TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ben geçenlerde başka pek çok ülkede olduğu gibi bizde de dijitizasyon/dijitalizasyon/yapay zeka (Artificial Intelligence - AI) ile görevli bir bakanlık olsa ne şahane olur demiş ve ayrıca bir kaç neden yazmıştım altına. Bugün müsaadenizle geçerken değindiğim bu önemli konuya bir daha döneyim. Ne aradığımı anlatayım bugünkü sohbette.
Önce şu noktadan başlayayım yine. Türkiye çok merkeziyetçi bir üniter devlettir. Türkiye’nin çok merkeziyetçi olması, yetkilerin asla tek bir noktada toplanmış olması anlamına gelmez. Her alandaki yetkiler bir çok bakanlık arasında paylaşılmıştır. Türkiye, çok merkeziyetçidir ama her alandaki idari yetkiler hep çok parçalıdır. Herhangi bir işi baştan sonra ele almak için yedi - on bakanlığı/idareyi bir araya getirmeniz ve bir uyum sağlamanız, kurumsal taassupları aşmanız gerekir.
Nisan ayındaki referandum biteli yedi ay oldu, hükümet etme sistemi değişti. Ama ben daha memleketin nasıl idare edileceğini anlamış değilim doğrusu. “Bütün imzaları ben atayım”dan etkin işleyen bir idari yapı kendiliğinden asla çıkmaz. Biz şimdilik, “bütün imzaları kimin atacağını, onu nasıl seçeceğimizi” belirledik. Ama dosyaların o “imza atılacak” noktaya doğru bundan böyle nasıl tekemmül ettirileceğini daha konuşmaya başlamadık bile. Konuşmazsak ne olur? Atılan imza devalüe olur. Boşuna enerji israf etmiş oluruz. Hiçbir şey değişmez. Şimdiden söylemiş olayım.
Çağımızın temel belirleyicisi teknolojik değişimdir. Yeni teknolojiler iş süreçlerini kapsamlı bir biçimde dönüştürmektedir. Yeni sanayi devrimi hayatımızı değiştirmektedir. Türkiye gibi önceki sanayi devrimlerini kaçıran ülkelerin bu kez geride kalmamak için huzursuz olmalarını beklemek gerekir. Küresel teknolojik değişim çağında, dönüştürücü/yıkıcı teknolojiler ile birlikte acil cevap bekleyen bir dizi yeni politika sorusu tanımlayabilmek mümkündür.
Bunların ilki, Türkiye gibi ülkelerin, yeni teknolojilerin transferi ve sektörden sektöre yayılması için alması gereken tedbirlerdir. Türkiye düne kadar kırdan kente göç ile verimlilik artışları sağlayarak, iktisadi büyümesini sürdürüyordu. 1960’larda kentleşme oranı yüzde 30’lardaydı. Şimdi artık yüzde 75 ile Almanya’nın kentleşme oranına vardık. Artık sektör içi verimlilik artışlarının önemli olduğu bir yeni aşamaya geldiğimizde, tüm sektörleri aynı anda dönüştürme potansiyeline sahip yeni sanayi devrimi teknolojileri Türkiye gibi ülkeler için bir büyük lütuftur. Büyük bir şanstır. Tam ihtiyacımız olduğu anda ortalığı saran biyoteknoloji, nanoteknoloji, bilgi ve iletişim teknolojileri tabanlı yeni sanayi devrimi kaçırılmaması gereken bir kocaman fırsattır.
Türkiye’nin “yerli ve milli teknoloji” geyiğini bir an önce bırakıp, teknoloji transferi/teknoloji difüzyonu ile ilgili meselelere odaklanması gerekmektedir. Türkiye’nin yabancı sermaye ve yabancı şirketler olmadan bu dönüşümü yapabilme şansı olmadığını en başından bilmek, geyik dönemini kısaltmak için elzemdir.
