TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye’nin mülteciler arasında ayrım yaptığını biliyor muydunuz? Avrupalı mültecilerle Avrupalı olmayan mültecileri birbirinden ayırıyoruz. Avrupalı olan ve Avrupalı olmayan mülteciler arasındaki ayrımı en etkin şekilde uygulayan tek ülkenin Türkiye olduğunu söylüyor Uluslararası Af Örgütü. İsteyenler 2009 tarihli “İki Arada Bir Derede: Türkiye’deki Mültecilere Koruma Sağlanmıyor” başlıklı rapora bakabilir. Türkiye, Batılılara insan gibi davranıyor, Doğuluları sevmiyor. Onlara hak vermiyor. Kağıt üzerinde vaziyet böyle. Türkiye, bir nevi Avrupalıdan daha fazla Avrupalı gibi davranmayı seçmiş görünüyor. Üstelik de dünyada tek ve bir numara.
Peki, neden?
Devletin, göçmen politikasını, zamanında memleketin güvenlik birimlerine emanet edip sonra da unutmuş olmasından elbette. Ekonomi politikalarının tasarımı ve uygulamasından sorumlu birimlerin şaşkınlığından elbette. Ben size boşuna Türkiye’nin bir Göçmen Bakanlığı’na ihtiyacı var demiyorum. Şimdi bir adım daha atayım: Göçmen stratejisi olmadan, teknoloji transferi, teknolojinin difüzyonu, ileri teknoloji filan da olmaz. Gelin anlatayım.
Önce kısaca tarih. Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin sözleşme, 1951’de Cenevre’de imzalanmış ve 1961’de yayımlanan Resmi Gazete ile yürürlüğe girmiş. İkinci savaştan hemen sonra geldiği için, sözleşme, dil ağrıyan dişe gider misali, mülteci tanımını “1951 yılından önce ve Avrupa’da meydana gelen olaylar” şartlarıyla sınırlandırmış. 1967 yılında, 1951 sonrasındaki dönemde meydana gelen olaylar sonucunda da mültecilere koruma sağlanmasının gerektiği kabul edilmiş ve Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü kabul edilerek Cenevre Sözleşmesi’nin tarih sınırlaması Protokole taraf ülkeler için kaldırılmış. Biz kaldırmamışız. 1968’den beri öylece kalmış. Bu nedenle, bugün Türkiye sadece Avrupa Konseyi üyesi ülke vatandaşlarına mülteci statüsü verebiliyor. Avrupa Konseyi üyesi olmayan ülkelerden gelen kişilere “geçici sığınma” imkanı tanıyor. Bu işe kim bakıyor peki? İçişleri Bakanlığı.
Unutun mülteci statüsünü, yabancılara çalışma izni meselesine bakın. O işe de İçişleri Bakanlığı bakıyor. İçişleri Bakanlığı, Türkiye ekonomisinin beşeri sermaye ihtiyacını değerlendirebilecek bir kapasiteye sahip mi? Hayır. Aynı bakanlık bünyesinde bir de Göç İdaresi Başkanlığımız var. Yaklaşık 2,5 milyon mülteciye kimlik belgesi verdik. Memleketin neresinde ikamet ettiklerini, kim olduklarını aşağı yukarı biliyoruz. Ama eğitimlerini, beceri setlerini filan zinhar bilmiyoruz. Neden? Yabancı savaşçıya bakmaktan, iktisadi olana sıra gelmiyor haliyle. İçişleri Bakanlığı bünyesindeki bir birim nereye bakmayı akıl ederse bu idare de yalnızca oraya bakıyor. Bu idarenin işini etkin bir biçimde yerine getirmesinin ne kadar önemli olduğunu son Ankara patlamasında gördük. Bu doğru ama ortada göçmenlerle ilgili bir de iktisadi mesele var. İşte o mesele, bu hay huy içinde yeterince ilgi göremiyor. Nedir? Türk devleti, hadiseyi bütün boyutlarıyla kavrayamıyor. Meseleyi bir türlü tam olarak anlayamayınca haliyle yanlış yapıyor. Türkiye’nin bir Göçmen Bakanlığı’na ihtiyacı vardır derken aklımda olan ilk konu buydu.
Geleyim ikincisine. Geçenlerde Dünya Ekonomik Forumu’nun türettiği bir istatistiğe bakıyordum. Buna göre, dünyada en fazla mühendis eğiten ilk 10 ülke listesi yandaki grafikteki gibi. Listeye Çin ve Hindistan dahil değil. Ama bu haliyle bile ne dikkatinizi çekiyor? 124 ülke içinde her yıl en fazla mühendis yetiştiren ilk 10’da bizim bölgemizden tam 3 ülke var: Rusya, İran ve Ukrayna. Yılda toplam 800 bin kişi bu ülkelerin üniversitelerinden üretim sürecinde kullanılmak üzere mezun oluyor. Biz ise burada, sanayimizi bir ileri aşamaya sıçratmak için eğitim sistemini nasıl değiştirmek lazım diye düşünüyoruz. Halbuki sistemi değiştirsek bile ilk mezunlar için bir 10 yıl beklemek zorunda değiliz. Yetişmişi bu çevrede var. Kolaylıkla bir geçiş dönemi stratejimiz olabilir. Ama ne yok? Türkiye’nin bir göçmen stratejisi yok.
Neden Türkiye’nin çok boyutlu bir göçmen stratejisi yok? Neden Türkiye göçmen meselesine at gözlüğü ile bakıyor? Kafasını neden bir tek güvenlik meselesine takıyor? Gayet basit bir nedenle. Öteki işin sahibi yok. Türkiye’nin bir Göçmen Bakanlığı yok. Nokta.
Bu köşe yazısı 14.03.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.