TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçenlerde Kenyalı genç bir diplomat, “Türkiye bütün bu binaları dikmek için gereken parayı nereden buluyor?” diye sordu. Bunu gözleri parlayarak, bir nevi, gıpta ile soruyordu. Türkiye’nin son yıllarda gösterdiği değişimden etkilenmişti, bu performansı anlamaya çalışıyordu. Bahsederken “Türk mucizesi” diye anlatıyordu. Bir nevi, Türkiye, Kenya’ya örnek olur mu diye merak ediyordu. Şimdi biz içinde yaşadığımız için farkında olmayabiliriz ama dışarıdan gelip Türkiye’ye bakanlar bir başka Türkiye görüyorlar. Gördüklerinden etkileniyorlar. Kabul edin, ben doğduğumda, bundan elli yıl kadar önce, biz böyle şehirlerde yaşamıyorduk. Ankara bir kasabaydı, şimdi bir şehir olma yolunda ilerliyor. Biz şimdi burada gördüklerimizden memnun değiliz ama Kenya’dan gelip bakanlar öyle demiyorlar. Ortada bir algı uçurumu bulunuyor. İsterseniz önce bu algı uçurumu meselesine bir bakayım, sonra da Kenyalı diplomatın sorusuna döneyim. Sorunun son dönemimizi nitelediği kanaatindeyim. Gelin bakın neden?
Kenya gibi kişi başına milli geliri 1200 dolar civarında olan bir ülkeden gelenler, kişi başına geliri 11 bin dolar civarında bir ülkeden etkileniyorlar. Türkler ise artık kişi başına 11 bin dolar civarında olan bir ülkede yaşamakta olduklarının farkındalar. Şehirleştikçe, orta sınıf güçlendikçe talepler de değişiyor. Kenyalılar değişeni gözleri parlayarak takip ediyor olabilirler ama biz artık artan bir biçimde şikâyetçi oluyoruz. Olacağız da. “Dağa çıktıkça, perspektif değişir” diyen o Çin atasözündeki gibi cereyan ediyor hadiseler. 1980 yılında Kenya’nın kişi başına milli gelirinin Türkiye’nin kişi başı milli gelirine oranı yüzde 29’muş.. Şimdi bu oran yüzde 10’a doğru gerilemiş. Ne olmuş? Türkiye dışa açılmış ve Kenya’ya göre zenginleşmiş. Ama biz kendimizi Amerikan kişi başına milli gelirine bakarak kıyaslıyoruz. Buna göre, hala yüzde 20’lerde sürünüyoruz, bir türlü Amerikan standardına yakınsayamıyoruz. Mutsuz oluyoruz. Hâlbuki Kenya standardına göre epey iyi durumdayız. Türkiye’nin meselesi işte burada: Kendimizi Kenya standardına göre kıyasladığımızda vaziyet harikulade görünüyor. Yok, ille de Batı standardına göre bakacaksanız, hiçbir ilerleme görünmüyor. Neymiş hadise? Kendinizi neye layık gördüğünüzle ilgili bir meseleymiş.
Dünya Bankası’nın en son “Türkiye’nin Dönüşümleri” raporunda tam da bu konu ile ilgili bir kıyaslama vardı. Dünya Bankası uzmanları Türkiye’nin yönetişim karnesini başka ülkelerle kıyaslamışlar. Buyurun grafiğe siz de bakın. Karşılaştırma, Dünya Bankası iyi yönetişim göstergeleri kullanılarak yapılmış. Kullanılan göstergeler şunlar: Yolsuzlukların engellenebilmesi, devletin etkin faaliyeti, ifade özgürlüğü ve hesap verebilirlik, hukukun üstünlüğü, düzenleme kalitesi. Hepsi de bir memleketin iyi idare edilip edilmediğini gösteriyor. Ortaya Türkiye ve farklı ülkeler, ülke grupları için kutu kutu içinde bir grafik çıkmış. Buna göre, Kore, OECD ortalamasından kötü; Türkiye, Kore’den de kötü yönetilen bir ülke çıkmış. Ama bir de hikâyenin öteki tarafı var. Türkiye, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri ile kıyaslandığında bir iyi yönetişim abidesi gibi duruyor. Avrupa Birliği’ne aday olan ülkelerle kıyaslandığında da utanılacak bir durumumuz yok. Ne demiştim? Dağa tırmandıkça, perspektif değişiyor işte. Şimdi vermemiz gereken karar da açık: Zengin bir ülke olmak istiyor muyuz yoksa halimizden memnun muyuz? İstiyorsak vaziyet kötü, ben söylemiş olayım.
Peki, Türkiye bu binaları böyle arka arkaya dikmek için gereken parayı nasıl buluyor? El Cevap: Dışarıdan borçlanarak elbette. Türkiye’nin dış borç stoku 2002 yılında 130 milyar dolar civarındaymış. Şimdilerde yaklaşık 390 milyar dolar olmuş. Sistemin merkezinde devam eden kriz, son günlerde bizim dış borçları hem daha da artırmış hem de yapısını azıcık değiştirmiş.
Birincisi, 2010 yılı sonundan beri dış borç stokumuz yaklaşık 90 milyar dolar artmış. Geçen gün, Erinç Yeldan TEPAV’da bir tablo gösterdi. Yine ufkumu açtı. Oradan gideyim. 2010 yılı sonundan beri, milli gelirimiz dolar bazında, ancak 50 milyar dolar civarında artmış. Ne olmuş? Son dönemde gelirimizdeki artışla kıyaslandığında borca batmışız. Gelirimize oranla borç yükümüz artmış. Ama bu arada binaları da dikmişiz. Son yılların Türk mucizesi işte böyle gerçekleşmiş.
İkincisi, 2002 yılında dış borç stokunun yüzde 8’i banka bilançolarından geliyormuş. 2009’da bu oran yüzde 20 olmuş. Şimdilerde dış borçlarımızın yüzde 42’si banka bilançolarında. Binaları nasıl dikiyoruz? Bankalar artan bir biçimde dışarıdan borçlanıyor, buldukları parayı da bize kredi diye veriyorlar. Oluyor size Türk mucizesi işte.
Sürdürülebilir mi? Hayır.
Kaynak: Dünya Bankası, 2014, “Türkiye’nin Dönüşümleri: Entegrasyon, Kapsama, Kurumlar,” sf. 254
“Türkiye’nin Dönüşümleri: Entegrasyon, Kapsama, Kurumlar” başlıklı Dünya Bankası raporu ve ilgili haber için tıklayınız.
Bu köşe yazısı 09.01.2015 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024