TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye'nin G-20 içinde yer alıyor olması önemlidir. Bir adım daha gidelim: Türkiye'nin bu günlerde G-20 içinde yer alıyor olması önemlidir. Dünyamızda iş yapma biçimi 2008 krizi ile birlikte bu günlerde değişmektedir. Bu çerçevede, G-20, yeni küresel iktisadi yapılanmanın mimarisinin şekilleneceği bir platforma dönüşme eğilimindedir. Pittsburgh toplantısında, ileriye yönelik iktisat politikası koordinasyonu konusundaki kararlara bu çerçevede bakılmalıdır. G-20'ye dahil olmak demek, bu çerçeveden bakıldığında, yeni küresel düzenin biçimlenme sürecinde etkili olabilme imkânıdır. Ancak Türkiye aktif bir G-20 üyesi ülke görünümünde değildir. En azından şimdilik değildir. Peki, neden bu böyledir? Bugünkü sohbetin konusu tam da budur. Merak edenleri aşağıya bekleriz efendim. Sorudan başlayalım: Türkiye G-20'de neden daha aktif değildir? Neden şimdiye kadar pasif bir görünüm sergilemektedir? Gayet basit bir nedenle: Türkiye, 2008 krizi nedeniyle bugüne kadar içeride ne yapmıştır ki dışarıda daha aktif bir siyaset izlemesini bekleyelim? İçeride derin bir politika ataleti içinde olanın dışarıda daha aktif olmasını beklememek gerekir. Bu aslında daha önce altını çizdiğimiz bir tespitin devamıdır. Ne demiştik? "Ulusal sanayi politikası olmayanın, bu çağda, ulusal dış politikası olamaz" demiştik. Hesap aynı hesaptır. Türkiye cephesinde yeni bir şey yoktur. Türkiye 2008 krizi karşısında etkili bir politika yanıtı geliştirememiştir. Öyle olanın G-20'de politika tepkisi de böyle derin sessizlik biçiminde olur. Gelin biraz daha somutlaşalım: Nedir Türkiye'nin 2008 krizi karşısında ortaya koyduğu tavır? Uzun bir derin sessizlik döneminden sonra ortaya koyduğumuz tavrın özü bize kalırsa şöyle bir şeydir: Türkiye, esas olarak, küresel krizin, doğduğu topraklarda, Batı'da, yani bizim ihracat pazarlarımızda, başladığı gibi kendi kendine sona ermesini beklemektedir. O gün geldiğinde gücü yerinde bir bankacılık sistemine sahip olmayı ve kamu maliyesinden kaynaklanan risklere sahip olmamayı yeterli görmektedir. Bizim ortadaki açıklamalardan anladığımız budur. Bu, esas itibariyle pasif bir "bitse de gitsek" yaklaşımıdır. Şimdi krizi Batı'nın meselesi olarak gören ve "bitse de gitsek" diye bakan bir anlayışın, şimdilik, G-20 platformunda sessiz kalması normal karşılanmalıdır. Bu, birinci tespittir. Yukarıdaki pasif yaklaşım, ortadaki politika ataletinin de kaynağında yer almaktadır. Ve hiç duraksamadan söyleyelim ki yanlıştır. Hükümetimiz bir hata daha yapmaktadır. Neden? Krizin ihracat pazarlarımızın kuruması ile alakası tartışmasız doğrudur. Bekleyen derviş hakikaten muradına erebilir. Ancak Türkiye'nin artan işsizlik ve hanehalkının gelir erozyonu karşısında, "bitse de gitsek" yaklaşımını benimseyebilmesi esasen mümkün değildir. Türkiye'nin sessiz kalıp bekleyebilecek, Batı'da krizin etkilerinin ortadan kalkmasına sabredebilecek hali ve zamanı yoktur. Daha açık söyleyelim: Türkiye kısa vadede şimdi içinde bulunduğumuz "krizin geçmesini bekleme" yaklaşımını devam ettiremez. Neden ettiremez? Çünkü bu durumda, iki-üç yıl beklemek gerekir ki bizim böyle bir zamanımız yoktur. 2011 yılının 2010 yılından daha iyi olabileceğine dair ortada herhangi bir veri halen yoktur. Bu da ikinci tespittir. Peki, ne yapmak gerekir? İçeride işsizlikle mücadele ve iç pazarın canlı tutulması konusunda daha aktif bir politika performansı gerekmektedir. Angela Merkel, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri için iyi haber olmayabilir ama politika aktivizmi açısından hiç de kötü bir haber değildir. Türkiye'nin Almanya'dan öğrenecekleri vardır. Geleceğe yönelik "bitse de gitsek" yaklaşımından daha aktif bir iktisat politikası çerçevesine ihtiyaç vardır. Bu da üçüncü tespittir. İçinde bulunduğumuz kriz Türkiye'ye dışsal bir gerçeklik değildir. İçinde yer aldığımız uygarlığın krizi bizim de krizimizdir. Bunu içselleştirmeden çözümün parçası olunamaz. Türkiye'nin "gelsin yabancı tasarruflar, verilsin cari işlem açıkları"na dayalı yaşama biçimini devam ettirmek giderek güçleşecek gibi görünmektedir. Pittsburgh'un bir sonucu budur. Türkiye bu konuda konuşmayacak da hangi konuda tavır ortaya koyacaktır. Buradaki mesele İran'ın nükleer silahından daha önemlidir. Bu da dördüncü tespittir. Beşinci bir tespitle bugünü kapayalım: Türkiye içeride daha aktif bir politika çerçevesine sahip olduğunda, G-20 bünyesinde ele alınması gereken meseleler listesinin de farkına varacaktır. Bugün bunların farkında değildir, çünkü 2008 krizi karşısında benimsenmiş olan pasif politika yaklaşımı hakikatin görülmesini engellemektedir. Ve de yanlıştır. Aktif olmak konusunda düşünmeye başlayan Türkiye uluslararası koordinasyonun temel meseleleri üzerinde de düşünmeye başlayacaktır. Öncül yanlış olunca ortaya çıkan politika yaklaşımı da yanlış olmaktadır. Kötü olan şudur: Türkiye pasif kalarak, izleyici olmayı seçerek önemli bir fırsatı kaçırmaktadır. Bu dönemde, G-20 üyeliği ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliği Türk dış politikası için önemli kozlardır. Fırsat bir kez kaçtı mı kaçar gider.Partnerlerimizi rahatsız eden bu meselenin, bizi de rahatsız etmesi gerekmektedir.
Bu yazı 29.09.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024