TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Trump’ın ülkesinin büyükelçi-liğini, Filistinliler için matem, İsrail için zafer anlamına gelen bir günde Kudüs’e taşıması büyük olaylara ve tartışmalara neden oldu. Özellikle İsrail askerlerinin Filistinli göstericilerden altmışını katletmesi ve binlercesini yaralaması bu tarihsel trajediyi bir daha hatırlamamıza vesile oldu.
Büyük sayıda kayıplara rağmen, İsrail yönetiminin rahatlığı, dünya kamuoyunun büyük bölümünün sessizliği, öfke, hayret ve bir dizi soruyu da beraberinde getiriyor. Örneğin, İsrail ordusuna mensup keskin nişancıların, hiçbir vicdani ve ahlaki kaygı duymaksızın, seçilmiş hedefleri vurmaları, gösterileri bastırmakla görevli komutanın şahsi kararı mı yoksa İsrail’in değişen “ayaklanmayı bastırma” stratejisinin bir sonucu mu? Cevabı aranan diğer soru da şu: İsrail bu “stratejisinden” vazgeçebilir mi?
İsrail ordusunun ağır kayıplara neden olan tutumunun gösterilere müdahale eden askeri yetkililerin kişisel kararları olmadığını söyleyebiliriz. Nitekim Bar İlan Üniversitesi’nden Prof. Dr. Efraim İnbar, İsrail’in bu stratejisini “silahlı devlet dışı aktörleri tırpanlamak/biçmek ( ‘Mowving the Grass’ of Armed Non-State Organisations)” olarak tanımlıyor.
Hastalık düzeyinde “güvenlik” düşkünü İsrail’in stratejisi iki kabule dayanıyor. İlki, devlet dışı silahlı aktörlerle “savaş” ve zafer konvansiyonel askeri rakiplerle mücadeleden farklıdır. İkincisi, bölgede İsrail’i tehdit edecek, konvansiyonel ordu kalmamıştır.
Bu bağlamda, halkın desteklediği, içinde sivillerin yer aldığı, yoğun nüfusla iç içe girmiş, devlet dışı silahlı aktörlerin fiziki olarak yok edilmeleri neredeyse imkânsız. Bulundukları toprakları işgal edip, iç içe girmek çok arzu ettikleri hedefleri onların ayaklarına götürmek anlamına gelir. O halde yapılması gereken, sorun üreten grubu/topluluğu duvarlarla tecrit ederek, ekonomik olarak bağımlı hale getirmek, aynı zamanda da kriminalize ederek, sürekli izlemek.
Başını kaldırma emaresi/potansiyeli göstermesi halinde ise “biçerek”, tekrar zarar veremeyecek seviyeye indirmek. Haliyle bu kesin sonuçlu bir “zaferi” ya da “barışı” değil, sorunla uzun yıllar beraber yaşamayı esas alan bir stratejiyi işaret ediyor.
İsrail’i böyle düşünmeye sevk eden birden fazla neden var. Karakteri değişen “çatışmalar”. Örneğin, intifadalar, İkinci Lübnan savaşı, 2008, 2012 Gazze operasyonları ve Irak, Suriye iç savaşları gibi. Yine İsrail’e göre Sina Yarımadası’na yerleşen silahlı gruplar, Golan Tepeleri’ndeki tablo, Güney Lübnan’da, Suriye’de Hizbullah, Gazze ve Batı Şeria’da Hamas uzun yıllar İsrail’i hedef alacak “asimetrik tehditlerdir”.
Diğer neden ise, artık bölgede İsrail’i tehdit edecek konvansiyonel orduların, devletlerin kalmamış olmasıdır. Örneğin, Mısır ve Suudi Arabistan iç tehditlere, İran’a odaklanmış durumdalar. Yine Suriye ve Irak çökmüş durumda. Son olarak Trump’ın desteğini de unutmamak gerekir.
Anlaşılan, Arapların dağınıklığını gören, ABD destekli İsrail, önündekinin kim olduğuna aldırmadan “tırpanını sallamaya” devam edecek.
Bu köşe yazısı 18.05.2018 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024