TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye, 2002'den beri etkileyici bir biçimde değişiyor. Bir yandan yüksek büyüme oranları, öte yandan ise hızla değişen bir iktisadi yapı. Türkiye giderek artan bir hızla dünyalı bir ekonomiye sahip oldu bu dönemde. Tam da o nedenle 2008 küresel krizinden en çok etkilenen ülkelerden biri de Türkiye oldu. Bunu söylemek için herhalde "füzelerin nasıl uçabildiğini" bilmek filan da gerekmiyor. Küresel ekonominin ayrılmaz bir parçası olanın, küresel krizden en çok etkilenmesi de kaçınılmaz. Kalanı boş laftan başka bir şey değil. Türkiye, 2002 yılından beri hem niceliksel hem de niteliksel göstergeler açısından hızlı bir değişim sergiliyor. Şimdi bunların harikulade bir dönüşüm resmi olarak alt alta yerleştirilebilmesi esasen mümkün. Ama bakın tam da öyle olmuyor. Peki, neden hızlı değişim dönemlerinde, bu durum, tam da öyle olmuyor? Aslında sorunun cevabı, bizatihi o sorunun içinde gizli. Gelin bakın işin sırrı nerede? Böyle durumlarda benim aklıma, hemen, "Hindistan parlıyor" (India Shining) seçim sloganı geliyor. 2004 yılı seçimlerine gidilirken, iktidardaki Bharatiya Janata Partisi (BJP) Hindistan genel seçimlerine kendisinden fevkalade emin olarak gitmişti. "Kardeşim, işte Hindistan parlıyordu. Daha ne olsundu." Bakın, seçim afişi bile aklımda, yemyeşil bir golf alanında, üzerinde Hindu geleneksel kıyafeti olan bir genç kadın golf oynuyordu galiba. Yanında ise Batılı giysiler içinde şirin mi şirin bir çocuk vardı. Haksız mıydı BJP? Hayır, Hindu milliyetçiliğinin sesi olan BJP hiç de haksız değildi. 2003 yılına kadar Hindistan'ın bilgi teknolojileri (IT) sektöründe, yazılım alanında aldığı mesafe hakikaten etkileyiciydi. Aynen bizim burada 2002'den beri alınan etkileyici mesafe gibi. Ama aynı değişim bir dizi kaybeden de yarattı. İlk noktayı, herhalde buradan çıkarmak lazım. İlk nokta şudur: Her değişim herkes için aynı pozitif sonuçları üretmez. Hindistan'ın kaybedenlerine ait resmi, iki sanat eserinden son günlerde takip ettik. Biri filmdi. Hatırlıyor musunuz? "Slumdog Millionaire" filmini. Hani Danny Boyle'un filmini. Mesajı iletmek için muhteşemdi. İkincisi ise bir romandı. Arvind Adiga'nın "The White Tiger" romanı. İkisi de Hindistan'ın parlamayan yüzünün altını çiziyordu. Demek ki neymiş? Hiçbir şey göründüğü gibi olmazmış. Nitekim BJP 2004 yılında seçimleri Kongre Partisi'ne karşı kaybetmişti. Seçmenler hep bilirler. Burada da Hindistan'da da. Neyse, Hindistan için işi daha fazla uzatmayalım, Türkiye'ye gelelim. Dönelim baştaki meseleye. Hızlı değişim dönemlerinde işler hep istediğiniz gibi olmaz. Evet, değişim olur. Ama hızla değişen toplumda kazananlar kadar kaybedenler de olur. Değişim ille de pozitif yönde sonuçlar üretmez. Olumsuz yan etkilere de neden olabilir. Değişimin olası olumsuz yan etkileri olabileceği meselesi aklımızda tutmamız gereken ilk noktadır. İkinci nokta ise şudur: Değişimin ille de olumlu yönde gidebilmesi için çaba göstermek, mesai harcamak gerekebilir. Değişimin istediğiniz etkileri yaratabilmesi için değişimi elden geldiğince yönetmek