TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Kavramsal mayın tarlasına hoş geldiniz! Bu yazının sorusu şu: Demokratik kurumlara sahip olmayan bir ülkede, yoksul kesimi de kucaklayan bir büyüme gerçekleşebilir mi? Cevap basit: Evet, Türkiye’de olan tam da bu!
Dünya Bankası ve Kucaklayıcı Büyüme
Dünya Bankası’ndan Martin Raiser ve Joao Pedro Azevedo Türkiye’nin son on yıldaki büyüme deneyiminin kapsayıcı (veya içerici, inclusive) olduğunu, düşük gelirli nüfusu dışlamadığını, onları da kapsayan iyileşmeler sağladığını iddia ediyorlar.* Özetle argüman şöyle: Türkiye’de düşük gelirli nüfusun iktisadi ve sosyal refahı arttı mı? Evet. Az da olsa arttı.* Eğitim göstergelerinde iyileşme var mı? Evet az da olsa var.* Mesela, PISA testlerinde durumumuz hala berbat olsa da geçmişe göre biraz daha iyi bir durumdayız.* Sağlık? Eh, tüm sorunlara rağmen iyileşme var.* Pek çok kişi kabul etmekte güçlük çekse de Raiser ve Azevedo’nun iddiasında fazla itiraz edecek bir şey yok. Ama buna ne kadar sevinmeliyiz, orası tartışmalı.[1]
Kapsayıcı büyümenin birden fazla tanımı var. Ancak, Dünya Bankası çalışmalarında genellikle gördüğümüz şu: Kapsayıcı büyüme ile yoksulların iktisadi ve sosyal durumunu iyileştiren büyüme kastediliyor. Bu anlamıyla kapsayıcı büyümeyi, yoksul-yanlısı büyüme olarak tanımlayabiliriz. Bunu mutlak ve göreli olarak ikiye ayırmak da mümkün. Mutlak kapsayıcı büyüme, yoksulların durumunun iyileşmesini ifade ediyor. Göreli kapsayıcı büyüme ise yoksulların durumunun toplumun geri kalanına göre daha hızlı iyileştiğini söylüyor. Kapsayıcı büyümeden bahsedenler, her zaman olmasa da çoğunlukla, mutlak bir iyileşmeden bahsediyorlar. Bu tanımla, zenginler büyük bir hızla zenginleşirken, yoksulların durumundaki ufak tefek iyileşmeler olduğunu gözlemlersek, “kapsayıcı büyüme var” diyebiliriz. Özetle, Türkiye’de kapsayıcı büyüme var dendiğinde yoksulların durumunun iyileştiğini anlamalıyız ama bu, yoksulların durumunun toplumun geri kalanından daha hızlı iyileştiği anlamına gelmez. Türkiye’nin gelir dağılımında belirgin bir iyileşme olmadığını aklımızdan çıkarmamamızda fayda var.
Bu ‘kapsayıcı büyüme’ ifadesini çok sevmiyorum. İki temel gerekçem var. Birincisi, gereksiz bir iyimserlik saçıyor. Bunun yerine yoksul-yanlısı büyüme ifadesini kullansak daha iyi olacak. İkincisi, kapsayıcı büyüme kavramı, James Robinson ve Daron Acemoğlu’nun kapsayıcı kurumlar* kavramıyla karıştırılıyor. Daha doğrusu, kapsayıcı büyümenin kapsayıcı kurumlara işaret ettiğinin düşünülmesine neden oluyor. Halbuki kapsayıcı büyüme, kapsayıcı kurumların varlığını gerektirmiyor. Bunu anlamak önemli, çünkü Türkiye’nin geleceği bunu anlamamıza bağlı! Abartmıyorum.
Kapsayıcı Kurumlar
Kapsayıcı kurumların, karşıtı olan dışlayıcı (veya sömürücü) kurumlarla birlikte düşünülmesi gerekiyor. Eğer iyi işleyen demokratik kurumlara sahipseniz, tüm vatandaşlarınızın yönetimde söz hakkı varsa, hükümetin gücü yasal bir çerçeve içinde etkili bir şekilde kısıtlanmışsa, yasama ve yargı bağımsızlığı varsa, basın özgürse, ifade özgürlüğü kısıtlanmamışsa, kapsayıcı kurumların varlığından bahsedebiliriz. Bunlar yoksa, siyasal iktidarın veya bir elit zümrenin toplumun geri kalanını dışlayan bir biçimde hareket etmesi mümkün demektir. Bu durumda dışlayıcı kurumların varlığından söz edebiliriz. Dışlayıcı kurumların olduğu yerlerde, demokratik kontrol mekanizmaları olmadığı için, siyasal iktidar veya elit bir zümre ülkenin kaynakları üzerindeki söz hakkını kötüye kullanabilir ve geliştirdiği yeniden dağıtım mekanizmaları ile kaynakları kendi çıkarları için kullanabilir.
