TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Küreselleşme süreci deyince aklınıza ne geliyor? Doğrusu benim aklıma ilk gelen, küresel üretimin batıdan doğuya doğru kayması oluyor. Buna dünyanın iktisadi sıklet merkezinin yeniden doğuya doğru kayması diye de bakmak mümkün.
Doğrusu böyle bakarsanız küreselleşme sürecini bir büyük başarı öyküsü olarak niteleyebilmek mümkün. Hakikaten küresel üretimin sıklet merkezinin Atlantik’in ortasından yeniden doğuya doğru hareket ettiği hesaplanabilir.
Ama bu büyük başarı, bugün iki önemli problemin ortaya çıkmasına da neden oldu. Bunlardan birincisi, iklim değişikliği gündeminin aciliyet kazanması; ikincisi ise gelişmiş ülkelerde bölgesel eşitsizliklerin derinleşmesi ve kalkınma problemlerinin yeniden ortaya çıkması.
Bugün küreselleşmenin büyük başarısı sonucu, küresel gündemi belirleyen bu iki temel mesele bir üçüncü meseleyi de tetikledi: Özellikle gelişmiş ülkelerde ortalığı saran popülizm eğilimi. Brexit’ten Trump’a küresel gündemi belirleyen bir üçüncü mesele daha ortaya çıktı.
Bugün hızlıca bunlara bakıp küreselden bölgemize ve oradan da Türkiye’ye geleyim müsaadenizle.
Türkiye küresel imalatta payını artırdı
Küreselleşme süreci ile birlikte özellikle 1980’den sonra G7 ülkelerinin küresel üretim içindeki ağırlığı yüzde 70’lerden yüzde 40’ın altına indi. Çin’in küresel üretim içindeki payı sıfırdan yüzde 20’lere doğru yükseldi.
Ama örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) küresel üretim içindeki payı geriledi. Amerikan şirketleri tedarik zincirlerini, üretim ağlarını Amerika dışına doğru kaydırdıkça ABD’nin küresel üretim içindeki payı yüzde 8’e doğru geriledi.
Çin, Amerikan değer zincirlerine eklemlenerek sanayileşirken Türkiye ise Avrupa değer zincirlerine eklemlenerek bir sanayi ülkesine dönüştü. Türkiye, Avrupa Birliği’nin parçası olarak, küresel üretimdeki payını artırdı ve küreselleşme sürecinin kazananları arasına girdi. Sanırım ilk akılda tutulması gereken nokta bu, küreselleşme süreci açısından.
Hal böyle olunca dünyanın iktisadi sıklet merkezi de 1950’ itibaren Atlantik Okyanus’unun ortasından tekrar doğuya doğru hareket etmeye başladı. Her yıl 100 ila 140 kilometre arasında doğuya doğru kaydı ve Doğu Akdeniz tarikiyle 2023 yılında Mısır sınırına ulaştı.
Asya bu arada küresel milli gelirin yüzde 50’sine ve küresel tüketimin ise yüzde 40’ına ulaştı. Küreselleşme süreci dünyanın iktisadi sıklet merkezini yeniden doğuya doğru taşıdı.
Türkiye’nin payı belki Kore kadar artmadı ama şimdilerde küresel üretimin yüzde 1’ini aştı. Küreselleşme süreci, küresel üretimin batıdan doğuya doğru kayması açısından bakıldığında bir büyük başarı hikayesiyse Türkiye de küreselleşme sürecinin kazananları arasında yer aldı. Bakın bunu da tespit edelim.
Şekil 1 - Bölgelerin Dünya imalat sanayi ihracatından aldığı pay, %, 1962-2023
Şekil 2 - Dünyanın iktisadi ağırlık merkezi, 1820-2023
Küreselleşmenin başarısı üç büyük meseleye yol açtı
Bunlardan ilki iklim değişikliği gündeminin aciliyet kazanmasıydı. Dünya üzerinde milyarlarca insanın yıllar itibariyle batılı tüketim kalıplarını benimsemesi, iklim değişikliği gündeminin görünürlüğünü artırdı.
Burada doğrusu, “Dün Batı etrafı kirletti, hele biz de onlar kadar zenginleşelim kirletmeyi keseriz” demenin bir anlamı kalmadı. İklim değişikliği yakın ve açık bir tehlike haline geldiğinden beri ben artık mesela Çinlilerden böyle bir savunma dinlemedim. Halbuki çok değil bundan otuz yıl önce Çinliler benzer ifadeleri kullanırlardı.
