TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Küçük ve orta ölçekli işletmelerin tüm işletmeler içindeki ağırlığı çok fazla. Türkiye'de de böyle, AB üyesi ülkelerde de. Bu oran yüzde 90'ların üzerinde. Bir rapora göre Avrupa'da küçük ve orta ölçekli işletmelerin çalıştırdığı ortalama kişi sayısı sadece beş.
Toplam istihdama katkıları ise yüzde 70 dolaylarında.
AB tanımlarına göre 10 kişiden az işçi çalıştıran ve bilanço büyüklüğü 2 milyon avrodan az olanlar mikro işletmeler olarak adlandırılıyor. Doğru dürüst bir kredi geçmişleri yok. Alacakları kredi karşılığı verebilecekleri teminatlar yetersiz. Üstelik, bankaların bu tür müşterilere kredi açmaları halinde bu krediye ilişkin katlanacakları işlem maliyetleri elde edecekleri kazanca kıyasla caydırıcı düzeylerde. Bu nedenlerle banka kredileri kullanmakta zorluklarla karşı karşıyalar. Bir de yenilikçi projelerle iş hayatına atılmak isteyen girişimcileri düşünün. Finansa erişmeleri açısından bunların karşılaşacakları güçlükler daha da fazla.
Pazartesi günkü yazımda kredi piyasasının bazı özelliklerine dikkat çekmiştim. Bunlar özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelere kredi açılmasını kısıtlıyordu. Teorik olarak bu kısıtın ortadan kalkmasının ana yolu ise kredi talep edenin yeterli teminat göstermesiydi. Oysa yukarıda değindiğim özellikler, yeni kurulacak işletmelerin ya da mevcut küçük işletmelerin bu teminatları kolaylıkla veremeyebileceklerini ifade ediyor.
Bu durumda piyasa sistemi çalışmıyor. Kârlı olabilecek yatırımlar yapılamıyor. Piyasa sisteminin bu aksaklığını gidermek için geliştirilen temel çözüm, üçüncü bir tarafın (banka ve kredi talep eden dışında) devreye girerek alınacak krediye garanti vermesi (kefil olması).
Üçüncü bir tarafın garanti vermesi sayesinde krediyi açacak olan bankanın riski azalıyor. Zira küçük işletmenin aldığı krediyi geri öderken karşılaşacağı güçlük aşılamazsa, bu garanti devreye giriyor. Böylelikle, kârlı oldukları halde finansa erişimdeki güçlük nedeniyle gerçekleştirilemeyecek projeler gerçekleştirilme şansı buluyor. Ya da finansa erişme şansları olsa bile, yukarıda değinilen nedenlerle hem daha yüksek faizle hem de daha az miktarda borçlanmak zorunda kalacak olan küçük şirketlerin, daha düşük faizle ve daha çok miktarda borçlanmalarının önü açılmış oluyor.
Bu işi yapan kuruluşlar kredi garanti kuruluşları olarak adlandırılıyor ve AB üyesi ülkelerde finansal sistemin bir parçası olarak kabul ediliyorlar. Dolayısıyla da o ülkelerdeki bankacılık düzenleme ve denetleme otoritelerinin denetimine tabi oluyorlar. Kredi garanti kuruluşları kâr amacı taşımayan kuruluşlar. Şüphesiz, bu kuruluşların temel finansal amaçları uzun dönemli sürdürülebilirliklerini korumak oluyor. Kâr etmeye çalışmıyorlar, ama garanti vermek için ayırdıkları fonların reel değerlerinin korunmasını amaçlıyorlar.
Bu çerçevede bakıldığında çok önemli bir işlev görüyor bu tür kuruluşlar. Türkiye'de bu çerçevede sayılabilecek iki kuruluş var: Kredi Garanti Fonu ve Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Kredi ve Kefalet Kooperatifleri Birlikleri Merkez Birliği (TESKOMB). Bu ikincisi sadece Halkbank'ın açtığı krediler için üyelerine kefalet veriyor.
İlki ise daha genel. Peki, fonları yeterli mi? Nasıl geliştirilebilirler? AB ile karşılaştırmalı olarak ele alarak devam edeceğim.
Bu yazı 18.01.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.