TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye’de yeni teknolojik devrimin herhangi bir unsuru ile ilgili bir oturum düzenlendiğinde, konu dönüp dolaşıp hep aynı soruya geliyor. Devlet, bu konuda ne yapmalı? Doğrusu ya, ben, akla ilk gelen sorunun “Şimdi devlet bu konuda ne yapsın?” olmasından öncelikle derin bir tedirginlik duyuyorum. Ayrıca bu soruya verilen cevabın hemen “eğitim şart” genelliğinde olması tedirginliğimi daha da artırıyor.
Google, DeepMind’ı satın alınca, İngiltere’de “İngiliz startup’ları İngiliz kalsın” havası doğmuştu.
Önce genel bir çerçeve çizeyim, müsaadenizle. Geçenlerde Hint asıllı İngiliz iktisatçı Meghnad Desai’nin “Raisina Model: Indian Democracy at 70” kitabında bu konu ile ilgili güzel bir saptamaya rastladım. “Hindistan’ın hizmetler sektörünün bu kadar gelişmiş, sanayisinin bu kadar geride kalmış olmasının arkasında; devletin sanayiyi düzenlemek ve bir biçime sokmak için çok uğraşırken, hizmetler sektörünü tamamen ihmal etmiş olması yatıyor.” diyordu Baron Desai.
Demek ki neymiş; ihmal edilmiş olmak, bir açıdan bakınca o kadar da kötü değilmiş. Doğrusu, ben bu tespiti şöyle okuma eğilimindeyim: Devletin çokbilmiş olup her bir işe karışmasından ve her konuyu mükemmel bildiğini sanıp her süreci tek tipleştirmesindense, hiç gölge etmemesi daha iyidir. Ama bu, devlet hiç bir işe karışmasın demekten tamamen farklı bir cevap, dikkatinizi çekerim. Çokbilmiş devlet aygıtı, her zaman felaket getirir. Devlet aygıtının kendi kararlarına şüpheyle yaklaşanı, çeşitliliğe, deneye imkan tanıyanı makbuldür.
Geçenlerde bir Hintli kalkınma iktisatçısı ile Hintli startup’ları konuşurken, “Ama hemen yabancılar tarafından alınıp, Hindistan’ı terk ediyorlar.” demişti. Aynen İngiltere’deki tartışmayı hatırlatmıştı bu bana. Amerikan teknoloji devi Google, 2014 yılında İngiliz AI (artificial intelligence-yapay zeka) startup’ı DeepMind’ı satın aldığında Britanya devleti hemen göreve çağırılmıştı. 2014 yılında yazılan raporlarda İngiliz hükümetinin, İngiliz startup’larının İngiliz şirketleri olarak büyümesi için gereken tedbirleri alması gerektiği vurgulanmıştı. DeepMind benzeri startup’ların ihtiyacı neyse, devletin bunları temin etmek üzere devreye girmesi gerektiği ifade edilmişti. Bugünlerde ise Brexit sonrası azalacak startup desteklerini ikame etmek için bir teknoloji fonu oluşturulması tartışması da bu çerçevede gündeme gelmiş bulunuyor yine.
Orada hadise DeepMind somutluğunda tartışılırken, biz burada neden “eğitim şart” genelliğinin ötesine geçemedik.
Orada AI konusundaki tartışma, DeepMind startup’ı etrafında son derece somut bir biçimde cereyan ediyor. DeepMind, AI’ın deep learning aşamasını temsil ediyor. Bir nevi, kendi kendine “öğrenen”, kendi hatalarından “ders çıkartan” algoritmalardan bahsediyoruz. Finansal piyasalarda yaygın olarak kullanılan neural networls uygulamalarının, yeni aşaması bu uygulamalar. Bunun ileride otonom vasıtalardan, büyük veri analizine ve uydu teknolojisine istihdam yaratacak projelere dönüşebileceği düşünüldüğü için, DeepMind benzeri startup’lar burada kalsın deniliyordu.
