsel yaşam üzerindeki tüm olumsuz etkilerinin yanı sıra gıda üretimi ve güvencesi için ana kaynaklar olan su ve toprak kaynaklarının üzerinde ve dolayısıyla kırsal alanda kalkınma öngörüleri üzerinde de olumsuz etkiler yaratması ve bu etkilerin şiddetinin giderek artması beklenmektedir. Örneğin, Türkiye’nin Ege kıyılarında yer alan Gediz, Küçük ve Büyük Menderes Havzaları’nda bu yüzyılın sonunda yüzey suların %50’sinin kaybolacağı, tarımsal, evsel ve sanayide su kullanımında aşırı su sıkıntısı yaşanacağı ön görülmektedir.
Öte yandan, Türkiye’nin “İklim Değişikliğine Uyum Kapasitesinin Geliştirilmesi Ortak Programı” çerçevesinde gerçekleştirilen iklim öngörüleri, diğer çalışmaları destekleyecek şekilde sıcaklıklarda belirgin artışlar ile hemen hemen bütün ekonomik sektörleri, yerleşimleri ve iklime bağlı doğal afet risklerini temelden etkileyecek biçimde yağış düzeninin yani su döngüsünün değişeceğini öngörmektedir.
Bu değişim öngörüleri yorumlandığında, Türkiye’de yağış ve sıcaklıklardaki değişimler su kaynakları, tarımsal üretim, insan sağlığı, doğal afet riskleri ile ekonomik büyümeyi etkileyecek ve su gibi yaşamın temel girdisini oluşturan faktörlerin miktar ve kalitesini düzenleyen ekosistem hizmetlerini de tehdit edecektir.
Ulusal İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı, Türkiye’de iklim değişikliğinden etkilenecek alanlara ilişkin, teknik ve bilimsel çalışmaların desteklediği ve katılımcı süreçler ile kabul edilen beş önemli noktaya odaklanmıştır. Bunlar:
1. Su Kaynakları Yönetimi: 2100 yılına kadar yapılan öngörülerde, sıcaklıkların artışına da bağlı olarak kış yağışlarının daha çok yağmur şeklinde düşmesi ve kar örtüsünün daha hızlı bir şekilde eriyerek yüzeysel akışa katılması söz konusudur. Aynı zamanda yağışların yıl içerisindeki dağılımının yani şiddet ve sıklığının da değişmesi veya kayması gözlenecektir.
Su döngüsündeki düzenin bu şekilde değişmesi, su kaynaklarının kalitesinde ve temininde önemli değişikliklere neden olacak ve suyun hayati öneme sahip olduğu gıda üretimi dâhil olmak üzere, iklime bağımlı birçok sektörü etkileyecektir. Türkiye’de iklim değişikliğinden kaynaklanan yaz sıcaklıklarının artması, kış yağışlarının azalması (özellikle batı illerinde), yüzey sularının kaybı, kuraklıkların sıklaşması, toprağın bozulması, kıyılarda erozyon, taşkın ve su baskınları gibi etkiler doğrudan su kaynaklarının varlığını tehdit etmektedir.
2. Tarım Sektörü ve Gıda Güvencesi: İklim değişikliği nedeniyle su döngüsündeki ve sıcaklıklardaki değişiklikler ile olası mevsimsel kaymaların doğrudan bu sistemlerin kontrolünde olan tarım sektörünü etkilemesi kaçınılmazdır. Sıcaklık ve yağış düzeninin değişimine bağlı olarak tarımsal zararlıların yayılım alanları ve türlerinde artışlar söz konusu olacaktır.
Tarımda öngörülen iklim değişiklikleri, üretimi, üretim yerlerini ve hayvancılığı etkileyecek, aşırı hava olaylarının şiddeti, sıklığı ve artma olasılığı tarımda rekoltenin azalması riskini önemli ölçüde artıracaktır. Bu durum doğrudan gıda güvencesi ile ilgilidir.
İklim değişikliğinden kaynaklanan etkilerle; tarımda su mevcudiyetinin azalması, su kalitesinin bozulması, biyolojik çeşitliliğin ve ekosistem hizmetlerinin korunamaması, dolayısıyla tarım ekosisteminin bozulması, sürdürülebilir tarımsal üretim desenlerinin değişmesi, hayvancılığın etkilenmesi, meraların bozulması, çiftçilerin iklim değişikliğine uyum konusunda kapasitelerinin yetersizliği gibi koşullar sonuçta gıda güvencesini tehlikeye sokmaktadır.
3. Ekosistem Hizmetleri, Biyolojik Çeşitlilik ve Ormancılık: İklim değişikliği, giderek karasal ve denizel ekosistemlerin yanı sıra biyolojik çeşitliliğin kaybına da neden olacaktır. Bu durum, türleri, toplumun bağımlı olduğu ekosistemleri ve bunların sağladığı hizmetleri önemli ölçüde etkileyecektir.
