TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bugünlerde Türkiye ekonomisi için yapılan gelecek öngörüleri içimizi karartıyor. IMF’ye göre Türkiye 2013-2020 döneminde ortalama yüzde 3,5 büyüyecek. Tarihsel ortalamaların gerisinde olan bu hızla büyüyerek 2023 hedeflerine ulaşmak bir yana, işsizliği sabit tutmak bile mümkün değil. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s de son raporunda Türkiye’yi küresel finansal piyasalardaki dalgalanmalardan en çok etkilenecek ülkelerden biri olarak gösteriyordu. Son Orta Vadeli Program’da ise Türkiye’nin 2015 yılında yüzde 4 büyüyeceği öngörülmüş, 2016 ve 2017 yılları için de yüzde 5’lik bir büyüme hedefi belirlenmişti. Bu rakamlar, ekonomi yönetimi ile uluslararası kuruluşların Türkiye ekonomisinin geleceğine bakışları arasında belirgin bir fark olduğunu gösteriyor. Ama bu fark her zaman bizim aleyhimize değil.
Harvard Üniversitesi’ne bağlı Uluslararası Kalkınma Merkezi’nin (Center for International Development, CID) Türkiye ekonomisinin geleceğine bakışı, ekonomiyi yönetenlerden bile daha iyimser. CID’ye göre 2013-2023 döneminde yıllık ortalama büyüme oranımız yüzde 5,3 olacak. Orta Vadeli Program hedeflerinin ve IMF tahminlerinin üzerindeki bu büyüme oranı ile Türkiye, 2013-2023 döneminde dünyanın en hızlı büyüyen 13’üncü ekonomisi olacak. IMF’nin yüzde 3,5’lik ortalama büyüme tahminine göre ise büyüme hızı sıralamasında kendimize ancak 91’inci sırada yer bulabiliyoruz.
CID’nin listesinde başka hangi ülkeler var? Aşağıdaki tablo gösteriyor. İlk 10’da yer alan ülkelerin tamamı düşük veya düşük orta gelirli ülkelerden. Türkiye, 10 bin doların üzerindeki kişi başı geliri ile listede başı çeken diğer ülkelerden en az 3 kat daha zengin. CID, göreli olarak daha yüksek bir gelire sahip olmamıza rağmen düşük gelirli ekonomiler gibi hızlı büyüyeceğimizi tahmin etse de IMF aynı görüşte değil. Peki, CID ve IMF’nin büyüme tahminleri arasındaki farkın en yüksek olduğu ülke hangisi? Yine Türkiye. Türkiye’de bir gariplik var yani.
Kaynak: IMF, CID, Dünya Bankası
Peki, CID, Türkiye’de IMF’den farklı olarak ne görüyor?
Bu soruya cevap vermek için CID’nin büyüme tahminlerini nasıl hesapladığını anlamak gerekir. Hesaplama yönteminin teknik detaylarına isteyen şuradan ulaşabilir. Biz gelin yöntemin arka planındaki kavramsal çerçeve üzerinde duralım.
CID’de yapılan araştırmalar, ülkelerin bugün sahip oldukları üretim becerilerinin, uzun dönemli ekonomik büyüme performansları üzerinde etkili olduğunu gösteriyor. Bir ülkenin mevcut becerilerini dönüştürerek gelecekte hangi yeni ürünlere geçiş yapabileceği, o ülkenin ekonomik kalkınma performansı açısından son derece önemli. Örneğin sadece hazır-giyim ürünleri üreten bir ülkenin sahip olduğu becerilerle uçak motoru üretimi için gerekli beceriler arasında hiçbir bağlantı yok. Buna karşın, bugün makine teçhizat üretimi yapabilen bir ülkenin sahip olduğu becerilerin uçak motoru üretimi için gerekli becerilere dönüştürülmesi nispeten daha kolay. İşte CID de ülkelerin ihracat sepetlerinde bugün hangi ürünlerin olduğunu inceliyor, gelecekte hangi yeni ürünlerin ihraç edilme olasılığının yüksek olduğunu hesaplıyor ve büyüme tahminlerini de buna göre yapıyor. Sahip olduğu becerilerle zengin ülkelerin ürettiği ürünlere doğru yönelebilen ülkeler gelirlerini artırırken bu imkâna sahip olmayan ülkeler yerinde sayıyor.
