TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçen hafta dünyadaki bir milyar şişman insanın iktisatçıların başarısızlığına delil olarak alınabileceğinden bahsettik. Muradımız küresel kriz ile birlikte gündeme yerleşen "iktisatçıları sevmiyoruz" ekolüne her iktisatçının aynı olmadığını anlatmaktı. Öyle ya ortada kötü iktisatçılar olduğu gibi iyileri de vardı. İktisat ile ilgili muhabbet kendi başına pek sıkıcı gelir diye konuya şişmanlıktan bahsederek başlamıştık. Ama gelin görün ki, kilosu fazla olanlarla açlık çekenlere ilişkin verdiğimiz rakamlar gazetemizde yanlış çıktı. Bunun üzerine, şişmanlık meselesi ile ilgili bir yazı daha yazıp rakamların doğrusunu kullanmak şart oldu. Konumuz bu durumda şişmanlığın değişen coğrafyasıdır. Reel sosyalizm denemelerinin hazin sonu dünyamızın çivisini bakın nasıl yerinden çıkartmaktadır. Halbuki bugün biz aslında sizlere güzel bir Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) bahsi açacaktık. Son günlerde aldıkları anlamsız kararlar vesilesiyle yükseköğretimin iflahını her zamanki gibi kesmeye devam eden YÖK'ü masaya yatıracaktık. Yazımızın başlığı bile hazırdı: "Kemal Gürüz YÖK'ü ile Yusuf Ziya Özcan YÖK'ü arasında esastan bir fark yoktur" diyerek sizlere "YÖK cephesinde yeni bir şey yok" diyecektik. Pek eğlenceli bir yazı olacaktı. Canım, Allah'ın hafta sonları çuvala girmedi ya, bu konuya da sıra gelir herhalde. Gelir. Gelir. Şişmanlar çağı Ama bugün konumuz şişmanlığın değişen coğrafyasıdır efendim. Önce geçen yazının basım hatasını bir güzel düzeltelim: 2007 yılı itibariyle bakıldığında, dünyamızda kilosu fazla olanların sayısı açlık sınırında yaşamakta olanların sayısını geçmiş bulunmaktadır. Biz rakamı Raj Patel'in "Stuffed and Starved" başlıklı kitabından aldık. Buna göre şişmanların sayısı 1 milyarken açlık sınırında yaşayanların sayısı 800 milyon civarındadır. 2008 yılında açlık sınırında yaşayanların sayısının 900 milyon civarında olduğunu söyleyen kaynaklar da vardır. Ama olan şudur: Çağımız, kilo fazlalığı olanların çağı olmaya doğru gitmektedir. Bu, geçen yazıdan buraya aktarılan ilk tespittir. Ve doğrusu ya, bu çağın niteliğini anlatmak açısından önemlidir. Bu ilk tespit bizi en sonunda bir yeşilleşme gereğine doğru götürmektedir. Gelin bakın nasıl götürmektedir? Şişmanlık ve açlığın coğrafyasına bakıldığında öncelikle üç tespit daha yapabilmek mümkün görünmektedir: Birincisi şudur: Coğrafi açıdan bakıldığında şişmanlık yaygınlaşırken açlık belli bir alana doğru yoğunlaşmaktadır. Açlığın alanı artık esasen Afrika'dır. Şişmanlık yaygınlaşırken açlığın yoğunlaşması meselenin esasen bir düzen, bir bozuk düzen meselesi olduğunu ortaya koymaktadır. Dünyada altı milyar insanoğlu yaşamaktadır. Dünyamızın bugünkü üretim kapasitesi bunun iki katı, 12 milyarlık bir nüfusu besleyebilecek durumdadır ama işte yarısını bile tam olarak besleyememektedir. Beslediklerini ise çok beslemektedir.
