TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Maliye politikasının öngörülebilirliği meselesi 2010'un meseleler listesinin en başındadır. Dün yediğimiz hurmaların acısı 2010'da çıkmaya adaydır. Vaziyet ciddi ama umutsuz değildir. Sorun hükümetimizin ciddiyetindedir. Gelin bakın konu nedir? 2010 yılında belirleyici olacak eğilimlerden bahsetmeye başlamıştık. Geçen yazıda, 2010 yılının "bankaların ve banka dışı şirketler kesiminin dayanma gücünün sınanacağı" bir yıl olacağının altını çizmiştik. 2010 yılında dikkate almamız gereken ikinci husus ise kamu maliyesinin öngörülebilirliği meselesidir. Devletin bütçesini düzeltip düzeltemeyeceği, düzeltmek için neler yapacağı şimdiden belli değildir. Halbuki belli olmalıdır. 2010 yılında TBMM'den geçen bütçenin nasıl tutturulacağı konusundaki açıklamalar fazlasıyla "mişli, muşlu"dur. Ne yazık ki, maliye politikasının kredibilitesinin nasıl tesis edileceği meselesi, 2009 yılında çözülemeyen bir mesele olarak 2010 yılına devredildi. Orta Vadeli Program, tek başına, kaybolanı yerine koyamadı. 2009 yılının "çakma" bütçe tecrübesi maliye politikasının kalan kredibilitesini hâk ile yeksan etti. Maliye politikasının kaybolan kredibilitesini inşa ederek, süreci tersine çevirmeye çalışan ilk deneme Katılım Öncesi Ekonomik Protokol'dü(KEP). Burada, ilk kez, 2009 yılında, Türkiye ekonomisinin pozitif bir büyüme sergileyemeyeceği, büyümenin negatif beklendiği ortaya konulmuştu. Daha sonra açıklanan Orta Vadeli Program (OVP) ise bütçe rakamlarını daha gerçekçi bir baza oturttu ve tartışmayı "çakma bütçe"nin çizdiği mecradan alıp, KEP'te başlayan realist çizgiye getirdi. Öyle ki, TEPAV bütçe izleme grubunun 2009 yılı öngörüleri ile OVP'nin rakamları örtüştü. Bu noktada problem nedir? Problem, bütçedeki 2010 yılı rakamlarıdır. Sorgulanan ve sorgulanması gereken bu rakamların gerçekçiliğidir. Bu rakamların bizi 2001 öncesindeki gibi Hazine ihaleleri gözlemcisi haline getirip, devlet iç borçlanma senedi (DİBS) faiz oranlarını yukarıya doğru itme potansiyeli bulunmaktadır. Bu nedenle dikkatle bu rakamların sorgulanması önemlidir. Nedir buradaki problem? OVP'nin ve de 2010 yılı bütçesinin temel problemi, ortaya konulan rakamlara ulaşmak için alınacak tedbirlerin açıklıkla ortaya konulmamış olmasıdır. OVP'yi bir ekonomik program çerçevesi olmaktan uzaklaştıran da budur. Bir ekonomik program hedefe ulaşmak için alınacak tedbirleri madde madde sayar. Ekonomik program tasarlayıp, açıklayan bir hükümet açıkladığı hedefe ulaşmak için atacağı adımlarla ilgili madde madde, tedbir tedbir bir taahhüt ortaya koyar. Tartışmaları noktalar. Ondan sonra eleştirilecek olan, "Bu tedbir, o hedef için uygun mudur?" tartışmasıdır. İşte OVP söz konusu olduğunda, eksik olan, ilk olarak, tam da bu ileriye yönelik taahhüt meselesidir. Hepimizi merak ettiren husus şudur: Yarın, günü geldiğinde, mesela, belli KİT'lerin fiyatlarına zam yapma konusunda, mesela, belli vergilerin artırılması konusunda Sayın Başbakan ikna edilebilecek midir? Sayın Başbakan'ın OVP çerçevesinde yeniden ve yeniden ikna edilerek, adım atılacak olması, maliye politikasına kredibilite kaybettiren temel unsurdur. 2010 yılının en temel maliye politikası riski tam da bu noktadadır. Bu daha birinci noktadır. Bu çerçevede, hemen altı çizilmesi gereken ikinci husus da yukarıda vurgulanmıştır. Bütçede ortaya konulan hedeflere ulaşmak için alınacak tedbirler, daha açıklanmış değildir. İlk açıklanan tedbir olan sağlık sisteminde, ilaç alımlarındaki fiyat formülü değişikliği tartışması halen daha çözülebilmiş değildir. İşi bitirmek bir yana, mesele, eczacılarla itişme haline başarıyla dönüştürülmüştür. Önümüzdeki dönemde, daha becerili bir yönetim anlayışı gerektiği ise açıktır. Peki, o beceri bizim hükümette var mıdır? Bize kalırsa, yoktur. İkinci maliye politikası riski doğrudan hükümetin uygulama becerisi kaynaklıdır. Bu da ikinci noktadır. Üçüncü nokta ise maliye politikasında sürdürülebilirlik açısından gündeme gelmektedir. Türkiye, vergi sistemini yeniden tasarlayarak, kayıtdışı ile mücadeleyi ön plana getirmek zorundadır. Bütçe vergi gelirlerinin yapısı dolaylı vergilerden doğrudan vergilere doğru kaydırılmak zorundadır. Kayıtdışı ile mücadele, marketler yasasından vergi yasalarına bir dizi değişiklik yanında, uygulama becerisi de gerektirmektedir. Uygulama becerisi hükümetimiz için önemli bir risk alanıdır. Merak edenler, en yeni gelişme olarak, açılım tartışmalarına bakabilirler. Kayıtdışı ile mücadelenin temel şartı, vergi denetim sisteminin hakça (fair) işlemesidir. Türkiye'nin vergi denetim sistemi hakça işlememektedir. Siyasi müdahaleye doğrudan açıktır. Kariyer planlamasına uygun yazılan vergi denetim raporlarının, yazan açısından hiçbir maliyeti yoktur. Bunun manasını Anadolu'nun her tarafındaki tüccar ve sanayiciler çok iyi bilmektedir. Tam da bu nedenle vergi cezaları içeren raporların yaklaşık yüzde 95'i mahkemelerden geri dönmektedir. Olan ticari itibara olmaktadır. Türkiye, üçüncü dünyaya uygun bir vergi sistemi ve vergi denetim mekanizması ile birinci ligde bir ülke olamaz. Kimse bu sistemle işlemlerini kayıt içine sokmak istemez. Sistem siyasiler için uygun olabilir ama ekonomi için kötüdür. Bu da maliye politikasının riskleri arasındadır. Maliye politikasında hızlı kredibilite inşası mali kural ile olabilir mi? Bu halde olmaz. Yukarıdaki delik deşik sistem ile maliye politikasında öngörülebilir bir sistem kurmak mümkün değildir. Bu da beşinci noktadır. Peki, o vakit OVP'de adı geçen mali kural hayal midir? Maliye politikasında kredibilite inşası 2010 yılında olamaz mı? Hayır, olur. Her işin bir yolu vardır. IMF anlaşması ile hızlı bir kredibilite inşası mümkündür. İnat aşıldığında, kibirden öteye yol vardır. Türkiye'nin önü tıkalı değildir.
Bu yazı 31.12.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.