TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
2008 küresel krizi bize iktisat politikası alanında ülkeler arası işbirliğinin işe yaradığını gösterdi. Önemli olduğuna hepimizi ikna etti ki, ilk kez bu dönemde ülkeler arası çok taraflı politika işbirliğinin önemi üzerine çalışmalar yayımlanmaya başladı. “Uygarlığımızın öncüsü” IMF tam da bu meyanda çalışmalara ağırlık vermeye başladı. Bu ne demek? Eskiden biz ülkeler söz konusu olduğunda, iktisatta işbirliği üzerinden değil, rekabet üzerinden giderdik. Her koyun kendi bacağından asılır, herkes kendi evinin önünü süpürürse bütün şehir tertemiz olurdu. Ülkeler arasında işbirliği için özel bir çaba harcamak gerekmezdi. Ülkelerin zenginliğinin kaynağı işbirliği değil, rekabetti. Artık öyle değil. Şimdi ülkelerin farklarını, her yerde aynı reçetenin uygulanamayacağını ve bu farklı ülkeler arasındaki işbirliğinin hepimizin selameti ve istikrarı için önemli olduğunu biliyoruz. En azından 21’inci yüzyılı yaşayanlar biliyor. 20’inci yüzyılda kalanlar hala başka parametrelerle düşünüyor olabilirler. Bu çerçevede “G20 nedir?” derseniz, işte tam da budur. 21’inci yüzyılın işbirliği yönteminin arayışıdır. Henüz tamamlanmamış bir süreçtir. G20, herkes tek tek evinin önünü süpürürse, bütün şehirin tertemiz olmayacağının farkına varmış olmak demektir. Çok taraflı işbirliği için yol aramak demektir.
G20, dünya milli gelirinin üçte ikisini oluşturan ülkelerin liderlerinin bir araya geldiği bir zirvedir. Eskiden G20, liderleri değil yalnızca hazine bakanlarını bir araya getirirdi. Sene 1999’du. G20 toplantıları, 2008 krizinden beri liderleri bir araya getirmeye başladı. Zirveye dönüştü. Zirvenin hazırlanması için her yıl yaklaşık 150 civarında toplantı düzenleniyor. Dünyanın öne çıkan, liderlerin müdahalesini gerektiren meseleleri sıraya konuluyor. Bu çerçevede, hem kamu görevlileri, hem de artık artan biçimde siviller bir araya geliyor. İşadamları, Business20 (B20) ile devreye girip, kendi meselelerini liderler için pişiriyor. Düşünce kuruluşları gündeme destek olacak hazırlıklar için Think20 (T20) adı altında toplanıyorlar. Sendikalar Labor20 (L20) ile devreye giriyorlar. Sivil toplum kuruluşları ise Civil20 (C20) adı altında çalışıyorlar. Gençler için bir Young20 (Y20) bile var. G20’nin belli bir yapısı, bürokrasisi ve organizasyonu yok. Başkanlık her yıl bir ülkeye geçiyor. Her ülke organizasyonu kendisi yapıyor. İşler böylece bürokrasiye bulaşmadan ilerliyor. Dünya yeni yönetişim ve işbirliği yapısını deneyerek ve katılımcı bir biçimde arıyor bana sorarsanız.
Bitmedi. G20 işbirliği ajandasının 2008 krizi sonrasında işe yaradığı test edildi ve kanıtlandı. Krizde işe yaradı. Şimdi işbirliğinin normale dönüşte de işe yarayıp yaramadığına bakacağız. İşte bu süreçte Türkiye’nin de çorbada tuzu olacak. 2015 yılında G20 Başkanlığı Türkiye’ye geçecek. Sirk bizim köye geliyor bir nevi. Ben bunun, dış politikada başarıya susadığımız bu dönemde kaçırılmaması gereken bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Önümüzde hem Türkiye’nin küresel işbirliği gündemine katkı sunabilmesi, hem de içeride hep birlikte pozitif bir gündem etrafında bir araya gelebilmek için de pek önemli ve güzel bir imkan var.
Peki, nasıl oldu da böyle oldu? Bu işbirliği gündemi nereden çıktı? Ekonomiden elbette. Geçen gün McKinsey’in rakamlarına bakıyordum. 1980’lerde küresel fon akımlarının yalnızca yüzde 7’si gelişmekte olan ülkelere doğru geliyordu. 2012’lerde bu oran yüzde 40’lara kadar yükseldi. Bu ne demektir? Eskiden küresel fon akımları esasen gelişmiş ülkeler arasındaydı. Bizim gibi ülkelere gelmezdi. Literatürde tam da bu nedenle “yuva özlemi” (home asset preference) diye bir kavram bile vardı. Sermaye alıştığı koşulları sevdiği için küresel fon akımları esasen gelişmiş ülkeler arasındaydı. Gurbet ellere ancak zorunluluk olunca bir süre için gelinirdi. Asıl özlem hep yuvaya kalırdı. Ama bakın artık öyle değil. Oraya da geliyor, buraya da geliyor. Dünyanın herhangi bir tarafına gitme konusunda sermaye serbestleşince, bakın bu işbirliği meselesi önem kazanıyor. Dünya tek bir pazar olmaya doğru ilerledikçe, çözümlere rekabetle değil, işbirliği yoluyla ulaşılması önem kazanıyor. Atılan adımlar hepimiz için nasıl daha iyi olabilir diye bir düşünmek gerekiyor.
Dün ulusların zenginliği için rekabetten başka yol bilmezdik. Herkes o rekabet ortamı içinde kendisi için doğru olanı yaptığında dünya daha iyi olur, işbirliği gerekmez diye düşünürdük. Bu bakış açısının hatalı olduğu artık ortaya çıktı.
Dün 7 ülke oturup dünyayı yönetebiliyordu. Şimdilerde artık dünyayı yönetmek için daha çok ülkenin eşit paydaşlar olarak masaya oturması gerekiyor. İşte bu yüzden G20’nin iki sihirli sözcüğü çok önemli: İşbirliği ve katılımcılık.
Şimdi sorumluluk Türkiye’nin. Dünyanın gündemini ne kadar ustalıkla yönetebileceğimizi gösterme fırsatı 2015 yılında bizde olacak. Bakalım ne olacak? Haydi hayırlısı.
Bu köşe yazısı 23.10.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024