TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Gelişmekte olan ülkeler konusunda yorum yapan uzmanlar, bu ekonomilerin kısa vadeli gelişmelere odaklanmak yerine daha uzun vadeli bir perspektifle hareket etmeleri gerektiğini söylüyor. Geçen hafta TEPAV’da yapılan toplantıda Dünya Bankası uzmanları da, TEPAV analisti Ozan Acar da, Radikal ekonomi yazarı Uğur Gürses de benzer şeyler söylediler. Yapısal reformların gerekliliğine vurgu yaptılar [*]. Bundan iki hafta önce ise ünlü iktisatçı Daron Acemoğlu TEPAV’daydı ve iktisadi ve tarihsel bir perspektiften bakarak uzun dönemli büyüme ve kalkınma için ne tür yapısal reformlar yapılması gerektiğini anlattı [*]. Artık herkesin bildiği iktisadi politika araçlarının (teşvikler, Ar-Ge yatırımları, mali disiplin, makroekonomik istikrar vb.) tek başına çok da anlamlı olmadığını, asıl belirleyici olanın siyaset ve kurumlar olduğunu söyledi. Kapsayıcı (inclusive) kurumlara sahip olmayan ülkelerin uzun süreli ve istikrarlı bir büyüme ve kalkınma sağlamasının mümkün olmadığını belirtti. Kapsayıcı kurumlardan kastı, belirli bir zümrenin çıkarlarına hizmet etmeyen, kimseyi dışlamayan, fırsat eşitliği sağlayan, yazılı ve yazılı olmayan toplumsal kurallardı. Acemoğlu, bu türden kurallara sahip olmayan, yani belirli bir çıkar grubuna hizmet eden, diğerlerini dışlayan, fırsat eşitliği yaratmayan, iktisadi ve sosyal özgürlükleri sağlamayan, fikir ve muhalefet özgürlüğünü yok sayan ülkelerin kurumlarına da sömürücü (extractive) kurumlar adını veriyor. Acemoğlu’na göre, sömürücü kurumlara sahip ülkelerin bir süre büyüme sağlaması mümkün olsa da bu ülkelerin uzun dönemli büyüme ve kalkınma sağlaması ve gelişmiş ekonomileri yakalaması mümkün değil.
Özetle iktisatçılar diyor ki, uzun dönemli düşünmek, uzun vadeli büyüme ve kalkınmaya odaklanmayı sağlayacak iktisadi/siyasal reformları yapmak ve kısa vadeli politikaları da bu uzun vadeli bakış açısıyla tasarlamak lazım. Siyasete baktığımızda bu uzun vadeli reformları görmekte biraz güçlük çekiyoruz. Gerçi hangi siyasetçiye sorarsanız sorun, artık iktisadi büyüme ve kalkınma konusunda uzun dönemli bir "vizyon"a sahip olunmasının gerektiğini, "misyon"un bu olduğunu, laf kalabalığının artık kâr etmediğini, vatandaşın karnının "böyle" kısa dönemli polemiklere "tok" olduğunu söyleyecektir. Türkiye'nin bir dünya gücü olma yolunda hızla ilerlediğini, kısa vadeli düşünmemizi isteyen "birileri"nin "oyun"una gelmememiz gerektiğini, "stratejik hedef"lerimiz çerçevesinde "kararlı adımlarla" yürümeye devam etmemiz gerektiğini de ekleyecektir. Ne var ki, uygulamaya ve tartışmalara baktığımızda böyle uzun dönemli bir "vizyon"dan ziyade, kısa ve orta döneme odaklanmış bir siyaset görüyoruz. Bunun bir nedeni, bugüne kadar ekonomimizin iyi kötü, bir şekilde büyümeyi başarıyor olması ve siyasetçilerin deyimiyle krizlerin bizi teğet geçmesi olabilir. Ekonomi nasıl olsa bir şekilde büyüyor diyerek uzun dönemli bakış açısını kaybediyor olabiliriz. Ancak, artık bu pek mümkün değil gibi. Çünkü TÜİK’in açıkladığı son veriler uzun vadeli düşünmemizin zamanının çoktan geldiğini gösteriyor.
Gelin TÜİK’in açıkladığı son büyüme verilere bir bakalım. Aşağıdaki tablo durumu özetliyor.
