TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Doğrusu ya, ben Dünya Bankası’nın bu yılki Dünya Kalkınma Raporu’nu daha fazla tartışacağımızı zannediyordum. Öyle olmadı. 2016 yılı Dünya Kalkınma Raporu’nun adı “Dijital Temettü” (Digital Dividends) idi. Çalışma, üretim süreçlerinde artan dijitalleşmenin verimlilik ve iktisadi refah üzerine olası etkilerine değiniyordu. Nedir bu üretimdeki dijitalleşme? Makinelerin makinelerle dorudan konuşmasını, pek çok işin artık insan emeği yerine doğrudan makinler tarafından yapılmasını, bilgi ve iletişim teknolojisinin bildiğimiz üretim sürecini dönüştürmesini dijitalleşme olarak niteleyebiliriz.
Dijitalleşmeyi biz burada Almanların yaklaşık 10 yıl önce kendi sanayi politikalarına verdikleri adla tanıyoruz. Biz Türkiye’de dijitalleşmeye bu nedenle Sanayi 4.0 diyoruz. Böyle bakarsanız 2016 yılı Dünya Kalkınma Raporu, doğrudan Sanayi 4.0 ile ilgili. Burada sanki Sanayi 4.0’ı tartışıyormuş gibi yapıyoruz ama Sanayi 4.0’ın ekonomimizi nasıl etkileyebileceğine ilişkin somut bir karşılaştırma içeren bir raporu pek de tartışmıyoruz. Hâlbuki 2016 yılı Dünya Kalkınma Raporu, bir taraftan ekonomide dijitalleşmenin faydalarını anlatırken diğer taraftan da Türkiye’nin ekonomide dijitalleşme sürecinden, özellikle de işgücü piyasası açısından olumsuz etkilenecek ülkeler arasında olduğunu gösteriyor. Nedir? Türkiye, Sanayi 4.0’dan olumsuz bir biçimde etkilenme potansiyeli en yüksek olan ülkelerden biridir. Gelin bakın neden?
Şimdi lütfen yandaki grafiğe bir göz atın. Bu grafik 2016 yılı Dünya Kalkınma Raporu’nun 132’nci sayfasından alınma. Orada Grafik 2.26 adıyla duruyordu. Dijitalleşme sürecinin acil iktisadi politika meselesi bu grafikte özetleniyor. Yatay eksende, dijitalleşmenin işgücü piyasalarında yol açacağı sarsıntının boyutlarını gösteren bir indeks yer alıyor. Yatay eksen bir nevi, her ülke için dijitalleşmeye geçişin maliyetini gösteriyor. İndeks 0’dan 1’e doğru gittikçe dijitalleşmenin o ülke ekonomisine maliyeti artıyor. Türkiye nerede? Türkiye, burada dijitalleşmeye geçişin işgücü piyasalarında yol açacağı ortalama maliyetin üzerinde yer alan ülkeler arasında bulunuyor. Ne demek bu? İş gücü piyasamızdaki mesleklere bakıyorlar ve sonuç işte böyle çıkıyor. Türkiye, Sanayi 4.0’ın işgücü piyasalarında çok telefata yol açacağı ülkeler arasında bulunuyor.
Grafiğin dikey ekseninde ise beşeri sermayenin yeni duruma intibak edebilme kabiliyeti yer alıyor. İntibak kabiliyetini ise işgücünün eğitim kalitesi endeksiyle ayarlanmış ortalama eğitim süresi gösteriyor. Ortalama eğitim süresi ve kalitesi arttıkça iş gücünün dijitalleşmeye intibak edebilme kabiliyeti de daha yüksek oluyor. Peki, orta 2’den terk nüfusu ile Türkiye’nin burada yeri nedir?
Türkiye, haliyle, intibak kabiliyeti düşük ülkeler arasında yer alıyor. Şöyle bakın isterseniz; Finlandiya’da dijitalleşme ile birlikte işgücü piyasalarında yaşanacak sarsıntı, Türkiye’nin işgücü piyasalarında yaşanacak sarsıntıya eş değerdedir. Her iki ülkenin işgücü piyasalarında benzer büyüklükte bir deprem olacaktır Sanayi 4.0 ile birlikte. Ancak Finlandiya’nın beşeri sermayesinin Sanayi 4.0’a intibak kabiliyeti, Türkiye’nin beşeri sermayesinin intibak kabiliyetinden çok daha fazladır. Türkiye’nin Sanayi 4.0 ile imtihanı, Finlandiya ile kıyaslandığında çok daha zor olacaktır. Neden? Türkler esasen orta 2’den terk olduğu için elbette.
Peki, bu grafiğin kıssası nedir?
Türkiye’nin acilen çözülmesi gereken bir milli eğitim problemi vardır. Dünya yeni bir teknolojik sıçramanın eşiğindedir. Dünyada iş yapma biçimi, malları üretme biçimi önümüzdeki 10 yılda inanılmaz bir biçimde değişecektir. Dijitalleşme, dün dünyayı küçültmekle yetinmişti, şimdi iş yapma biçimimizi değiştirecektir. Türkiye, eğer sanayisini korumak istiyorsa rekabet gücünü kaybetmemek için bu değişime ayak uydurmak zorundadır. Ama bu uyum yalnızca işgücü piyasaları açısından bakıldığında bile önemli bir intibak maliyetine neden olacaktır. Türkiye’nin milli eğitim sisteminin, artık Türkiye’nin sanayi politikası önceliklerinden ve de değişen beşeri sermaye ihtiyacından haberdar olması gerekmektedir. Yetmez. Hem Milli Eğitim’in, hem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hem de Yüksek Öğretim Kurumu’nun mevcut beşeri sermaye stokunun nasıl elden geçirileceği konusunda bir yol haritasına sahip olması gerekir. Yetmez. İçişleri Bakanlığı’nın, bu geçiş sürecine göçmenlerin nasıl katkı vereceği konusundaki bir planın parçası olması gerekir. Ve bu daha burada bitmez. Yalnızca bu iş için bile bir büyük koordinasyon gereği ortadadır. Ama biz işin bu tarafını pek tartışmıyoruz.
Benim kamu idaresinde artık davul/zurnadan orkestraya geçmemiz gerekiyor dediğim de işte tam buydu. Ama biz o işi tartışmayı da pek sevmiyoruz sanki. Biz burada galiba adının büyüsüne kapılıp günün moda konusu neyse onun üzerine yalnızca dedikodu yapmayı seviyoruz. İnovasyona bugüne kadar böyle yaklaştık. Şimdi sıra Sanayi 4.0’da. Hadi bakalım hayırlısı.
Türkiye’nin “çala çala bir havaya girelim” şiarı ile koordine olan, bildiğiniz davul/zurna geleneğine örgütlenmiş mevcut idari sistemi ile Sanayi 4.0, Türkiye’de yalnızca işsizliği artırır. Türkiye’nin mevcut idari sistemini elden geçirmeden rekabet gücünü artırması, çağa ayak uydurması filan mümkün değildir.
Ben şimdiden söylemiş olayım.
Bu köşe yazısı 15.03.2016 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.