TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Karışık bir dönemin içinden geçiyoruz. Olmadık işler oluyor. Haziran ayında, "Aman Allah'ım, sana şükürler olsun, yalnızca yüzde 10 küçüldük" diye seviniyoruz. Etrafta, bir yandan yoğun bir anlamsız "Hadi yine iyisin, iyisin, dipçik gibisin maşallah" propagandası var. Öte yandaysa bir "yandık, bittik, mahvolduk" havası. Böyle bir ortamda ne yapılacağını belirlemek önemli. Ama etraftaki malumat kirliliği değil karar almayı, düşünmeyi bile zorlaştırıyor. O vakit, öncelik belirleyebilmek mümkün olmuyor. Bugün gelin, ihracat pazarlarını korumak neden Türkiye'nin önceliğidir ona bakalım ve bir sonuç çıkaralım: Türkiye'nin yoğun bir ihracat teşviki sistemine ihtiyacı vardır. Bugün önemli olan, var olanı korumaktır. Zaman atılım yapma zamanı değildir. Buyurun bakalım. İktisadi krizlerin ve hatta iç savaşların ülkeleri ortadan kaldırmadığını, yok edemediğini biliyor olmalıyız. Bendeniz bunu ilk kez 1995 yılında, Beyrut'a gittiğinde müşahede etmiştim. Bütün bir iç savaş dönemi, Beyrut'un belli bir bölgesini yaşanmaz hale getirmişti. Şehrin iki taraf arasındaki sınır dışında kalan bölgelerinde lokantalar çalışmaya devam etmişti. Hayat sürmüştü. İktisadi kriz dönemleri de böyle değil midir? Hayat sürer. Bir-iki değişiklik yapılır. Gidilmeyecek yerler belirlenir. Yapılmayacak işler listeleri azıcık kabarır. Ama hayat devam eder. Aynen bugünlerde Türkiye'de de olduğu gibi. İsterseniz önce buradan başlayalım. 2009 Türkiyesi'nde manzara-i umumiye nedir? Türkiye, 2008 yılı krizine gereken hazırlıkları yapmadan yakalandığı için, 2009'da bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalmaktadır. Hazırlıksızlığın faturası, TEPAV hesaplarına göre yüzde 5,5 düzeyinde bir 2009 yılı küçülmesidir. Yani? Yani, "Aman Allah'ım, haziran ayında yüzde 10 küçülme ne iyidir?" demenin hiçbir anlamı yoktur. Yıl sonunda yüzde 5,5 civarında küçülecek olanın böyle küçülmeye devam etmesi gerekir. Vaziyetimiz tam bir, "Dün yediğin hurmalar bugün bir yerini tırmalar" vaziyetidir. Hazin olan şudur: Türkiye, 2009 yılında bu kadar küçülmeyebilirdi. Bunun önkoşulu, bir dizi tedbiri bu krizin daha başında almaktı. Mart 2009 TEPAV Raporu bunu anlatıyordu. Ama ne oldu? Hükümetimiz gelenin ne olduğunu bir türlü idrak edemedi. Alınması gereken tedbirleri de alamadı. Neydi alamadıkları tedbirler? Şimdi hâlâ (işin başlangıcından yaklaşık 1 yıl sonra) yapmaya çalıştıklarıdır. Kredi Garanti Fonu vasıtasıyla şirketlerin nakit çıkışlarının yeniden düzenlenmesidir. Tüketicilerin harcama imkânlarının genişletilmesidir. IMF ile anlaşma yapılmasıdır. Bütçeyi kontrol altına almaktır. Halen daha ortada bir tık yoktur. Yapılmayanlar, yapılıp da zamanında yapılmayanlar, 2009 yılı küçülmesini derinleştirmiştir. Türkiye, hükümet eliyle krizin etkilerini daha çok hissedeceği bir sürece sokulmuştur. Kriz hassasiyeti artırılmıştır. Ortada bir beceri problemi vardır. Bu artık olmuştur. 2009 yılı için yapılabilecek bir şey yoktur. 