Kaynak: TÜİK
Bu tabloda gördüğünüz cari fiyatlarla GSYH, basit bir şekilde cari fiyatlarla hesaplanmış gelirimizi gösteriyor. 2012’in 1. döneminde gelirimiz, 2011’in 1. dönemindekine göre %14,2 artmış. Ancak cari fiyatlarla hesaplanan gelir fiyatlardaki artışı da içeriyor. Bildiğiniz gibi enflasyon denen bir şey var. Maaşınız enflasyon yüzünden nasıl eridiğini hatırlarsanız, cari fiyatlarla hesaplanan gelirin yanıltıcı olabileceğini de görürsünüz. Ülkenin gelirini hesaplarken enflasyonun bizi yanıltmaması için, yani ekonominin gerçekten ne kadar büyüdüğünü anlayabilmemiz için, gelirimizdeki artışı enflasyonun etkisinden arındırmamız gerekiyor. Bunu yapmanın en kolay yolu, her şeyi belirli bir yıldaki fiyatlarla hesaplamak. Bunu yaptığımız zaman sabit fiyatlarla GSYH verisini elde ediyoruz. Tabloda görüldüğü gibi sabit fiyatlarla GSYH 2011’in 1. döneminde 26.251 milyon TL iken 2012’nin 1. döneminde 27.089 milyon TL olmuş. Yani gelirimiz, geçen yılın 1. dönemine kıyasla %3,2 kadar artmış. Ekonomi sayfalarında sevinçle sunulan, bakanlarımızın “zaten bekliyorduk” dediği bu.
2011’in 1. döneminden 2012’nin 1. dönemine kadarki büyüme oranlarına bakarsanız şunu da görebilirsiniz: Büyüme her dönem tutarlı bir biçimde düşüyor. 2011’in 1. çeyreği için %11,9 olan büyüme oranı 2012’nin 1. çeyreğinde %3,2’ye düşmüş. Fatih Özatay, bunu yumuşak bir iniş olarak değerlendiriyor [*]. Doğru, bu verilere bakıldığında yere çakılmadığımız, ancak yumuşak bir iniş yaptığımız rahatlıkla söylenebilir. Ne var ki, bu yumuşak iniş algısını bozan iki temel gösterge var. Birincisi şu: Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış verilere baktığımızda ekonomimizin bir önceki döneme göre, 2011’in 4. çeyreğine göre hiç büyümediği, hatta %0,4 küçüldüğü ortaya çıkıyor. Yumuşak iniş algısını bozan, ikinci unsur ise, kişi başına düşen gelirin durumu. Ona da bir bakalım.
İktisadi büyüme konuşurken kişi başına düşen gelire bakmamak olmaz. Buna bakabilmek için toplam gelirimizi nüfusa bölmek gerekiyor. TÜİK’e göre 2011’de nüfusumuz 73,5 milyon kişiymiş. Yine TÜİK 2012’de nüfusun 74,3 milyon kişi olmasını bekliyor. Bu verileri kullanarak kişi başına gelirimizin artıp artmadığını hesaplayabiliriz. Aşağıdaki tabloda TÜİK’in verilerinden ve nüfus tahmininden yola çıkarak hesaplanan kişi GSYH verilerini bulacaksınız.
Bu tabloda dikkatinizi çekmek istediğim tek bir veri var, o da kişi başına kaç dolar gelire sahip olduğumuzu gösteren cari fiyatlarla kişi başı GSYH ($) verisi. 2011’in birinci döneminde ekonomimiz 2.484 dolar gelir üretmiş, 2012 birinci döneminde ise 2.460 dolar gelir üretmişiz. Basit çıkarma işlemini yaparsanız göreceğiniz gibi, dolar cinsinden kişi başına gelirimizde (az da olsa) bir düşüş var. Hadi bu döviz kurundan kaynaklandı diyelim. Sabit fiyatlarla bakıldığında da kişi başına gelirimizin sadece birazcık arttığını görüyoruz. Dolayısıyla, 2012 verilerine göre iktisadi büyümeden söz etmek oldukça zor. Yumuşak inişin yumuşaklığı ise tartışmalı!
İnişin yumuşak mı sert mi olduğu konusunu uzmanlara bırakarak, girişte bahsettiğimiz uzun dönemli perspektif meselesini 2023 hedefleri bağlamında tartışarak yazıyı bitirelim.
Biliyorsunuz, Türkiye’nin iki tane önemli hedefi var. Birincisi 2023’te dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmek. Diğeri aynı yılda kişi başına 25bin dolar gelire ulaşmak. Birinci hedef çok seksi gözükse de çok anlamlı bir hedef değil. Dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olmaya çalışmak, dünyanın en büyük pidesini üretmeye çalışmak gibi bir şey. Pidenin lezzetli olması ihtimali düşük! Ama daha önemlisi, pideden pay alacak insanların sayısı da artıyorsa, mesela herkes üç çocuk yapıyorsa, en büyük pideyi üretseniz bile bazı insanlar aç kalabilir. Bu sebeple, iktisadi açıdan anlamlı hedef, kişi başına düşen pideyi veya kişi başına düşen geliri arttırmaktır.
