TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ben 2016 yılının aklımızı başımıza toplamamız gereken bir yıl olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin kişi başına milli geliri 2010 yılında 10 bin dolar olmuştu. 2015 yılı ile birlikte, 10 bin dolarlık kişi başına milli gelir düzeyinde bekleme süremiz altıncı yılını doldurdu. 2016 ile birlikte 10 bin dolar eşiğinde yedinci şerefli bekleme yılımıza giriyoruz. Halbuki beceriksizliğin şereflisi filan olmaz. Yeni bir yıla giriyoruz. Yeni yıla girerken dilek tutmak adettendir. Ben, 2016 yılının Türkiye’ye acilen akıl fikir getirmesini diliyorum.
1980 yılında Türkiye’nin kişi başına milli geliri 1500 dolar civarındaydı. Sonraki yirmi yılda bu rakamı ikiye katladık. 2000 ile 2010 arasında ise kişi başına milli gelirimizi neredeyse üç kat artırarak 10 bin dolara ulaştık. Ancak tam 6 yıldır bu kapıda öylesine duruyoruz. Nedir mesele?
Öncelikle, dünya artık o eski dünya değil. Ayrıca Türkiye de artık o eski Türkiye değil. Dün katı olan her şeyin artık artan bir hızla buharlaştığı derin bir değişim sürecinden geçiyoruz. Bu noktada bilmemiz gereken tek husus var: 3 bin dolardan 10 bin dolara ne yaparak geldiysek, aynı şeyleri aynı biçimde yaparak 10 bin dolardan 25 bin dolara çıkamayız. Zenginleşmek için artık yeni bir şeyler yapmamız gerekiyor. Ama ne yapacağımız konusunda hala tam bir karar verebilmiş değiliz. Bunun en güzel örneği, ortadaki dönüşüm programları bana sorarsanız. Ben dönüşüm programlarını ilk okuduğumdan beri mesajı şöyle alıyorum: “Bizim artık yeni bir şeyler yapmamız lazım.” İyi de artık yapmamız gereken bu yeni şeylerin ne olduğu, önümüzdeki dönemde neye odaklanacağımız konusunda bir karara varmamız gerekiyor. Türkiye’nin hedefleri var ama o hedeflere ne yaparak ulaşacağına dair pek bir kanaati yok benim gördüğüm. İşte tam da bu noktada akla fikre ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim.
Dün dünya bugünkü gibi değildi. Sistemin merkezinde kriz yoktu. Arap Baharı daha başlamamış, bizim mahalle dağılmamıştı. O dönem komşularımızla sıfır sorun dönemindeydik. Satacak malımız vardı. Etrafta İsrail’den başka piyasa ekonomisi yoktu. Komşulara mal satmanın yolu, başkentlerle siyaseten iyi geçinmekti. Biz de öyle yapabiliyorduk. Sonra komşuların başkentleri karıştı. Biz kiminle iyi geçineceğimizi şaşırdık. Komşuların başkentleri, kendi milletleri ile kavgaya tutuştu. Konteyner yolları berhava oldu. Ticaret yapmak zorlaştı. İlişki kurduğun her grup, tişört değiştirir gibi bayrak değiştirmeye başladı. Aynı ofiste bir hafta mavi, bir hafta siyah, öteki hafta kırmızı bayrak görmek normal oldu. Katı olan her şey buharlaşınca sıfır sorun politikasını devam ettirmek imkansız hale geldi. Biz değişmedik. Dünya değişti. Olsa olsa, biz değişen dünyaya uyum sağlamakta, değişenin farkına varmakta herkes kadar geç kaldık. Dünyanın bu hali, ağzımızı açarken, adımımızı atarken artık daha dikkatli olmamız gerektiğini söylüyor epeydir. Almakta güçlük çektiğimiz mesaj galiba tam da burada. Biz daha ne yapacağımızı tam olarak anlamış gibi durmuyoruz. Akıl fikir dediğim işte bu.
Geleyim Türkiye’ye. Türkiye eskiden esas olarak kırdan kente göçle büyürdü. Şimdi şehirleşme oranımız yüzde 75’lere geldi. Ne oldu? Köylüleri kente getirip emeği ucuzlatarak hızlı büyüme döneminin sonuna gelmeye başladık. Artık her sektörde her ne iş yapıyorsak o işi daha verimli, daha iyi yapmamız gereken bir yeni döneme geldik. Ne yapmamız lazım? Her sektörde inovasyon yapmamız, icat çıkarmamız lazım. Ama biz inovasyonun yalnızca dedikodusunu yapmayı biliyoruz. Ses var ama görüntü yok. İnovasyonun teknoloji transferi demek olduğunu hala daha anlamış gibi durmuyoruz. Türkiye’nin tüm sektörlerde aynı anda verimlilik artışlarına yönelebilmesinin yolu bir teknolojik yenilenmeden geçiyor. Ama daha bunu nasıl yapacağımızı tam olarak idrak edebilmiş değiliz. Teknoloji memlekete nasıl transfer edilecek? Transfer edilen teknoloji, memleket sathına nasıl yayılacak? Nasıl kısır değil de doğurgan olacak? Akıl fikir gerek dediğim işte bu.
Bakın mesela teşvik sistemimize. 2001’den 2012’ye teşvik sistemimizi elden geçirdik. Ona buna destek vereceğiz dedik. Ne oldu? Teşvik sistemimiz, sektörel bir dönüşümü destekleyecek hiç bir sonuç vermedi. 2001-2011 döneminde yatırımlar hangi sektörlere gidiyorsa 2012-2014 döneminde de aynı yerlere gitti. İki farkla: 2012’den sonra enerji yatırımları arttı. Ulaştırma yatırımları azaldı. Sanayi yatırımlarında belirgin bir farklılık ortaya çıkmadı. Odak problemi derken işte ben bundan bahsetmeye çalışıyorum. Teknoloji transferi olmadan olmazsa burada öyle bir odaktan bahsedebilmek mümkün değil.
Peki, bu iş neden bir an evvel çözülmelidir?
Birincisi, teknoloji transferinin giderek daha düzenli olacağı, bir nevi zorlaşacağı bir yeni dönemden geçiyoruz. Bugünkü koruma önlemleri 1980’lerde olsaydı Kore asla bugünkü Kore olamazdı. 1980’lerde teknolojik sıçrama bugüne göre daha kolaydı. Biz beklemeye devam edersek işler kolaylaşmayacak, zorlaşacak. İkincisi, Türkiye’nin nüfusu artık gençleşmeyecek, yaşlanacak. Yaşlanan nüfusla zenginleşmek daha kolay olmayacak. Üçüncüsü, tekleyen bir ekonomiyle 19’uncu yüzyıldan kalma meselelerimizi ele almak, huzuru ve refahı ülke sathına yaymak, sosyoekonomik eşitsizlikleri gidermek, hendekleri kapatmak giderek zorlaşacak. Ben 19’uncu yüzyıldan kalma meselelerimiz çözümsüz kaldıkça, 21’inci yüzyılın işleriyle ilgilenemeyeceğimizi düşünüyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle 2016 yılının Türkiye’ye akıl fikir getirmesini diliyorum. Getirsin ki artık siyasetçilerimiz boş lafı bırakıp işe odaklanmaya başlasınlar.
Bu köşe yazısı 31.12.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.