Dışlayıcı Kurumlarla Kapsayıcı Büyüme
Şimdi sorumuz şu: Dünya Bankası iktisatçılarının bahsettiği kapsayıcı büyüme, kapsayıcı kurumların varlığına işaret eder mi? Kapsayıcı kurumlar, tanımları gereği kapsayıcı büyüme sağlamak, refahtaki artışı toplumun geneline yaymak konusunda büyük bir potansiyele sahiptir. Ancak bunun tersi doğru değildir. Yani mutlak tanımıyla kapsayıcı büyüme, kapsayıcı kurumların varlığına işaret etmez.
Robinson ve Acemoglu’nun açık bir şekilde gösterdiği gibi demokratik olmayan kurumlara sahip ülkelerin güçlü iktidarları, kısa veya orta vadede iyi bir iktisadi büyüme performansı sergileyebilir. Eğer iktisadi büyüme yeterince hızlıysa, sömürücü kurumlara rağmen yoksulluğun azalması, eğitim performansının artması, sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması mümkündür. İktisadi büyüme ve buna eşlik eden yapısal dönüşüm, genel bir refah artışına sebep olabilir. Şunu da not edelim: Güçlü siyasal iktidarlar, uzun dönemde daha güçlü olabilmek için refahta bir iyileşme sağlamanın faydalarını da görürler. Yani, dışladıkları grupların hayatının az da olsa iyileşmesi işlerine gelir. Dolayısıyla, kısa veya orta vadede, dışlayıcı kurumlara rağmen, sınırlı bir ölçüde de olsa mutlak anlamıyla kapsayıcı bir büyüme gözlemlenebilir.
Türkiye’de Dışlayıcı Kurumlar
Ne öğrendik? Mutlak tanımıyla kapsayıcı büyüme, kapsayıcı kurumların varlığına işaret etmez. İşte odak noktamızın kaymasını engellemek için bunu aklımızda tutmamız gerekiyor. Türkiye’deki demokratik kurumlarla ilgili hemen hemen tüm göstergeler, kapsayıcı kurumlara sahip olmadığımızı gösteriyor.
Mesela basın özgürlüğü liginde amatör kümede oynuyoruz. 197 ülke arasında 134. Sıradayız. Durumumuz iyileşmiyor, kötüleşiyor. 2014 itibariyle basının özgür olmadığı ülkelerden biri olarak anılıyoruz (Freedom House 2014). İfade özgürlüğündeki durumumuzu internet yasakları ve biber gazı tüketimimiz gayet iyi özetliyor. Erişime engellenen sitelerin %89’unu TİB hiçbir mahkeme kararına ihtiyaç duymadan yapıyor (Engelli Web 2014). Bu doğru dürüst bir denetim mekanizmamız da yok! Hukukun üstünlüğü liginde ise durumumuz parlak değil. 99 ülke arasında 59. Sıradayız. Malavi ve Burkina Faso gibi ülkeler bizden daha iyi durumda (World Justice Project 2014). Demokrasi liginde de ortalama bir ülke olmaya devam ediyoruz. 114 ülke arasında 61. sıradayız. Ekvator, Filipinler ve Gana gibi ülkeler, demokrasi liginde bizden daha iyi durumdalar (Global Democracy Ranking 2014).
Güçlü Devlet, Zayıf Vatandaş!
Erik Meyersson durumu güzel özetliyor: Türkiye’de devletin gücü dünya ortalamasının üzerinde, vatandaşların hakları ise dünya ortalamasının altında. Bu açıdan bakıldığında en çok Rusya’ya benziyoruz.* Yani, Türkiye’nin kapsayıcı kurumlara sahip olduğunu söylemek mümkün değil.
Evet, son on yılda Türkiye’de mutlak anlamıyla kapsayıcı büyüme olduğunu söyleyebiliriz ancak bu büyüme kapsayıcı kurumlarla değil, dışlayıcı kurumlarla gerçekleşti. Eğer doğru şeye odaklanmak istiyorsak, odaklanmamız gereken şey önümüzde duruyor. Dışlayıcı kurumlardan kurtulup Türkiye’yi hukukun üstünlüğünün hâkim olduğu bir ülke haline getiremezsek, yakaladığımız sınırlı kapsayıcı büyümeden de olabiliriz.[2]
Notlar:
[1] Öte taraftan, Raiser ve Azevedo’nun da belirttiği gibi, başka ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin durumu pek parlak görünmüyor. Mesela, pek çok göstergeye göre OECD ortalamasının altındayız.*
[2] Dışlayıcı kurumlardan bahsederken, kimin dışlandığından ve kimin kapsama alanına girdiğinden de bahsetmek mümkündür. Dolayısıyla, dışlananların kompozisyonunun zaman içinde nasıl değiştiği de üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Ancak, unutmayalım ki, temel hak ve hürriyetlerin olmadığı bir yerde güç ve iktidar sahipleri dışında kalan herkes dışlanır. Benim bu yazıda önemsediğim konu bu. Dışlananların kompozisyonunu da bir gün bir yazıda ele almayı umuyorum.
N. Emrah Aydınonat