Ekonomi politikaları hakkında düşünürken, ekonominin toplam büyüklüğüne değil, kişi başına gelirin ne olduğuna odaklanmamız çok daha anlamlıdır. Toplam gelirin artıp artmadığına bakıp, %3,2 büyümenin bizi yanıltmasına izin vermemeliyiz. Zaten ekonomimiz, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış verilere göre geçen döneme göre büyümemiş ama asıl önemli olan şu: Kişi başına gelirimiz artmamış. TÜİK’in açıkladığı son verilere göre kişi başı gelirimizin 10.500 dolar kadar olduğu görülüyor. 11 yıl sonra kişi başına gelirini 25bin dolara çıkarmak (yani gelirini 2.3 kat kadar arttırmak) isteyen Türkiye’nin 2012’ye iyi bir başlangıç yaptığı maalesef söylenemez. Belki de Acemoğlu’nun belirttiği o güçlü bir iktidarla sağlanabilecek büyümenin sınırına gelmiş durumdayız. Böyle olmasa bile, iktisadi büyüme ve kalkınmayı sağlamak için biraz daha fazla düşünmemiz gerektiği ortada.
İktisat modelleri diyor ki, iktisadi büyümenin temel kaynağı teknolojik ilerleme ve bu ilerlemeden kaynaklanan yatırımlardır. Daha çok inşaat yaparak veya daha çok kamu harcamasıyla kişi başına gelirimizi istikrarlı bir biçimde arttıramayız. Teknolojik ilerlemeyi teşvik etmemiz gerekiyor. Ne var ki, Acemoğlu’nun da söylediği gibi teknolojik ilerlemenin sağlanabilmesi için sadece teşvik vermek de maalesef yeterli olmuyor. Bilindik iktisadi politikalara ek olarak yapılması gereken pek çok şey var. Makroekonomik istikrar, sıkı maliye politikası, stratejik para politikası ve yatırım teşvikleri ile ancak bir yere kadar ilerlenebilir. Veriler artık bu politikaların etkililiğini arttıracak orta ve uzun dönemli reformlara odaklanmamız gerektiğini gösteriyor. Acemoğlu’nun perspektifinden bakarsak, bu politikaların daha fazla büyüme üretebilmesi için, ülkedeki demokratik kurumların geliştirilmesi, kişisel özgürlüklerin arttırılması, hukuk sisteminin iyileştirilmesi, kamu kurumlarının şeffaflaşması, yolsuzlukların azaltılması ve fırsat eşitliğinin sağlanması gerekiyor. Sürekli bir büyüme için kapsayıcı (inclusive) kurumların geliştirilmesi, siyasal ve iktisadi özgürlük ortamının yaratılması şart. Acemoğlu’nun kitabındaki tarihsel örneklere baktığımızda görüyoruz ki, güçlü iktidarlar bunların yapılması gerektiğini unutabiliyorlar [*]. Arada bir hatırlamak bu sebeple faydalı olabilir.
Şimdi, ekonominin büyüklüğünü değil, kişi başına geliri arttırmayı hedeflememiz gerektiğini hatırlamamızın tam zamanı. Kişi başına geliri arttırmak için ise kısa, orta ve uzun dönemde iktisadi büyüme ve kalkınma yaratacak siyasi ve iktisadi reformları yapmamız gerekiyor. Reform listemiz çok kabarık. Hukuk sistemini iyileştirmemiz, tutukluluk sürelerini kısaltmamız, masumiyet karinesini hatırlamamız, özgürlükçü yeni bir anayasa yapmamız, eğitimin kalitesini arttırmamız, kadınların istihdama katılmasını sağlamamız, teknolojik gelişmeyi sağlayacak bir teşvik sistemi geliştirmemiz, iş kazalarını engellememiz, engelli istihdamı karnemizi iyileştirmemiz ve bunlar gibi yüzlerce şey yapmamız gerekiyor. Bunların hepsini bir günde yapamayacağımız da açık. Bu sebeple, kısa vadede de hem yavaşlayan büyümeyi hızlandıracak hem de bu reformları yapmamızı kolaylaştıracak bazı önlemler almamızda da fayda var. Yakında TEPAV bu uzun vadeli bir perspektif çerçevesinde kısa vadede yapılabilecekler ile ilgili değerlendirmelerini sizinle paylaşacak. İktisadi ve siyasal reformlar için hep birlikte düşünmeye başlamamızın zamanı geldi de geçiyor.