TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Etrafta alışmadığımız işler oluyor, bilmem farkında mısınız? Her gün alametler artıyor. Dünyanın çivisi yerinden oynamış gibi duruyor. Amerika’nın başında, serbest ticaretin, Meksikalıların uydurması, küresel ısınmanın ise Çinlilerin Amerika’ya kurduğu bir tuzak olduğunu söyleyen, söylediği yetmezmiş gibi üstelik söylediklerine de hakikaten inanıyormuş gibi davranan bir başkan var. Amerika’daki son başkanlık seçimleri ile bir nevi, küreselleşme sürecinin lideri, liderlikten çekilmeye karar verdiğini ilan etmiş gibi oldu. Bunun öyle uzun uzun düşünerek yapılmadığı da Amerika’daki keşmekeşten kolaylıkla anlaşılabiliyor sanırım. Şimdi Amerika’nın başında, hayatı boyunca hep kendi halka kapalı, özel şirketini yönetmiş, bunu yaparken de kimseye hesap vermemiş bir insan var. Hesap verme zorunluluğunu bilmiyor bir kere. Şimdi Amerikalılar önce ona sıkı bir yurttaşlık bilgisi dersi vermek durumundalar. Bu ne kadar sürer? Sonra ikna olur mu? Bilmem.
Olup biteni izlerken, siz de içinizde şöyle bir derin rahatlama hissediyor musunuz? “Allah’ım, sana şükürler olsun, bizim memlekette belirgin bir tuhaflık yokmuş.” diyorum ben mesela. Bu alametleri gördükçe, doğrusu ya, Türkiye ile ilgili korkularım azalıyor. Gelişmeleri daha iyi izleyip Türkiye için faydalı olanı aramak için geniş bir hareket sahasının ortaya çıkmakta olduğu kanaatindeyim. Müsaadenizle gördüklerimi anlatayım.
İlk soru şu olabilir: Peki, küreselleşme süreci tehlikede mi? Bence, hayır. Amerikalılar, aynı İngilizler gibi, bir bilinmeze atlayıp, küresel liderlikten çekilme eğilimi gösterince, Almanya başbakanı Merkel ve Çin Cumhurbaşkanı Şi Cinping hemen bir adım öne çıktılar. Serbest ticaretin dünyamız için ne kadar önemli olduğunu anlatmak bugünlerde aynı zamanda Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri de olan Şi Cinping’e kaldı. Bu yıl Davos’ta Dünya Ekonomi Forumu’nun tartışmasız yıldızı Başkan Şi’ydi. Ben bugünlerde güçlenen bir Almanya-Çin ekseni görüyorum, Amerika ve İngiltere’nin intihar girişimleri sonrasında belirginleşen.
Amerikan Gallup firmasının son anketlerine baktınız mı? 2001’den 2017’ye, Amerika’da güçlenen bir “dünya bizi sevmiyor” havası var. 2000’lerin başında, Amerikalıların yüzde 20’si, “dünya bize pek de olumlu bakmıyor” diye düşünürken, şimdi bu oran yüzde 57’ye yükselmiş. Tersinden giderseniz, 2001 civarında, Amerikalıların neredeyse yüzde 80’i, “dünya bizi seviyor, bize olumlu bakıyor” diye düşünürken şimdi bu oran neredeyse yarı yarıya azalmış. Amerikalılar dünyaya bakınca, pek de mutlu olmuyorlar. Sanki bir “durdurun dünyayı, inecek var” havasındalar. Ben bu havayı buralardan biliyorum ama oralarda olması ilginç tabii.
Yine Amerikalılara sormuşlar, “Dünya sizce Başkanımız Trump’a saygı duyuyor mu?” diye, yalnızca yüzde 29’u “evet” demiş. Amerikalıların yüzde 67’si, “dünya bizim başkana saygı duymuyor” diye düşünüyor. Halbuki 2009’da milletin yüzde 67’si, “dünya bizim başkana saygı duyuyor” demiş. Bu sanırım Amerikalıların ruh halini yansıtıyor. Orada olup biteni biraz da eğlenerek takip ettiğimizi sanki biliyorlar.