İkincisi, yeni sanayi devriminin getirdiği teknolojiler dünyanın her yerinde rekabet politikalarını aşındırmaktadır. Aslında problem eskidir. Dünyada ilk telefonun kullanılmaya başlandığı 1870’lerden beri etraftadır. İlk telefonu evine bağlatan kişi için telefonun hiçbir anlamı yoktur; telefon süstür yalnızca. Arayacağı kimse yoktur çünkü. Ne kadar çok kişi telefon kullanmaya başlarsa, konuşmak istediklerinizin de telefonu varsa, telefon anlamlı bir araç haline gelir. Aynı hal bugün Facebook, Google, Paypal için de geçerlidir. Büyük teknoloji şirketleri eskiden kuruldukları ve daha çok katılımcıyı ağlarına ekledikleri için pek çok sektörde aynı anda rekabet kısıtı yaratabilmektedirler. Küçük teknoloji şirketlerinin, hep büyüklerin oluşturduğu ağ üzerinden kullanılabilecek çözümler üretmeleri bu dönemin en önemli rekabet politikası meselesidir. Apple, App Store vasıtasıyla küçük teknoloji şirketlerini geniş kitleler ve yatırımcılarla buluşturmaktadır. Ama buradan bulunan sonuçlar her nedense Apple’ı daha da vazgeçilmez kılmaktadır.
Üçüncüsü, yeni sanayi devriminin gerektirdiği becerilerin kazandırılmasıdır. Açıktır ki, bundan 10 yıl sonra bugün bildiğimiz pek çok meslek ortadan kalkmış olacaktır. TripAdvisor ile seyahat acentalarına, Uber ve benzerleri ile taksi duraklarına, SayHi ile tercümanlara, tıptaki yapay zeka uygulamaları ile aile hekimlerine ihtiyaç kalmayacaktır. İşgücü piyasalarında ortaya çıkacak değişiklikler ve robotlar bizi işimizden eder mi endişesi şimdiden ortadadır.
Dördüncüsü, yeni sanayi devriminin dönüştürücü teknolojileri ile her alanda yeni düzenlemelere ve düzenlemeleri yaparken de yeni bir bakış açısına ihtiyaç olacaktır. Bitcoin ile ortalığı saran blockchain teknolojisini ele alalım mesela. Blockchain’e dayanarak şirketlerin sermaye piyasalarından doğrudan kaynak toplaması mümkündür. ICO (initial coin offering) sonunda IPO’nun (initial public offering) yerini alacaktır. Her alanda iş yapma biçimleri değişirken, düzenlemelerin aynı kalması düşünülemez.
Bu arada, düzenlemelerin ayrıca bu yeni teknolojilerin getirdiği kendi kendine örgütlenme potansiyelinin kötüye kullanımını da engelleyecek biçimde tasarlanması gerekiyor. Yeni teknolojilerin negatif dışsallıkları da var demokrasinin işleyişi açısından bakıldığında. Hadise çok yönlü sonuçta. Daha geçen hafta İngiliz Barclays Bankası’nın iki milyon müşterisine dağıttığı anti-virüs programının aynı zamanda Rus hükümeti tarafından malumat toplamak üzere tasarlanmış bir yazılım olduğuna dair bir iddia vardı İngiliz gazetelerinde. Rusların yeni teknolojilerin getirdiği bu tür imkanlardan çok yönlü yararlandığı yönünde iddialar giderek yoğunlaşıyor.
Beşincisi, vatandaşlık maaşı uygulamasını açık açık tartışmamız gereken bir dönemin başında olduğumuz gerçeğidir. Öyle anlaşılmaktadır ki, özellikle düşük beceri sahipleri için iş bulabilmenin son derece zor olacağı bir dönemin başında olacağız. Yeni sanayi devrimi teknolojileri, yeni sosyal politika gereklerini de gündeme taşıyacaktır.