Açlığın bölgeselliği Eskiden, 1930'larda, 1950'lerde açlık daha geniş bir coğrafyada görülebiliyorken şimdi nasıl daha sınırlı bir coğrafyaya çekilmiştir? Üzerinde düşünülmesi gereken ilk mesele herhalde bu olmalıdır. Bu da bizi bu bölümün ikinci tespitine götürmektedir: "Küreselleşmenin derinleşmesi şişmanlığı yaygınlaştırırken açlığı belli bir alana sıkıştırmaktadır." En azından tepeden bakıldığında görünen budur. Bu tespiti şöyle açmak da mümkündür: Piyasa mekanizmasının kaynak dağılımında giderek artan biçimde devreye girmesi ile birlikte açlık belli sınırlı bir alana sıkışmaktadır. Bundan maksat, küreselleşme ile birlikte daha eşitlikçi ve problemsiz bir topluma doğru evrilmeye başladığımızı zinhar iddia etmek değildir. Fazla beslenenlerin varlığı da bir nevi dengesizlik işaretidir. Ancak küreselleşme beslenme kaynaklarına erişimi de kolaylaştırıyor gibi görünmektedir. Düzen, her tür düzensizlikten iyidir. Peki, şişmanlığın yaygınlaşması küreselleşme süreci ile yakından alakalı ise onu mümkün kılan nedir? Politikadır. Küreselleşmeyi de şişmanlığı da yayan reel sosyalist rejimlerin arka arkaya çökmesidir. Bu bahiste Sovyetler Birliği'nin çöküşü hep ön planda anlatılırken Çin'inki es geçilmektedir. Halbuki bu yüzyılı belirleyecek olan Çin'deki Deng reformlarıdır. "Kedinin siyah ya da beyaz olması değil, fare yakalaması önemlidir" şiarı ile başlayan reform süreci dünyamızın yüzünü değiştirmiştir ve de değiştirmektedir. Çin ve Sovyetler Birliği'nin küreselleşme sürecine entegrasyonu küreselleşme sürecini derinleştirmiştir. Böyle bakıldığında şişmanlığın yeryüzünde yaygınlaşmasının nedeni ekonomi değil, üzgünüm ama bizatihi politikadır. Bu da günün üçüncü tespitidir.
Sovyetler'in yıkılışı "Küreselleşmenin derinleşmesinin nedeni nasıl politika olurmuş, bu iktisadi bir süreç değil mi?" diyenlerin Sovyetler'in nasıl yıkıldığına dikkatlice bakmalarında fayda vardır. Geçen hafta bir sohbette görmüş geçirmiş devlet adamı Şimon Peres'in İran için söyledikleri Sovyetler için de geçerlidir esasen. Peres, bütün devrimlerin ateşinin bir süre sonra söndüğünün altını çizdi yorumunda. Neden mi? Düzeni değiştirmek için gelen devrimciler düzenin bir parçası haline geldiği için, devrim ateşi bir süre sonra sönüveriyordu. Geriye kalan ise kaynak dağılım kararları, arkadaşlardan başlayarak, hediyeyi verene doğru giden ihale dağıtımı, kaçak yapılara ruhsat verelim telaşı, önce kimi işe almalı endişesi, imar planında manalı değişiklik kararı ve de artan yolsuzluk oluyordu. Sonunda eski elitin yerini alan yeni elit, eski elit gibi oluyordu. Onun secde edeni ya da işçi kökenli olması da aslına bakarsanız önemli değildi. Ondan sonra bir aşağı iniş başlıyordu. İran'ı değiştirecek olan bu siyasi süreçti. Nitekim Sovyetler'i de götüren bu olmadı mı? Ancak tespit şudur: Şişmanlığın yaygınlaşmasına, küreselleşmenin derinleşmesine yol açan olay galiba iktisadi değil siyasidir. Gelin bir son tespitle bu şişmanlık bahsini şimdilik kapatalım: Küreselleşmenin derinleşmesi, daha önce sisteme entegre olmayan bölgelerin entegrasyonu yalnızca uzun yıllar boyunca kıt kanaat doymaya alışmış olanların beslenme alışkanlıklarını değiştirmiyor. İnsanların yaşam biçimleri bir bütün olarak değişiyor. Milyonlarca Çinli otomobil sahibi olmaya başlıyor. Yetmiyor deodoran kullanmaya başlıyor. Yok yok "İşte onun için Ayamama Deresi taşıyor" filan diyecek değilim. Ama galiba yeşilleşmek işte tam da bu büyük dönüşümün içinde önemli bir gereklilik haline geliyor. Hani tam bu günlerde elektrikli arabalar konusundaki çalışmalar ilerliyor, özellikle Avrupa'da krizden çıkış için yeşil teknolojilere dayalı bir yenilenmenin altı çiziliyor ya? Galiba bu tartışmaların son derece sağlam ve de nesnel bir nedeni var. İş reel sosyalizm denemelerinin başarısızlığı ile yakından alakalı. Üstelik şişmanlığın yaygınlaşması ile de aynı nedene dayanıyor. Şu elektrikli arabalar konusunda neler düşündüğümüzü de yakında paylaşalım. Ne dersiniz? Bana önemli geliyor.
Bu yazı 12.09.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024