Bir daha vurgulayayım, iklim değişikliği gündeminin artan görünürlüğü, batılıların dün yaptıklarından değil, bugün dünya nüfusunun neredeyse tamamının batılı tüketim kalıplarını benimsemiş olmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle açık ve yakın bir tehlike haline geldikten sonra, iklim değişikliği batılı gelişmiş ülkelerin değil hepimizin sorunu artık.
Akdeniz’de mesela ani hava değişiklikleri, artan orman yangınları bu son dönemde daha bir sıklaştı. Akdeniz, bugün küresel ortalamadan yüzde 20 daha hızlı ısınan bölgelerden biri konumunda. Ayrıca yağmur miktarı da azalıyor.
Dün böyle değildi. O nedenle, dün turizm bölgelerini düşünerek otel kurduğumuz yerlerde artan orman yangınları, mesela, turistlerin kararlarını doğrudan etkileyen bir yeni parametreye dönüştü. Yalnızca bizim buralarda değil, bütün Akdeniz’de. Yunanistan’da da mesela.
Küreselleşmenin başarısı ikinci olarak gelişmiş ülkelerde bölgesel eşitsizlikleri tetikledi. Üretim altyapısı batıdan doğuya doğru kayarken örneğin Amerika’nın eski üretim merkezleri, mesela Ohio eyaleti, alan kaybetti. Fabrikaların parçalara ayrılıp taşınması nedeniyle yalnızca o fabrikalarda çalışan işçiler işlerini kaybetmedi. O bölgelerde, mesela Chicago, Illinois’de esnaf da kaybetti. Alışveriş merkezleri de müşteri kaybetti. Bölgesel eşitsizlikler derinleşti dediğim o işte.
Nerelerde arttı bölgesel eşitsizlikler? Şimdilerde Pas Kuşağı (Rust Belt) diye bilinen, eskiden fabrikaların olduğu 1980’lerden sonra alan kaybeden yerlerde. Ohio, Michigan, Illinois, Pennsylvania, Missouri ve diğer eyaletlerde. Bunlar Amerika’da ama bu tür ihmal edilmiş, bölgesel eşitsizlik mağduru yerler İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da da var.
İşte küreselleşme sürecinin başarısı ile gerileyen eskinin sanayi merkezleri İngiltere’de Brexit’i, Amerika’da Trump’ı, Fransa’da Le Pen’i desteklemeye başladı. Almanya’da AfD bu tür ihmal edilmiş yerlerde güçlendi. İhmal edilmiş yerlerin unutulmuş ahalisi popülist politik hareketleri desteklemeye başladı. Popülizm, küreselleşmenin başarısının bir nevi üçüncü sonucu olarak ortalığı sardı doğrusu.
İhmal edilmiş yerlerin unutulmuş ahalisi yaptığı tercihlerle her yerde, müesses nizamdan intikam almaya başladı. Dikkat edin, kimse kendi durumunun iyileştirilmesini beklemiyor, ötekilerin de kendileri kadar mağdur olmasını istiyor öncelikle. Geçen hafta İngiliz Financial Times gazetesinde en dikkat çekici haber 15 Nisan’daydı. Başlık ise şöyleydi: “Ohio ticaret savaşları kargaşasını ciddiye almıyor, Amerikan imalat sanayinin yeniden doğuşunu bekliyor” (Ohio shrugs off trade war turmoil with hopes for rebirth of US manufacturing). Böyleyken böyle işte.
Amerikan ara seçimlerine iki yıldan az zaman kaldı. Trump’ın hem Vaşington’u hem de dünyayı karıştırmasından memnun Amerikalı seçmenler de var. Ara seçimlere kadar bu destek devam eder mi? Göreceğiz. Ama şimdi var işte.
Peki, bölgemizde ne oluyor?
Küreselleşmenin büyük başarısı bölgemizi farklı biçimlerde etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Türkiye, bu sayede, önemli bir sanayi ülkesine dönüşürken mesela benzer bir dönüşüm Rusya’da gerçekleşmedi. Doğrusu bu dönemi düşünürken ben en önemli bölgesel meselenin kaynağının bu noktada olduğu kanaatindeyim.
Ruslar özellikle Medvedev döneminde teknolojik bir sıçrama yapmak, sanayiye odaklanmak için ellerinden geleni yaptılar ama olmadı. Ne oldu? Rusya doğal kaynaklara dayalı bir küçük ekonomi olarak kaldı dünya dönüşürken. İspanya büyüklüğünde bir ekonomiye sahip bir ülkeye dönüştü olsa olsa.