gerekir. Öyle İttihatçı manasında yönetmek değil, elbette. Ama bakın Wittgenstein anlamında "tohuma büyümesi için ısı, ışık ve nem sağlanması" anlamında yönetmek gerekir. Hatırladınız mı Wittgenstein'ın ifadesini? "Tohumu topraktan çekip çıkaramazsın, ona ısı ışık ve nem sağlayabilirsin. Kendi başına büyümek zorundadır" diyen ifadeyi hani. İşte o anlamda yönetmek gerekir değişim süreçlerini. Şimdi ilk noktadan başlarsak, COP15, iklim değişikliği müzakereleri sırasında ortalığa saçılan rakamlardan benim aklımda en çok kalanı değişimin olumsuz yan etkisi anlamında örnek gösterilebilecek bir hadiseye işaret ediyordu. Aynı zamanda sürecin neden yönetilmesi gerektiğinin de altını çiziyordu. Biliyorum, çok uzun bir giriş oldu ama artık hafta sonu. Uzatın ayaklarınızı kardeşim, sohbetimize devam edelim. Türkiye, karbon dioksit salımı listesinde TOP-25 listesinde 23. sıradaydı. 2006 yılı rakamlarına göre vaziyet böyleydi. Şimdi hemen "Ne olacak canım, zaten dünyanın 17. büyük ekonomisi değil miyiz?" demeyin. Azıcık dinleyin. Türkiye, 1990-2007 arasında, sera gazı salımındaki artış listesinde dünya birincisidir. Artış oranı yüzde 119'dur. İlk nokta şudur: Türkiye son on sekiz yılda dünyayı kirletmede birinci çıkmıştır. İkinci, İspanya'nın salım artışı oranı yüzde 50'lerdedir. Hal bu kadarla da kalmamaktadır. İkinci olarak, 1990-2004 arası artış oranı yüzde 72,6 iken, bu oran 1990-2007 arasında yüzde 119'a çıkmıştır. Yani Türkiye dünyayı kirletmede hem en hızlı koşmaktadır hem de giderek daha hızlı kirletmektedir. Açıktır ki bu kirletme rekoru artışı 2002 sonrasının etkileyici büyüme performansı ile yakından alakalı olmalıdır. Buradan çıkarılması gereken üçüncü sonuç ise şudur: Türkiye, tempolu büyüdükçe enerji ihtiyacı artmakta ve dünyayı daha da artan bir oranda kirletmektedir. Açıktır ki bu sürdürülebilir bir durum değildir. Hem böyle olup hem de "Biz gelişmekte olan bir ülkeyiz" diye çamura yatmak bize yakışmaz, giderek daha da fazla göze batar. Buradan değişim ve dönüşüm süreci açısından çıkartılması gereken sonuç açıktır. Yüksek tempolu büyüme Türkiye'de çevrenin daha yüksek bir tempoda kirletilmesine neden olmaktadır. Türkiye'nin sürdürülebilir büyüme açısından sanayinin teknolojik altyapısını gözden geçirmesine ihtiyaç vardır. Sera gazı emisyonlarında, ülkenin yüksek tempolu büyümesi ile uyumlu artan bir artış görülüyor olması, ülkemizin teknolojik altyapısının, enerji altyapısının süratle elden geçirilmesine işaret etmektedir. Bugün sürdürülebilir gözüken yarın için değildir. O yarın ise artık çok yakındır. Evet, Türkiye büyümektedir. Büyüme göz kamaştırıcıdır. Türkiye, etrafı fazlasıyla kirleterek büyümektedir. "Etrafa verdiğimiz hasardan dolayı özür dileriz" diyerek bu işten sıyrılabilmek asla mümkün değildir. Bu büyüme potansiyeli çevre açısından da sürdürülebilir değildir. Bunun lamı cimi yoktur. Etrafa saçtığımız kirlilik, büyümenin olumsuz yan etkilerinden sadece bir tanesidir ve Allah'ın emri değildir, teknolojik altyapı ile alakalıdır
Bu yazı 30.01.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.