TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
"Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü" diye başlamıyor muydu, Charles Dickens "İki Şehrin Hikâyesi"ne? İşte şimdi de öyle bir zamanın içindeyiz. Hızlı bir dönüşüm sürecinin daha başındayız. 2001 krizinin ardından gelen göreli istikrar ortamı, memleket ekonomisini dünya ekonomisine daha bir sıkı bağladı. 1996 yılında imzaladığımız Gümrük Birliği anlaşması göreli istikrar ivmesiyle çalışmaya başladı. Memleket ekonomisinde değişimin kapıları ardına kadar açılıverdi. Zamanların en iyisi ve zamanların en kötüsü işte böyle başladı. Şimdi Türkiye'de halinden göreli olarak memnun olanlar olduğu gibi, halinden göreli olarak memnun olmayanlar da var. Diyeceksiniz ki, zaten hep öyle olmaz mı? Doğru. Ancak gelecekten umutlu olanlarla gelecekten umutsuz olanların gündemlerinin birbirinden bütünüyle ayrılması iyi değil. Birinin ak dediğine, diğerinin kara diyor olması iyi değil. Bunu en iyi nerede görüyoruz? Elbette toplumun aynası olan medyada.
Türkiye'de gazete okuyan, televizyon seyreden biri için hayat 2001 krizinden beri son derece zor. Zorluklar şimdilerde daha da artmış gözüküyor. Aynı gazetenin farklı iki sayfasında, aynı iktisadi gelişme konusunda birbirine taban tabana zıt görüşler okumayanınız var mı? Türkiye'deki her olumlu iktisadi gelişmeye "Yok canım, durum öyle bildiğiniz gibi değil" diye bakanlar yok mu? Son günlerde "saçma" sınırları giderek zorlanmıyor mu?
Anın gelişmelerine değil, rakamlara biraz daha uzun vadeli bakıldığında, işler aslında hiç de öyle kötü görünmüyor. Bu hafta yeni açıklanan cari işlemler açığı finansmanı rakamlarındaki doğrudan yabancı yatırımlara bir bakmıştık. Hatırlayın. Sürekli birkaç yüz milyon ABD Doları düzeyinde sürünen doğrudan yabancı yatırım girişi son iki yılda 27 milyar ABD Doları seviyesine yükselmişti. Seyri merak edenlerin grafik 1'e bir göz atması yeterli.
Şimdi bu doğrudan yabancı yatırım seyri memleket ekonomisinde işlerin eskisi gibi gitmediğine karine olamaz mı? Bize kalırsa olur. Elin oğlunun on yıllardır uzakta dururken, şimdilerde Türkiye'ye doğru yönelmesinin herhalde bir nedeni olması gerekmez mi? Kadim kötümserler için elbette yapılacak bir şey yoktur. Onlar öyle programlanmışlardır. İnsaf sınırlarını zorlamayı severler.
Şimdi bu kötümserlik ehli yukarıdaki rakamlara bakar. Ya "Efendim, bu yıl geldi ama ya gelecek yıl. Bu rakamlar özelleştirmeler, TMSF satışları sayesinde oldu. Hani ortada yeni yatırım?" diye bilmiş bilmiş sorar ya da "Canım, her nasılsa memleketin gidişinden yabancılar memnun. Ama bütün halk umutsuz. Bu nasıl bir ekonomi ki yabancılar için iyi, yerliler için kötüdür" derler. Dedik ya. Kadim kötümserlerde mazeret bitmez. Her şeyin her zaman kötü olduğunu, kötü olması gerektiğini, bu topraklarda olumlu bir gelişme olması ihtimalinin son derece düşük olduğunu söyleyenler, her gördükleri gelişmenin neden kötü olduğuna dair delil peşindedirler sürekli. Kendine güvensizlik işte böyle bir şeydir.
Şimdi müsaadenizle hiç katılmadığımız bu ilk "niye gidişat kötüdür?" delilini bir kenara bırakalım. Bize kalırsa, Türkiye, eğer kartlarını doğru oynayabilirse, eğer 2007 yılında çıkabilecek siyasi tartışmaları 2008'e taşıyarak kronik hale getirmezse, kısa vadede yoğun bir yeni "yabancı yatırım" furyasına uğrayacaktır. Ortadaki durumun kendi başına sürdürülemezliği diye bir mesele esasen yoktur.
Gelelim ikinci konuya. Bakın o son derece ilginçtir. Hakikaten memleket ekonomisinin gidişinden yalnızca yabancılar mı memnundur? Türkiye'de halinden memnun, geleceğinden göreli olarak umutlu hiç kimse yok mudur? Vardır. Bakın Grafik 2 tam da bunları göstermektedir.
Memlekette bankalardan konut kredisi almış olanların sayısı 2006 yılında 450 bin olmuştur. 1999'dan 2005'e kadar bankalardan konut kredisi almış olanların sayısı 100 bin civarındadır. Halbuki 2005 ve 2006'da konut kredisi kullananların sayısı hızlı bir artış trendine girmiştir. Sayı 2005'te yaklaşık 150 bin artmış. 2006 yılında ise bu rakama bir 200 bin daha ilave olmuştur. Şimdi bankalardan konut kredisi kullanan 450 bin (yazıyla dört yüz elli bin!) kişi acaba gelecek hakkında ne düşünmektedir? Memleket ekonomisinin gidişatı hakkında kanaati ne olabilir? Kötümser midirler?
Bir bankadan konut kredisi alarak, on yıllık bir vadede, her ay düzenli ödemeler yapmayı kabul etmiş 450 bin kişi, olsa olsa istikrar göstergesi olarak alınabilir. Bu kişiler gelir akımlarının bir on yıl düzenli olarak devam edebileceğini düşünmektedirler. Bunun için ödeme biçimi ne olursa olsun uzun vadeli bir taahhüde girmeyi kabul etmişlerdir. Geleceğinden, gelir akımlarının devamlılığından endişe duyan biri, uzun vadeli taahhüde girmeyi kabul eder mi? Memlekette kötümserlik ehline dahil olmayan bir 450 bin kişinin var olması elbette sevindirici bir hadise olarak değerlendirilmelidir.
Yabancıların hızlı gelişi ile bankalardan konut kredisi kullananların aynı dönemde artıyor olması neye delildir? Grafik 1 ile 2'ye hızlı bir göz atın, lütfen. 2005 ve 2006'da Türkiye ekonomisinde ne değişmektedir? Hatırlayın aynı dönem, umutsuzluğun da arttığı dönemdir. İşsizlik rakamları ortadadır. Bu konuyu unutmayalım.
Türkiye'de istikrarın sigortası bu rakamlardadır. Rakam hâlâ düşüktür. Ama artış hızı umut vericidir. Unutmayalım da mortgage taksit ödemeleri vergiden düşsün mü, düşmesin mi tartışmasına bir de bu açıdan bakalım. Bakalım ki, medyada farklı bir bakış açısı da ses bulsun.
İyi hafta sonları efendim.
Bu köşe yazısı 23.02.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024