TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Arada sanki öyle değilmiş gibi yapsak da, Arap Baharı sonrasında, içinde bulunduğumuz coğrafya hiç de iç açıcı değildir. Güneydeki komşularımız Suriye ve Irak’tır. Kuzeydeki Ermenistan ile zaten diplomatik ilişkimiz bile yoktur. İran daha dünya ile barışık değildir. Geçen gün Irak ile ticaretimizi anlatan yandaki grafiğe bakıyordum. Irak eskiden bizim ikinci büyük ticaret ortağımızdı. İlk Amerikan harekâtından sonra ticaretimiz yok oldu, Orta Doğu kapısı bir süre kapandı. İkinci Amerikan harekâtı kapıları yeniden açtı. Grafik, ortadaki deseni pek güzel özetliyor. Irak’ta hayatını kaybeden sivillerin sayısı ile Türkiye’nin Irak’a olan ihracatı arasında negatif bir ilişki var. Irak’ta hayatını kaybeden sivil sayısı azaldıkça ticaret artıyor. Hayatını kaybedenlerin sayısı arttıkça ticaret azalıyor. Huzur olmadan girişimcilik olmuyor. Huzur olmadan insanlar ticarete odaklanamıyor. Önce hayatta kalmaları gerekiyor. Rakamlar öyle söylüyor. Bu çerçeveden bakınca ben bu İŞİD hadisesinin zamanlamasının Türkiye ekonomisi için çok kötü olduğunu düşünüyorum. Gelin bakın neden?
Türkiye ekonomisi yüzde 3’lük bir büyüme oranına doğru intibak ediyor, yavaşlıyor. Hatırlayın, yavaşlamayı başta biz de istemiştik. Ancak şimdilerde biz istesek de istemesek de büyüme oranımız alışık olduğumuzdan daha düşük olacak. Şimdi yukarıdan yüzde 3’e doğru intibak süreci içindeyiz. 2016 yılında normal şartlar altında yüzde 3’ün alt yakınlarında bir yerlerde olacağız. Düşük büyüme dönemine yine de yüksek yüzde 6’lar civarında bir cari işlemler açığı rakamı eşlik edecek. Herkesi olumsuz bir biçimde etkileyecek bir sürecin içindeyiz. Bu ilk nokta.
Ama bundan sonra ben yalnızca bizi olumsuz etkileyecek bir dizi faktör görüyorum. İkinci nokta olarak hemen coğrafyaya döneyim. Bu ortamda, Irak ve Suriye’deki karışıklık eğilimi azalmayacak gibi duruyor. Rakamların gösterdiğine bakarsanız, öncelikle, artan karışıklık ve artan sivil ölümlerinin ticaretimizi dün olduğu gibi bugün de olumsuz etkilemesini beklemek gerekiyor.
Geleyim üçüncü noktaya. Bu jeopolitik atmosferde, Türkiye’nin adı sürekli olarak İŞİD, Suriye ve Esad ile birlikte anılmaya devam edecek gibi duruyor. Suriye ve Irak’taki karışıklıklar kısa değil uzun vadeli bir problem gibi görünüyor. Coğrafyamızda uzun vadeli huzursuzluk demek ne demek? Yatırım yapacak olanlar Türkiye’yi negatif olarak ayrıştıracaklar demek.
Geleyim dördüncüsüne. Bu negatif havayı daha da negatifleştirmek üzere, yabancı basında Türkiye algısı süratle aleyhimize döndü. Gezi hadisesi ile başlayan ve yolsuzluk soruşturması ile devam eden süreç, bu gidişata yalnızca katkı sağladı. Gün geçmiyor ki İngilizce yayımlanan medyada Türkiye aleyhine sıkı bir yazı yayımlanmasın. Söylenecek bir şey yok. Dün nasıl yerli yersiz Türkiye’ye övgüler düzülüyorduysa, şimdi tam tersi oluyor. Nasreddin Hoca fıkrası gibi bir nevi. Madem ki dün kazanın doğurduğuna inanıyorduk, şimdi de kazanın ölüm haberini metanetle karşılayıp tedbir düşünmemiz lazım. Avrupa Birliği sürecini hızlandırmak bu çerçevede pek güzel bir fikir gibi geliyordu ama şimdi sanki hızımız yavaşlamış gibi duruyor. Ortadaki aleyhte havayı dağıtmak yerine, daha da kesifleştirmek için çaba harcıyor gibiyiz bugünlerde. En azından beyanatlar cephesinde her gün kendi işimizi daha da zorlaştırıyoruz.
Beşinci nokta ise şu: Bugün Türkiye ekonomisinin güven veren kararlarının tamamı hükümetimizin ya da meclisimizin almış olduğu kararlar değil. Ülke idari kararlara dayalı iğreti bir denge üzerinde duruyor. Bu durum olayı doğal olarak son derece “kişiye bağlı” hale getiriyor. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın faiz kararı bir idari karar. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun bireysel-tüketici kredilerinde sermaye yeterliliği oranını artırarak bankaları bu işten caydırmaya yönelten kararı da böyle idari bir karar. Dibi yok sonuçta. Ülkenin iktisadi istikrarı iki tane idari karara bağlıyken, yetkili siyasilerin o kararlar aleyhine her gün konuşması işleri yalnızca biraz daha zorlaştırıyor. Onu da not edeyim.
Peki, bu ortamda ne yapmak gerekir? Herkesi olumsuz etkileyecek bir ortamda, Türkiye’yi ayrıca olumsuz etkileyebilecek faktörlerin de ortasında ne yapmak gerekir? Ben bugünlerde, her şey olup bittikten sonra ne kadar hızla yeniden toparlanabileceğimiz konusuna odaklanmamız gerektiği kanaatindeyim. Doğrusu ya, işin şimdisi ile değil, sonrası ile ilgilenmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Yığınağı yanlış yere yapmamak lazım bana sorarsanız. Ne yapmak lazım? Olası hasarın etkisini sınırlandıracak ve ekonomimizin toparlanma gücünü artıracak tedbirler bulmak lazım. Ben dönüşüm programları çerçevesinin bu çerçevede de doğru bir adım olduğu kanaatindeyim. Türkiye’yi bugün olmasa bile pek yakında pozitif biçimde ayrıştırabilmek için doğru yığınak yapmak hiç bu kadar önemli olmamıştı. Altını çizeyim istedim.
Bu köşe yazısı 01.12.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024