TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye, Avrupa Birliği ile vize serbesti anlaşmasının önemini zaten yeterince kavrayamamıştı. Şimdi, içine girdiğimiz bu yeni konjonktürde vize serbestisi konusundaki etkileşim daha bir önem kazandı. Ama ben işin ehemmiyetinin bu memlekette hala iyi anlaşılamadığı kanaatindeyim. Yetkili açıklamalarını böyle görüyorum doğrusu. Gelin bir anlatayım.
Geçen hafta Avrupa Komisyonu, Türklerin vizelere takılmadan Avrupa’da serbestçe dolaşabilmeleri konusunda olumlu bir rapor açıkladı. Türkiye, özellikle 2004 yılından beri bunu bekliyordu. Her fırsatta, Türklerin Avrupa’da serbest dolaşımının, 1960’lardan kalma hakkımız olduğunu savunuyorduk. İş insanlarının, TIR şoförlerinin Avrupa’da serbestçe dolaşmasının tek pazar ilkesinin doğal bir sonucu olduğunu hep söylerdik. Çok istedik. Sonunda iş olumlu bir raya girdi. Şimdi ne yapmamız lazım? Öncelikle herhalde sevinmemiz lazım. Ama bırakın sevinmeyi, biz daha ne olduğunun farkına bile varamadık. Ben hala, “komisyondan geçer ama parlamento zor” lafları duyuyorum.
Geçen hafta Sayın Davutoğlu, “istediğinden değil zaruretten” başbakanlıktan çekildiğini açıkladı. Ankara’daki siyasi kriz, Davutoğlu’nun başbakanlıktan çekilmesi ile ayan beyan görünür hale geldi. 2007’de bir başka siyasi krizi çözmek için alelacele bulunan bir çözüm yolu, artık sürekli siyasi kriz kaynağı olarak Anayasamızda sistematikleşti. Bunu biz yaptık. 2007’de Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı’nı halk seçer dedik. Ama Anayasamızda bunun gerektirdiği ek düzenlemeleri şimdiye kadar yapmadık. Tek başına o madde, bugün Türkiye için sürekli bir siyasi kriz kaynağı haline geldi. Davutoğlu’nun çekilmesi ile görünür hale gelen siyasi kriz, yeni Avrupa Birliği sürecimizin geldiği noktayı doğru değerlendirmemizi de perdeledi bana sorarsanız. Tartışma iyice imkânsız hale geldi.
Oysa Türkiye kartlarını doğru oynarsa vize serbestisi işi bu Haziran’da biter. Avrupa Parlamentosu’ndan da onay alır. Ben, vize serbestisi sürecini iki düzeyde anlamlı görüyorum. Birincisi, vize serbestisi, bugün Avrupa Birliği ile Türkiye arasında karşılıklı güvenin yeniden tesisi için son derece önemlidir. Onların bize olan güveni ve ihtiyacı ile bizim onlara olan güvenimiz ve ihtiyacımız karşılıklıdır. İkincisi, vize serbestisi kararı ile birlikte Türkiye’nin istikrarının önemi tescil edilecektir. Bu, bizim için bizatihi önemli olabilir. Ama bu zor süreç ancak planlandığı gibi tamamlanırsa dosta düşmana Türkiye’nin önemi tartışılamaz bir biçimde gösterilmiş olacaktır.
Bir daha not edeyim: Bugün Türkiye’nin istikrarının muhafazası, küresel sistem için Suriye’de istikrarın yeniden tesisinden daha önemlidir. Bu aynı zamanda çözüm sürecinde Suriye iç savaşı nedeniyle bozulan o hassas dengenin yeniden tesisinin tescili demektir. Bu çerçevede, ayrıca bir güvenlik meselesidir de. Bu iki mesele de bu kadar önemliyken etkili ve yetkili makamlarda olanların söylediklerine daha fazla dikkat etmesi gerekir doğrusu. Türkiye, Kopenhag Kriterlerine sarılarak girdiği bir sistemdeki yerini, bu kriterleri unutarak sağlamlaştıramaz. Hem iktisadi kararlarda hem terörle mücadele konusunda alınan kararlarda hem de basın hürriyeti ile ilgili atılan adımlarda, uygarlığımızın ortak değerleri bellidir. Bunlar yokmuş gibi yapmak, amaca giden yolda manasızdır.
Peki, bu kadar mı?
Hayır. Türkiye’nin öneminin tescili, Türkiye gibi sürekli tasarruf açığı olan bir ülke için son derece önemlidir. Mevcut 10 bin dolarlık kişi başına gelir refah düzeyini korumak, aksi takdirde mümkün değildir. Küresel olarak bakıldığında Türkiye ile aynı sepette adı geçen Brezilya, Güney Afrika, Rusya gibi ülkeler, son dönemde Türkiye’den daha hızlı kötüleştiler. Bir nevi, “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu/ Birinciliği beyaza verdiler” gibi bir durum hâsıl oldu. Çin’in yavaşlaması, büyümesi doğal kaynak ihracatına dayalı ülkeleri, büyümesi doğal kaynak ihracatına bağlı olmayanlardan daha kötü etkiledi. Türkiye ise ikinci grupta olduğu için göreli olarak iyi kaldı. Bu, her ne kadar iyi gibi görünse de ben son dönemde, Borsa İstanbul’daki banka hisse senetleri performansının manidar olduğunu düşünüyorum. BİST’te işlem gören bankalar bu ara endeksi aşağıya doğru çekiyorlar. 20 Nisan’dan beri var olan bu eğilim, özellikle 3 Mayıs’tan beri sanki daha bir belirgin oldu.
Ne demek bu? Bütün bu iflas ertelemelerinin, zor durumdaki şirketlerin, piyasada para dönmüyor olmasının dönüp dolaşıp etkisini göstereceği yer neresidir? Siz hiç yorulmayın, ben söyleyeyim: Banka bilançolarıdır. Hemen bir de sonuç çıkartayım: Türkiye’nin liranın daha fazla ve daha hızlı değer kaybetmesine iktisaden tahammülü yoktur.
Türkiye’nin Batı ittifakı için öneminin bugünlerde açık bir şekilde tescil edilmesi, ülkemiz için oldukça önemlidir. Özellikle içinde bulunduğumuz bu siyasi geçiş sürecinde son derece değerlidir. İktisadi olarak da böyledir. Not edeyim; unutmayalım ve yanlış yapmayalım.
Şekil 1: BRICS ülkelerinde doğal kaynaklara bağımlı ihracat ve GSYH’nin büyümesi
Şekil 2: Bankacılık endeksi ve BIST100, kur türü TL, (6 Nisan 2016-6 Mayıs 2016, günlük)
Bu köşe yazısı 09.05.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.