TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Cumartesi akşamı İstanbul yine korkunç bir terör dalgası ile karşı karşıya kaldı. İki bomba patladı. Pek çok yurttaşımız hayatını kaybetti. Acımız büyük. Ama şimdi kendimizi bir duygu seline kaptırma zamanı değil. Korkuyu kalplerimizden uzak tutup, serin kanlı düşünme zamanı. Unutmayalım ki, Allah helak etmek istediklerinin kalplerine korku verirmiş. Şimdi yaramız daha açıkken, bunlar bir tek ve özellikle bizim başımıza geliyormuş gibi geliyor. Herkes bize karşıymış gibi geliyor bize. Türkiye’nin başına gelenlerin belirgin bir biçimde farklı olduğuna dair güçlü bir kanaat taşıyoruz.
Bunlar bir tek bizim başımıza mı geliyor? Aslında İstanbul’da olup bitenin, Brüksel’de, Paris’te, Berlin’de yakın geçmişte gördüğümüz saldırılardan bir farkı yok. Bu terör saldırıları din, mezhep, milliyet ayrımı gözetmeksizin hepimizi hedef alıyor. Bunlar bir tek bizim başımıza gelmiyor. Bana sorarsanız, Türkiye söz konusu olduğunda, ortada, belirgin bir farklılık bulunmuyor. Dünyanın her tarafında daha önceden alışmadığımız işler oluyor.
Bugün Avrupa Komisyonu’nun Eurobarometer anketlerine dikkatinizi çekmek isterim. Yandaki grafik 2010’dan 2016’ya “Avrupa Birliği’nin şu anda karşı karşıya olduğu en önemli iki sorun nedir?” sorusuna verilen cevapları özetliyor. Dikkatinizi son iki yılda AB ülkelerinde kamuoyu önceliklerinin ne kadar radikal bir biçimde değiştiği hususuna çekmek isterim. Ben bu değişime baktığımda, orada değişenin, aynı dönemde Türkiye’de olup bitenlerle yakından alakalı olduklarını düşünüyorum.2014’ten 2016 yılına AB kamuoyunun önceliği ekonomik durum ve işsizlik gibi meselelerden göçmen dalgası ve terörizme dönüyor.
2015 yılında Avrupa’ya yönelik kaçak göçmen dalgası daha önemli bir meseleyken 2016’da ağırlığı azalmış. Terörizmin kamuoyu gündemindeki önemi ise sürekli artıyor. Nedir? Avrupa kamuoyunun öncelikleri aslında Türk kamuoyunun da öncelikleri esasen. Türkiye’nin dertleri ile Avrupa’nın dertleri bir nevi benzerlik gösteriyor. Çağımız böyle bir çağ ve hepimiz benzer eğilimlerden etkileniyoruz doğrusunu isterseniz. Avrupa Birliği üyesi 28 ülkeden 20 tanesinde göçmen akımı en öncelikli mesele bu yılın Mayıs ayında saha çalışması tamamlanan Eurobarometer sonuçlarına göre. Kalan 8 ülkede ise en öncelikli mesele terör meselesi. Bir tek Portekiz’de terörizm birinci öncelikli mesele iken, ekonomik durumun ikinci öncelikli olduğunu söylemiş katılımcılar. Göçmen meselesi üçüncülüğe düşmüş. Önce bu durumu bir tespit edelim: Bugün Türkiye ve Avrupa kamuoyları aynı dertlerle dertleniyor.
Buradan geleyim bugünün ikinci tespitine. Aynı dertlerle dertleniyor olmak, Türk ve Avrupa kamuoylarının birbirlerini daha iyi anlamasına yardımcı olacak bir ortak zemin oluşturuyor bana sorarsanız. Kamuoylarının derdi aynıysa, siyasetçiler de aynı dili konuşmayı eninde sonunda öğrenirler. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2016 yılı Mart ayında imzaladığı AB-Türkiye Göçmen Anlaşması Türkiye’nin bu ortak zeminin farkında olduğunu gösteriyordu bana sorarsanız. Rakamlar bize anlaşmanın işe yaradığını da gösteriyor. Balkan koridoru sıra dışı tehditlerle kapandığı için değil, Türkiye ile anlaşma imzalandığı için Avrupa’ya kaçak göçmen akımı efektif olarak durdu Mart 2016dan itibaren. Rakamlardaki aylık düşüş ortada. European Stability Institute, bu konuda rakamları içeren raporunu web sitesine (www.esiweb.org) 1 Aralık 2016’da daha yeni koydu. İsterseniz 3 numaralı tablosuna bir bakın bunun için.
