TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
YÖK, yükseköğretimle alakası olmayan bir siyasi vesayet organıdır. Sıkıyönetim uygulamasını üniversitelere yaygınlaştırmak için kurulmuştur.
Ben bu aralar pek çok hadisede yanlış yere baktığımızı düşünmeye başladım. Aynı eski panayırlardaki “Cambaza bak cambaza” numarası gibi. Hani yankesici, çarpmak istediklerini önce “Cambaza bak cambaza, aman düşmek üzere” diye bir tarafa baktırıp bu arada cüzdanını götürürmüş. İşte aynen öyle. Kalabalık içinde cüzdana sahip olmak yerine dikkati başka bir yere yöneltmek iyi değildir. Müsaadenizle bugün Yüksek Öğretim Kurulu’ndan (YÖK) neden hiç hazzetmediğimi size anlatmaya çalışayım. Özellikle şimdilerde değil, kurulduğu 1980 askeri darbesi günlerinden beri. Hem de şöyle örnekli filan anlatayım: 1995 yılında Türkiye’de üniversiteye gençlerin yüzde 20’si girebiliyordu. Kore’de ise aynı oran yüzde 40’tı. Geldik bu yüzyıla: Şimdi Kore’de gençlerin yüzde 70’i üniversiteye girebiliyor. Bizde ise yüzde 40’ı. Bu arada, Kore’de çalışan başına verimlilik Türkiye’den üçte bir daha fazla. Hem size bir zihniyet farkını anlatayım hem de aklıma takılan bu rakamlardaki farka bir değineyim. Gelin bakalım.
Ben bildim bileli YÖK Türkiye’de daha çok gencin üniversitelere yerleştirilebilmesi için çalışır. Sınavlar kalksın ister. Bu konuda son derece iyi niyetlidir. Çözüm bulmak ister. 1995’te yüzde 20’lerden şimdi yüzde 40’lara varmak kendi içinde bakarsanız elbette iyidir. Ama bakın daha iyisini yapıp yüzde 70’e ulaşanlar var. Biz neden tam yapamıyoruz? Onlar nasıl yapıyorlar? Önce bizden başlayayım... Biz, üniversite yönetimlerine baskı yapıp sorunun zorla çözülmesini sağlamaya çalışıyoruz. Rektörleri bazı kravatlı amcaların kapısında uzun uzun bekletip yoruyoruz. Sonra kadro, kaynak filan istediklerinde manasız kontenjan artışları istiyoruz. Bu arada gecekondu üniversiteleri hızla yaygınlaştırıyoruz. Öyle öğretim üyesi maaşları ve kalitesi filan gibi lüzumsuz işlerle de uğraşmıyoruz. Artık Allah ne verdiyse, üç kuruşa beş köfte oluversin diye bekliyoruz. Ben size söyleyeyim: Olmuyor. Dünyanın ritmine böyle ayak uydurulamıyor.
Peki, Kore’de ne yapılıyor? Kore’de yüksek eğitimin finansmanı, Türkiye’de yüksek eğitimin finansman biçimine hiç benzemiyor. Burada masrafların yüzde 95’ini devlet karşılıyor. Orada ise masrafların yüzde 75’i öğrencinin kendisi tarafından, öğrenci kredisi vasıtasıyla karşılanıyor. Devlet hali vakti yerinde olmayanlara tamamen ya da kısmen destek vermek üzere, büyük bir kredi garanti kurumu da işletiyor. Böylece kimsenin yarışta geri kalmaması sağlanmaya çalışılıyor. Öğrenci kredisi sistemini ise bildiğiniz ticari bankalar işletiyor. Bankalar, ayrıca bu öğrenci kredilerini menkul kıymete de dönüştürüyorlar. Finansal sistem işe yarıyor. Herkes kendi işini yapıyor. Ortaya iyi bir sonuç çıkıyor.
Biz burada kontenjan sayısını yanlış teşviklerle genişletmeye çalışıyoruz. Olmuyor. Kore’de ise talep tarafı, sağlam bir kredi mekanizması ile güçlendiriliyor. Talep kendi arzını yaratıyor. Üniversiteler kendi iç teşvik mekanizmalarını kendileri tasarlayabiliyorlar. Kore üniversiteleri, Türkiye üniversitelerinden daha özerk bir biçimde faaliyetlerini sürdürüyorlar. Üniversitede sıkıyönetim azaldıkça, ülkenin inovasyon performansı da artıyor. Bu konuda, Selin Arslanhan ve Yaprak Kurtsal’ın raporunu TEPAV sitesinden okumanızı tavsiye ederim. Öğrenci kredi sistemi hem gençlerin daha çoğunun üniversiteye erişmesini sağlıyor hem de üniversiteleri daha iyi yapıyor.
Ben Türkiye’de sorunlarımızın çözümü için yanlış tarafa baktığımızı düşünüyorum. YÖK, yükseköğretimle alakası olmayan bir siyasi vesayet organıdır. Bürokrasinin şahikasıdır. Zamanın sıkıyönetim uygulamasını üniversitelere yaygınlaştırmak için kurulmuştur. Sıkıyönetim bitmiş, nöbetçi yerinde unutulmuştur. Şimdilerde hâlâ bildiği tek yöntemle işini yapmaya çalışmaktadır. Askeri bir vesayet aygıtı olduğu için, ne yapsın, talimatla işlerin çözüleceğini sanmaktadır. Eğitim programlarında hangi dersin olması gerektiğini hep o bilir. Vakıf üniversitelerine “Sen şimdi o X kişisine o kadar para verirken Y’ye niye öyle yapmıyorsun?” diye sormaya o cüret eder. “Sizin bu tasarladığınız program, Türkiye’de hiçbir yerde yok, biz düşündük, rektörlere sorduk, olmaz dediler” diyecek kadar da zavallıdır. Ne yapsın, bir nevi Kenan Paşa gibidir, netekim. Onun aygıtıdır. Onun kadar zavallı ve de onun kadar izansızdır.
Halbuki bazı işler emirle halledilmez. Üniversite kontenjanları emirle artmaz. Kalite siz öyle emrettiğiniz için düzelmez. Emirle memlekete bir günde demokrasi gelir mi? Gelmez. Üzerinde on beş dakika kadar düşünüp, işleyecek sistemi tasarlamadan, sistemin kendi kendini yenilemesine imkân verecek doğru teşvikleri sistemin içine yerleştirmeden nitelik filan düzelmez. Ne olur? Olsa olsa enerji israfı olur.
Ben size iki şey söyleyeyim: Birincisi, bu YÖK’ten hiçbir şey olmaz. Dünyanın ritmine sıkıyönetimle ayak uydurulmaz. İlk demokratikleşme paketinde mutlaka olmalıdır. İkincisi, israf haramdır. Zamanımızı daha fazla çalmayın, lütfen.
Bu köşe yazısı 04.10.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
30/04/2025
M. Coşkun Cangöz, Dr.
27/04/2025
Burcu Aydın, Dr.
26/04/2025
Fatih Özatay, Dr.
25/04/2025
Fatih Özatay, Dr.
23/04/2025