Peki, CID’nin büyüme tahminleri diğer kurumların tahminlerine göre daha güvenilir midir? Anlatayım, kararı siz verin. İktisatçılar, ekonomik büyümeyi açıklarken yönetişim, rekabet gücü ve eğitim göstergelerini kullanmayı pek severler. Ancak, bu göstergelerin büyüme dinamiklerini açıklama gücü son derece sınırlıdır. Ekonomik büyümeyi açıklayacak daha iyi bir gösterge arayışı hep vardır. CID’ye göre Ekonomik Karmaşıklık Endeksi (EKE), uzun dönemli ekonomik büyümeyi diğer tüm göstergelerden daha başarılı bir şekilde açıklayabiliyor. Hatta EKE’nin büyümeyi açıklama gücünün, Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Rekabet Gücü Endeksi’nden 10 kat daha iyi olduğunu savunuyorlar.
EKE nedir? EKE, ülkelerin ihracat çeşitlilik düzeylerinin (kaç farklı ürün ihraç edilebildiğinin) ve ihraç edilen ürünlerin sıradanlıklarının (ürünün kaç farklı ülke tarafından ihraç edilebildiğinin) bileşkesi olarak hesaplanıyor. Sıradanlığı düşük ürünler üreten ve çok çeşitli bir üretim yapısı olan ülkelerin ekonomik karmaşıklık endeksi de yüksek oluyor. Üretimin sofistikasyon düzeyinde Türkiye, 124 ülke içerisinde 42’nci sırada. İlk üçte Japonya, İsviçre ve Almanya var. Ekonomik sofistikasyon sıralamasında gerilerde olsak da gelecek vadeden ülkeler arasında yer alıyoruz. O nedenle 2013-2023 dönemindeki uzun dönemli yıllık ekonomik büyüme hızı sıralamasında 13’üncüyüz. Gelecek vadeden ülke ne demek? Türkiye’de sanayide yapısal dönüşüm için geniş bir alan var demek. Türkiye’nin mevcut üretim yapısının ortaya çıkmasına imkân tanıyan becerilerle yeni ve daha nitelikli ürünler üretmek için fırsat varmış gibi görünüyor. Bu fırsatın değerlendirilebilmesi için Türkiye’nin sanayide yapısal dönüşümü hızlandıracak adımlar atması, mevcut becerilere ilave olarak yeni becerilerin gelişmesinin önünü açması gerekiyor. Bu, kendiliğinden işleyecek bir süreç değil. İncelikle kurgulanması gereken bir yeni sanayi politikası tasarım ve uygulama sürecine ihtiyaç var.
Sorulması gereken bir diğer soru da şu: CID’ye göre en hızlı büyüyecek 13’üncü ülke olan Türkiye, IMF’ye göre neden 91’inciliğe geriliyor? IMF ve CID’nin ekonomik analiz çerçevesi farklı da ondan. IMF, kuruluş amacı gereği, ekonomileri öncelikli olarak ödemeler dengesi penceresinden okuma eğiliminde. CID ise daha ziyade ülkelerin sahip oldukları üretim kapasitesi ile ilgili.
Üretim kapasitesi olarak bakıldığında Türkiye’nin geleceğinden umutlu olmak için neden vardır. 1980 yılından itibaren hızlanan tarımdan sanayi ve hizmetlere dönüşüm, Türkiye’nin üzerinde daha sağlam durabileceği bir zeminin inşasına imkân tanıdı. Ancak, bu sağlam zemin üzerinden ne kadar uzağa sıçrayabileceğimiz makroekonomik istikrara sahip olup olmadığımızla doğrudan ilişkili. Türkiye, ödemeler dengesi açıklarından kaynaklı bir dizi kırılganlığa sahip olduğunu biliyorsunuz. Küresel fon akımlarındaki azalma, Türkiye’yi asimetrik bir biçimde etkiliyor. Dani Rodrik de geçen ay blog yazısında bu konuyu ele almıştı. Türkiye’nin bugün dış şoklara bu derece açık bir ekonomi haline gelmiş olması, yanlış politika kararlarının doğal bir sonucudur. Böyle bakıldığında IMF’nin büyüme hızı sıralamasında Türkiye’ye gerilerde yer vermesinin nedeni de ortaya çıkıyor aslında.
Türkiye, mevcut sanayi birikimiyle üretim yapısını katma değeri yüksek ürünlere dönüştürebilecek becerilere sahip bir ülkedir. Ancak, sanayicilerin ellerindeki kaynağı - başta inşaat sektörü olmak üzere - kısa vadede getiri elde edebilecekleri alanlara kaydırmaları, Türkiye’nin sanayi birikiminin erimesine neden olmaktadır. Türkiye’nin potansiyelini değerlendirebilmesi için makro kırılganlıklarını gidererek uzun vadeli yatırım yapmaya elverişli bir ülke haline gelmesi ve aynı zamanda yeni bir sanayi politikası çerçevesi uygulamaya başlaması gerekmektedir.