Özellikle yeni teknoloji yarışı iklim değişikliği gündemine dayalı dekarbonizasyon süreci olarak biçimlenirken Rusya bu yarışta yer alamadı. Yeşil ve dijital dönüşüm sürecinin en büyük kaybedeni Rusya olacak, bugünden bakıldığında. İşin kötüsü Ruslar da bu durumun farkındalar. İşte bu farkındalık, bu geçiş sürecinde Rusya’yı daha da tehlikeli yapıyor bölgemizde.
Doğrusu, ben Ukrayna Savaşını bu çerçevede değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Rus saldırganlığının arkasında hep o sonunda birkaç on yıl içinde iyice kaybedecek olmanın farkındalığının yattığı kanaatindeyim doğrusu. Ruslar, Rusya’nın artık bir nevi Körfez ülkesine dönüştüğünün farkındalar ve hala güçleri varken durumlarını güçlendirmeye çalışıyorlar. On yıl sonra daha da alan kaybedeceklerinin, otuz yıl sonra iyice gerileyeceklerinin bilincindeler, bu da onlar daha da saldırganlaştırıyor. İşleri ve bizim de işimiz zor doğrusu.
İsterseniz Rusya ve Türkiye’nin rekabet güçlerini dün ve bugün karşılaştırmaya imkan veren tablolara bir daha bakın. Ne görüyoruz? Rusya’nın üretim altyapısı, imalat sanayi kapasitesi açısından bir nevi Körfez ülkesine dönüştüğünü. Kötü işte.
Ne oluyor? Türkiye 1995’ten 2023’e rekabetçi olarak ihracatını yaptığı ürün sayısını 1000’den 1700’e çıkartıyor. Rusya ise 1995’te 600 civarında ürünü rekabetçi olarak ihraç ederken 2023’te bu sayı 400’e düşüyor.
Türkiye 1995’te 50 civarında ülkeye rekabetçi olarak ihracat yaparken 2023’te bu sayıyı 110 civarında ülkeye çıkartıyor. Rusya ise 1995’te 40’tan az ülkeye rekabetçi olarak ihracat yaparken 2023’te yine aynı yerde kalıyor. Daha ne diyeyim?
Dikkat edin, bölgedeki tüm petrol üreticisi ülkelerde transformasyon programları var. Rusya’da yok. Neden? Denediler ve olmadı. Yolsuzluk ve rant çok fazla olunca kimse de inovasyon sabrı ve sanayi ısrarı olmuyor. Not edelim, Türkiye için bundan sonrasını düşünürken aklımızda kalsın.
Şekil 3-Küresel piyasada rekabetçiliğin görünümü, 1995
Şimdi böyle bakınca, Trump aslında yabancı değil. Küreselleşme sürecinin büyük başarısının yol açtığı meselelerin ürünü kendisi. Amerika’da artan bölgesel dengesizliklerin yükselttiği popülizm dalgasının ürünü, esasen.
Şekil 4 - Küresel piyasada rekabetçiliğin görünümü, 2023
Daha iklim değişikliği gündemine dayalı yeni teknoloji yarışının farkında değilmiş gibi duruyor. Yakında öğrenir. Çin ile Amerika arasındaki rekabetin, esasen, bir teknoloji yarışı olduğunu daha bilmiyor bana sorarsanız.
An itibariyle, Çin’in küresel üretim üssü olmaktan çıkarılabilmesi mümkün değil ama yeni teknolojilerde benzer bir hakimiyet kurmasının engellenmesi mümkün olabilir. Bakın esasen odaklanılması gereken nokta tam da burası.
Türkiye, Avrupa Birliği (AB) değer zincirlerinin ayrılmaz bir parçası olarak, yeni teknolojik sıçrama için AB ile birlikte nasıl değer yaratacağına odaklanmalı. AB startup’larından yararlanmak için gereken mekanizmaları bir an önce inşa etmemiz gerekiyor.
Neden? Türkiye’de güçlü bir üretim altyapısı, AB’de teknolojik yenilik potansiyeli var. O potansiyelin en hızlı biçimde ticarileştirilmesi hem AB’nin hem de Türkiye’nin ortak gündemi. TEPAV’ın TÜSİAD için hazırladığı “Rekabetin Yeni Dinamiği: Sanayide Teknolojik Dönüşüm” raporu burada yolu gösteriyor. Bir de bu gözle okumanızı salık veririm.
AB-Türkiye ortaklığının temeli bu açıdan bakarsanız son derece güçlü ve karşılıklı ihtiyaçlara dayanıyor.
Hadi artık işe odaklanalım.
Bu köşe yazısı 21.04.2025 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.