İklim değişikliği, muhtemelen orman sağlığı ve verimliliğindeki değişikliklerle birlikte belirli ağaç türlerinin coğrafi dağılımında değişikliklere de neden olmaktadır. İklim değişikliği, balıkçılık ve su ürünleri sektörleri üzerindeki baskıyı artırmaktadır. İklim değişikliği nedeni ile kıyılar ve deniz ekosistemleri üzerinde de aşırı etkilerin meydana gelmesi ve kıyı erozyonunun artması söz konusudur.
4. Doğal Afet Risk Yönetimi: İklim değişikliğine bağlı olarak özellikle taşkın ve kuraklık gibi su döngüsünün değişmesine duyarlı doğal afetlerin sıklığı, şiddeti ve ülke çapındaki mekânsal dağılımlarında artışlar öngörülmektedir. Örneğin kış aylarında yüzeysel akışa geçen su miktarının artması, taşkınlar konusunda ilave önlemlerin alınması ve mevcut altyapının geliştirilmesini gerekli kılacaktır. Benzer şekilde yağışların şiddetinin artacağı öngörülen bölgeler söz konusu olup, bu bölgelerde hem kırsal hem de kentsel alanlarda taşkın riski ortaya çıkacak veya mevcut taşkın riski artacaktır.
Gelecekte gerçekleşebilecek bir iklim değişikliğinin Türkiye’de; sıcak ve kurak devrenin uzunluğundaki ve şiddetindeki artışa bağlı olarak, orman yangınlarının sıklığını, etki alanını ve süresini artırabileceği şeklindedir. Orman yangınları için uyum eylemleri risklerin belirlenmesine ve azalmasına yönelik doğrudan hedefleri esas alacak şekilde tespit edilmiştir. İklim değişikliğinin etkilerinin bir başka önemli boyutu olan orman yangınları, Akdeniz Havzası’nda özellikle güney bölgelerde yıl boyunca tehlike olarak görülmekte ve orman yangınlarındaki bu artışın, istilacı türlerin yayılmasına, dolayısıyla orman yangınlarının daha geniş alanlara sıçramasına neden olacağı öngörülmektedir.
5. İnsan Sağlığı: Değişen iklim koşullarının, ayrıca insan sağlığı üzerinde önemli ölçüde etkiler yaratacağı, hatta yaratmakta olduğu bilinmektedir. Aşırı iklim olaylarının daha sıklaşması nedeniyle hava koşulları ile bağlantılı ölümler ve hastalıklar artabilir. Örneğin, ardışık çok sıcak günlerin sayısındaki artış özellikle yaşlılar ve kronik kalp-damar veya solunum hastalığı olanlarda akut sağlık sorunlarını doğrudan etkileyecektir. İklim değişikliğine bağlı olarak artacak taşkın riski de bulaşıcı hastalıkların yayılma risklerini ve bu risklerin mekânsal boyuttaki dağılımlarını değiştirecektir. Artan göç ve turizm gibi insan hareketlilikleri, bulaşıcı ve/veya yeni hastalık yapıcı mikroorganizma veya vektörlerin ortama girmeleri ve yeni yaşam ortamları bulmaları beklenen ısınma karşısında muhtemel olduğundan bir diğer risk alanını oluşturacaktır. Ayrıca, iklim değişikliği nedeniyle, hayvanlar tarafından taşınan ciddi bulaşıcı hastalıkların yayılması ihtimali bulunmaktadır.
Tüm bu riskler ve ortaya çıkabilecek toplumsal ve çevresel sorunların kalıcı olmadan olumsuz etkilerinin giderilmesi için sadece bir tek bakanlığın veya kurumun çabaları yeterli olmayacaktır. Bu nedenle hazırlanan ulusal plan ve stratejilerin gerekli koordinasyonla değerlendirilmesi kaçınılmazdır.
İçinde bulunulan ve kamunun yeniden yapılanma dönemde tüm vatandaşlarımızı ilgilendiren bu konuyla ilişkin olarak gerekli ortak çalışmalar için sadece kamu değil, sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşları, akademisyenler, plancılar ve yerel yönetimlerin temsilcilerinin de katılacağı ve söz sahibi olacağı platformlar oluşturulmalıdır. Yakın dönemde ülkemizde ve çevremizdeki bölgelerde yaşananlardan dersler çıkarılmalı ve kalıcı, uygulanabilir ve bakanlıklar üstü, kısa-orta ve uzun vadeli eylem planları oluşturularak uygulamalar genişletilmelidir.
Bunları yapamazsak yarın daha zor olacaktır…
Fatih Özatay, Dr.
25/12/2024
Güven Sak, Dr.
24/12/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
23/12/2024
Selin Arslanhan
23/12/2024
Burcu Aydın, Dr.
21/12/2024