Altıncısı, yeni sanayi devrimi teknolojileri alıştığımız sosyal örgütlenme biçimlerini de değiştirecektir. Bireylerin kendiliğinden, farklı konular etrafında, fırsatçı bir biçimde ve hızla örgütlenebileceği bir yeni dönemin başındayız. Bu değişim herhalde alıştığımız arkaik modelde örgütlenmiş sendikaları, iş dünyası destek örgütlerini ve hatta hükümet etme modellerini de süratle değiştirecektir. Dün genel seçimlerde tercihli oy kullanmak için çalışmak zorken, şimdi artık son derece kolaylaşacaktır.
Yedincisi, kamunun yeni teknolojiler ile ilgili düzenleme yapabilmek için bu teknolojilerin ne olduğunu, neler getirebileceğini ayrıntılarıyla bilmesi gerekecektir. Dün kamu politikaları tasarım sürecinde sosyal bilimciler ve hukukçuların katkıları ağırlıklıydı, şimdiyse mühendislerin ve temel bilimcilerin öneminin arttığını göreceğiz gibi geliyor bana. Açıktır ki, neyin değiştiğini bilmeden düzenleme yapabilmek son derece zor olacaktır.
Şimdi bütün bunları alt alta koyunca ben neden pek çok ülkenin kabinede bir devlet bakanını dijitizasyon/dijitalizasyon/yapay zeka ile görevlendirdiğini daha iyi anlıyorum.
Gelin Türkiye’nin meselesini size somut bir örnek üzerinden anlatayım: Türkiye 2000’li yıllarda Yap-İşlet-Devret (YİD) projeleri ile ilgili karar alma, sözleşme imzalama sürecini bakanlıklar arasında dağıttı. Herkes kendi alanında YİD sözleşmeleri imzalamaya başladı. Şehir hastaneleri ile ilgili YİD sözleşmeleri Sağlık Bakanlığı’nda, köprü ve yollar ile ilgili olanlar Ulaştırma Bakanlığı’nda, falan filan. Herkes “cebimizden beş kuruş çıkmadan icraat yapıyoruz” havasına girdi, pek sevindi. Şimdi ne oldu? Geçmeyen arabaların, yatmayan hastaların parasını nasıl öderiz diye 2018 yılından başlayarak bütçede bir fasıl açmak zorunda kaldık. Aynı ANAP döneminin meşhur doğal gaz çevrim santrali YİD’leri gibi oldu. Hatırlayın, 2002 seçimlerinde en çok “üretilmeyen elektriğin parasını nasıl ödediğimizi” tartışırdık. Aynısı oldu. Neden? Aynı yasayı kullanıp aynı adımı, aynı biçimde atınca, aynı sonuç çıkar da ondan. Ne yapmalıydık? YİD sözleşmeleri için tek bir birim kurup, tecrübeyi orada biriktirseydik, aynı birikimin birden çok yerde aynı anda olmasını beklemeseydik böyle olmazdı. Şimdi de aynısı işte. Kaynak israfı.
Tarım Bakanlığı ayrı, Sağlık Bakanlığı ayrı, Ekonomi Bakanlığı ayrı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ayrı, Kalkınma Bakanlığı ayrı ve herkes birbirinden bağımsız bir biçimde biyoteknoloji, nanoteknoloji, bilgi ve iletişim teknolojileri bizim sorumlu olduğumuz sektörleri nasıl dönüştürür diye hesaplar yapmasın. Kamuda bilgi birikimi tek elden olsun. Öncelikler tek elden belirlensin. Yeni sanayi devrimi teknolojilerini de elimize yüzümüze bulaştırmayalım. Bu kez yine önceki sanayi devrimlerinde yaptığımızı yapmayalım, trene bakar gibi beklemeyelim. Onlar ortak, biz pazar kalmayalım diye, bu dönüşüm sürecinden sorumlu, yetkilerini kendi sorumluluğunda tanımlayarak kullanabilecek bir yeni bakanlığa ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum ben doğrusu. Acaba aradığım Devlet Planlama Teşkilatı’nın eski hali midir, doğrusu, onu da tam bilmiyorum.
Bu köşe yazısı 27.11.2017 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024