8 Aralık 2016 itibariyle, Yunan adalarına erişen kaçak göçmen sayısı sıfırdı. Halbuki 14 ay kadar önce, 20 Ekim 2015 günü, Yunan adalarına erişen kaçak göçmen sayısı 10 bin civarındaydı. 10 bin nerede, sıfır nerede? Kasım 2015 ayında Yunan adalarına erişen kaçak göçmen sayısının günlük ortalaması 5000 civarındaydı. Bu günlük ortalama Kasım 2016’da 66’ya düştü. Türkiye ile anlaşma mülteci akınını sıfırladı. Türkiye Avrupa’nın derdini hafiflettiği için mülteci meselesini öncelikli görenlerin oranı 10 puan gerileyip yüzde 48 oldu Avrupa kamuoyunda. Hala yüksek ama yüzde 20’lik bir gerileme de var. Nedir? Türkiye ile imzalanan anlaşma işe yaramıştır.
Buradan üçüncü bir sonuç daha çıkartmak isterim. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişki söz konusu olduğunda, Türkiye’nin, artık “ama 1963 Ankara anlaşması ile bize bir söz vermiştiniz” demenin ötesinde bir şeyler söyleyebilmesi gerekiyor. 1963 Ankara Anlaşması imzalanırken, Küba Füze Krizi daha yeniydi. Soğuk Savaş’ın en heyheyli günleriydi. Sovyetler Birliği niye Küba’ya füze yerleştirmeye kalkmıştı? Türkiye’de füzeler var diye elbette. O günlerde, küreselleşme karşıtları daha çok gelişmekte olan ülkelerden çıkıyordu. Suriye ve Irak’ta Arap milliyetçiliği anti-emperyalist kampın bölgemizdeki temsilcileriydi. Suriye ve Irak’ta Baas’ı iktidara getiren askeri darbelerin ilkinin tarihi de 1963 yılıydı. Bölgede Sovyet etkisi böylece artıyordu. 1960 Türkiye’nin de askeri darbe yılıydı. 1960’dan 1965’e Irak ve Suriye gibi olmadan Türkiye’yi demokrasiye döndürmek önemliydi. Zaten Türkiye’nin uzun uzun dert ederek kurulmasına öncülük ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk yönetim krizi de başlamıştı 1962-1963’te.
İşte bu konjonktürde, Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Ankara Anlaşması’nı imzaladı. AET dönemi sonraki AB döneminden farklıydı. AET’nin amacı, Avrupa’da ekonomik entegrasyondu. Projenin şimdiki gibi siyasi bir yönü de yoktu. Bir de şimdiki duruma bakın. Sovyetler Birliği dağıldı. Soğuk Savaş bitti. Küreselleşmeye tepki çevreden merkeze geldi. Çevreden merkeze yönelen göçmen akımı, merkezdeki küreselleşme tepkisini daha da yoğunlaştırdı.
Doğrusu ya, ben bu yeni konjonktürün Türkiye’nin küresel önemini artırdığı kanaatindeyim. Türk ve Avrupa kamuoylarının aynı dertle dertleniyor olması geniş bir yeni ortak zemin alanı tarif ediyor aslında. Türkiye’nin hem göçmen krizinin yönetiminde, hem de deradikalizasyon sürecinde üstlenebileceği rol, Türkiye AB ilişkilerine yeni ve güçlü bir zemin ortaya çıkarıyor. Peki, buna rağmen, Avrupa Birliği’nin Ukrayna ve Gürcistan vatandaşlarına vizesiz seyahat dönemini başlatırken, Türkleri kapıda bekletmesi ne anlama geliyor? Ukrayna ve Gürcistan demek, Ruslardan kaçıp her an Avrupa’ya gidecek 50 milyon kişi demek sonuçta. Az değil. Ben bu son hadisenin ortada bir büyük yanlışlık olduğunu gösterdiği kanaatindeyim doğrusu. Tek taraflı değil, çift taraflı. Hadi bakalım, hayırlısı.
Bu köşe yazısı 12.12.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.