Peki, bunu neden ciddiye alıyorlar? Doğrusu ya, eskiden böyle değillerdi. Eskiden, Amerikalıların, dünya bizim hakkımızda olumlu düşünüyor dediği dönemde de, dünya Amerikalılar hakkında pek olumlu düşünmezdi. Oralarda olan hava genel bir ilgisizlikti dünyaya karşı, şimdilerde sanki bu genel ilgisizlik ortadan kalkmaya başladı. Dün dünyada ne olduğu Amerikalıları pek ilgilendirmezdi. Şimdi ilgilendiriyor. Dünyanın kendilerini sevip sevmediğini dün umursamazlardı, bakın bugün sanki umursuyorlar. Şimdi aynı bizim buralarda sıklıkla rastladığımız bir haleti ruhiye içindeler doğrusu. Mesela Türkiye’de biz, Amerikalıların ya da Almanların, ilk 10 işi içinde mutlaka Türkiye ile ilgili bir hinlik olduğu kanaatindeyizdir genellikle. 1920’lerden beri kanaatimiz böyledir. Ortada bir yabancı görsek, “casustur casus” deriz. Kendimize pek güvenmeyiz. Top 10 içinde mutlaka Türkiye’ye bir tuzak filan vardır diye düşünmeyi severiz. Genel kanaatimiz hep böyledir.
Bu kanaatin hakikatle hiçbir alakası yoktur ama yine de fikrimiz değişmez doğrusu. Dünya bizi umursamaz, biz ise, dünyanın asli işinin biz olduğumuz kanaatindeyizdir. Şimdi Başkan Trump’ın ortaya attığı tezlere bakınca, insan işte tam da bizim buralardaki gibi diyor. Çinliler, sabah akşam, bugün Amerika’ya acaba nasıl bir kazık atsak diye düşünüyorlar. Meksikalılar kenarda yine bir şey yapsak da bugün öğle yemeğini Amerikalılara yıkıp bedavaya getirsek diye plan yapıyorlar. Türklerin hesabı ise daha da karışık elbette ama yine bir hinlik var işte. Dünyanın işi gücü bir nevi Amerika’ya komplo kurmak böyle baktığınızda. Hepimizin ilk üç işinden biri kesin Amerika’ya tuzak kurmak. “Eh, hep Amerikalıların işi gücü dünyaya komplo kurmak olacak değil ya, görsünler bakalım şimdi onlar da, böyle yaşamak ne kadar sinir bozucu” diyebilirsiniz tabii. Ama demeyin. Adamların siniri bozulmuş sanki.
Peki, değişen ne? Neden Amerikalılar ve İngilizler bir bilinmeze atladılar? Dünyanın çivisi neden çıktı? Bunun için isterseniz üçüncü grafiğe bir bakın. Grafik verilerini Singapur’dan Danny Quah ve Kishan Mahbubani hesaplamışlar. Onlar bunları anlatmayı pek severler. Grafik, gelişmekte olan ülkelerin milli gelirlerinin G7 ülkelerinin milli gelirine oranını gösteriyor. Ne olmuş? Gelişmekte olan ülkelerin milli geliri, 1980 yılında G7 ülkelerinin milli gelirinin yüzde 40’ı iken, şimdi artık yüzde 100’üne ulaşmış. Bu değişimin en önemli taşıyıcılarından biri de Çin elbette. Böyle bakınca, alıştığımız dünyanın çivisini neyin çıkarttığını görmek mümkün oluyor sanırım. Dünyanın üretim merkezleri yer değiştirmeye başlayınca dünyanın da dengesi değişmeye başladı elbette. İlk önce bizim gibi ülkelerde “heybesinde satacak pamuğu olmayanlar” küreselleşmeden şikayet ederlerdi. Şimdi sistemin tam merkezinde “heybesinde satacak pamuğu olmayanlar” olduğunu da keşfetmiş olduk. Bu arada, Çin 1 milyara yakın insanı yoksulluk sınırının üzerine çekti, unutmayın.
Ama bunu zaten biliyorduk. Tam da o nedenle, 2015 yılında üzerinde mutabakata varılan “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”nde sürdürülebilirlik tanımını değiştirmiştik. Sosyal kırılganlıklar gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin hepsinde zaten var diye tartışmaya başlamıştık. Hatta G20 Kalkınma gündemi bundan sonra daha kapsayıcı olacak, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin meselelerini birlikte içerecek derken de bunu söylemeye çalışıyorduk. Ama bu arada Amerika ve İngiltere’de siyasi depremler oldu. Korku, aklın önüne geçti.
Doğrusu ya, ben küreselleşme sürecine gelişmekte olan ülkelerin sahip çıkacağı bir yeni dünyaya doğru gitmekte olduğumuzu düşünüyorum. Bunu da kesinlikle kaygı verici bulmuyorum. Dünyanın kaynaklarını, insanlığın birikimini, herkesin yararlanabileceği bir açık kaynak haline getirecek miyiz, getirmeyecek miyiz? Birikimi daha hakça paylaşacak mıyız, paylaşmayacak mıyız? Teknoloji transferini kolaylaştıracak mıyız, zorlaştıracak mıyız? Ben, Türkiye’nin, bu tartışmada Almanya-Çin ekseninde yer alması gerektiği kanaatindeyim doğrusu. Erkenden söylemiş olayım.
Bu köşe yazısı 13.02.2017 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024