2009 yılının kaderi derin bir küçülmedir. Hatırlayın, bunun böyle olmayabileceğini zamanında bu sütunlarda yazdık. Aksi takdirde bizi neyin beklediğini de anlattık. İşte şimdi olan odur. Bir daha yüksek sesle tekrarlayalım ki akıllardan çıkmasın: Bugün bir yerinizi tırmalayan, dün yediğiniz hurmalardır vesselam. Şimdi gelelim bundan sonrasına: Bundan sonrasına bakarken, bizi buraya getiren dört unsura dikkatle bakmak gerekir. Bunlar sırasıyla, dış talep, dış kredi koşulları, iç talep ve iç kredi koşullarıdır. 2009 yılından 2010 yılına göreceğimiz pozitif büyüme tamamen matematiksel ve tamamen bereketsiz olacaktır. 2010 yılı büyümesi bereketsizlikte 2002-2006 yıllarını aratacaktır. Neden böyle olacaktır? Birincisi, dış talep coşmayacaktır. İkincisi, dış kredi koşulları eskisi gibi olmayacaktır. Üçüncüsü, dışarısı böyleyken içeride aktivitenin artması tamamen alınacak tedbirlere bağlı olacaktır. Şimdi içeriyi unutalım. Ve dışarıya bir bakalım. 2009'un devamında ve de 2010 yılında Türkiye'nin küçülen ihracat pazarlarında, en azından ağırlığını koruması gerekmektedir. Ancak rakamlar küçülen ihracat pazarlarımızda Türkiye'nin Çin, Endonezya ve Mısır gibi ülkeler karşısında pazar payı kaybettiğini göstermektedir. Bu neden böyledir? Birincisi, Türkiye'nin rakipleri kendi şirketlerini küçülen ihracat pazarlarında desteklemektedirler. Burada yalnızca gelişmekte olan ülkeler suçlu değildir. Dünya Ticaret Örgütü'nün açtığı soruşturmalarda, gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin arkasından ikinci sıradadır. Hatta soruşturmaların artış hızında, gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkeleri geride bırakmıştır. Dolayısıyla rakiplerimiz kendi şirketlerini doğrudan desteklemektedirler. Onlar desteklerken bizim seyretmemiz olsa olsa gaflet belirtisidir. İkincisi ise TL'nin değerlenmesi, ihracatçılarımıza köstek olmaktadır. Bugünlerde TL'nin değer kaybı kimseyi kandırmamalıdır. TL'nin istikrarı, bu yaratıcı olmayan yıkım döneminde son derece önemlidir. Üçüncü tespit, ilk ikiyi takip edebilir: TCMB'nin ödemeler dengesindeki revizyonuna ilişkin Uğur Gürses'in dün köşesindeki yorumu, TEPAV'ın ithalat ödemeleri peşin yapılıyor tespiti ile birlikte okunmalıdır. Azalan ithalat ile birlikte, bu amaçla tutulan yabancı para cinsinde işletme sermayesi stokları, içeride esnek olmayan ödemeler için kullanılmaktadır. Bu durum, TL'deki değerlenmeyi sistematik hale getirmektedir. Bu durum ihracat performansı açısından sürdürülebilir değildir. Neden değildir? Çünkü dünle kıyaslandığında, ortada bir çıkış imkânı bulunmamaktadır. Bunu geçenlerde uzun uzun anlattık, yine anlatırız. Buradan çıkacak olan sonuç, bu yazının temel tespitidir. Zaman değişmiştir. Türkiye'nin ilk önceliği ihracat pazarlarında pazar payını korumak üzere bir teşvik sistemi tasarlamak ve bunu derhal uygulamaya koymak olmalıdır. Öncelik önceliktir. Türkiye, 1980'lerin Özal dönemini yeniden tetkik etmelidir. İçeriye daha sonra geleceğiz. Akılda tutulması gereken, zaman değiştikçe öncelikler değişir. Marifet, değişeni fark etmektedir. Yoksa bizim işimiz kolaydır. Sırtımızda yumurta küfesi yoktur. Yine aynı şeyi yazarız: "Bugün başınızı ağrıtan, dün yapmadıklarınızdır."
Bu yazı 13.08.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024