İngiltere’nin 8 öncelikli teknolojiye odaklanılması gerektiğine ilişkin bir strateji dokümanı var. Sentetik biyolojiden uydu teknolojisine, robotlar ve otonom vasıtalardan rejeneratif tıbba 8 büyük teknoloji alanı. Ortada bir kaç aşama ve bir büyük strateji var. Ona uygun ortaya çıkmış bir startup var. Ondan sonra işin tartışması geliyor: Devlet şimdi ne yapsın? Burası öyle değil.
Türkiye Sanayi 4.0 konusunda dedikodu yapıyor hala
Türkiye’de biz daha AI, machine ve deep learning konusuna zaten gelemedik. Daha Sanayi 4.0 konusunda bile dedikodu yapıyoruz yalnızca. Nerede? Ankara’da. Aslında İzmir ve İstanbul’a gidince şirketlerin bu konularda çalışmak üzere kurulmuş startup’larla ilişki kurmak için attığı bebek adımlarını görebiliyoruz. Ama çok sınırlı. Bankalarımız, yakınlarda startup’lara yönelik yarışmalarla filan ilgilenmeye başladılar. Bebek adımları ama doğru yönde adımlar. Daha yeni başlıyoruz.
Hadise akıllarda somutlaşamayınca elbette biz de “eğitim şart” genelliğini aşamıyoruz. Çünkü ne yapmak gerektiğini bilmiyoruz. Halbuki önce şirketlerin kendi değer zincirleri içinde üretimin organizasyonu için, müşteri ve tedarikçi ilişkileri için yeni teknolojilerin manasına meraktan bile olsa bir bakmış olması lazım. Yalnızca Sanayi 4.0 için değil, yeni teknolojik devrimin bütünü açısından da eğitim sistemimizi elden geçirmemiz zaten gerekiyor.
Türk Milli Eğitim Sistemi, aşırı merkeziyetçi olduğu için başarısızdır
Yandaki tablo, bilgi ve iletişim teknolojileri konusunda eğitimin farklı ülkelerde nasıl organize edildiğini gösteriyor. Tablonun içinde her bir kolona üç tür cevap vermeniz gerekiyor. Soruyorlar: Bilgi ve iletişim sistemi ekipmanı nasıl satın alınır? Üç tür cevap vermek mümkün: Okul bu seçimi yapmakta otonomdur, yarı- otonomdur, hiç otonomisi yoktur. Soruyorlar: Öğrencileri değerlendirmede okulu nasıl tanımlarsınız? Otonomdur, yarı-otonomdur, hiç otonomisi yoktur. Soruyorlar: Öğretmenlerinin kendilerini geliştirmek için gidecekleri bilgi ve iletişim teknolojisi eğitim programlarını belirlemekte okulu nasıl tanımlarsınız? Otonomdur, yarı-otonomdur, hiç otonomisi yoktur.
Dikkatimi çeken şu oldu: Çalışmaya 18 ülke katılmış. Bir tek Türkiye söz konusu olduğu olduğunda her soruya “Yereldeki okulun bu konuda hiç otonomisi, hareket alanı, söz hakkı yoktur.” diye cevap verilmiş. Bakın listeye görün. Nedir? Türkiye’de herhangi bir ilin bir okulundaki tek bir sınıfı idare etmek için merkezde kurulu devasa bir bürokrasi çalışmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde de eğitimin, yeteneğin önemi ve vazgeçilmezliği konusunda bir tartışma elbette yürütülüyor. Ama o tartışmanın özü, çeşitlilik ile aynı meseleye farklı açılardan bakabilecek yetenekleri ortaya çıkarabilmek.
Ama bizim eğitim sistemi vasat bir standardı her yerde hakim kılma esaslı. Liselerimiz de böyle, üniversitelerimiz de.
Liseler söz konusu olunca, ben TEVİTÖL’ün ne olduğunu sevgili @ErhanErkut’tan daha yeni öğrendim. Üniversiteler söz konusu olunca, Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) ne yaptığını tecrübelerimden biliyorum. Yeni bir öneri yaptığınızda önce onay almanız gerekiyor YÖK’ten. YÖK nereye gönderiyor önerinizi öncelikle? Üniversitelerarası Kurul’a. Diğer üniversitelere, rakiplerinize soruyor, “Bunun bu dediği uygun mudur?” diye. Ondan sonra ortada ne çeşitliliği kalıyor?
Bu köşe yazısı 14.05.2018 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024