TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçen haftaya damgasını vuran iki gelişme oldu. Bunlardan ilki işsizlik rakamlarının tırmanmaya devam ettiğini gösteren Türkiye İstatistik Kurumu açıklamasıydı. İşsizlik rakamı, bu yılın başından beri, bir önceki yılın aynı dönemiyle kıyaslandığında, giderek artan bir ivmeyle yükseliyor. Siz gazetelerde çıkan "işsizlik bu ay azaldı" başlıklarına bakmayın. Doğru değiller. İkinci gelişmeyse lise eğitimimizin hali pürmelalini ortaya koyan Öğrenci Seçme Sınavı sonuçlarıydı. Sınav sonuçları, Yüksek Öğretim Kurumu'nun (YÖK), Türkiye'nin eğitim gerçeğiyle pek bir alakası olmadığını bir kere daha ortaya koydu. Öyle ya, YÖK bu yıl üniversite kontenjanlarını artırmayı temel meselesi haline getirmişti ama sınav sonuçları "Bu öğrencileri üniversiteye yerleştirsen ne olacak?" sorusunu sordurtacak cinstendi. İnsanın Ardahan Üniversitesi'nin sayın rektörüne hak vermekten başka yapacağı bir şey yoktu. Lise eğitimimizin son üniversite sınavı ile belirginlik kazanan kalitesizliği, Türkiye'nin işsizlik problemi ile yakından alakalıdır. Eğitim sistemimiz, mesleksiz gençler üretmektedir. Ama bakın, o kalitesiz liselerden mezun olabilmek bile bir ayrıcalıktır. İşsizlik rakamları öyle söylemektedir. Ortadaki problem daha büyüktür. Türkiye'nin problemi bu kez döviz, faiz, kur değil, artık yalnızca budur. İdrak edilmediğine inandığımız da budur. Uzun yıllardır iş aradıktan sonra, iş aramaktan artık bıkarak vazgeçenlerle birlikte baktığınızda, sayıları yaklaşık 6 milyona ulaşan işsizimiz çare beklemektedir. Tarihin karanlık sayfalarından dedikodu malzemesi çıkararak, bu belayı başımıza ilk kimin sardığını bulmaya çalışmak, bugünlerde güncel tutkumuz olsa bile düpedüz saçmadır. Yapılması gereken çözümü aramaktır. Bu hafta sonu gelin mesleklendirme işinde artık yaratıcı önerilere ihtiyacımız olduğu gerçeğinin bir altını çizelim. Hem de kalın kalın çizelim ve aklımıza gelen bir "uçuk fikir"e bakalım: Zorunlu askerliğin gençleri mesleklendirmek için nasıl kullanılabileceğini hiç düşündünüz mü? Bakın İsrail'de düşünmüşler. Gelin bakın nasıl düşünmüşler? İsrail örneğine bakmadan evvel, işsizlerin eğitim düzeyiyle ilgili rakamlara yakından bir göz atalım isterseniz. Türkiye'de sayıları 4 milyona ulaşan işsizlerin yaklaşık yüzde 10'u yüksek öğretim sistemimizden çıkmadır. Yüzde 25'i lise ve dengi meslek okulu mezunudur. Yaklaşık yüzde 60'ı ise lise altı eğitimlidir. Buradan hemen bir ilk sonuç çıkaralım: Evet, lise eğitimimiz kötüleşmiş görünmektedir. Sistemsiz özelleştirme, kabiliyetsiz idarecilerin arka arkaya yaptıkları yanlış seçimler hem liselerimizde hem sağlık sistemimizde hızlı bir kalite erozyonuna yol açmıştır. Bu arada, üniversitelerimizin kalite sorunu da derin derin tartışılabilir. Ama o berbat liselerden mezun olanlar bile bir mutlu azınlıktır. İşsizlik rakamları, felaketin çok daha derin olduğunu göstermektedir. Mesleksizlik felaketi çok daha derindir. İşsizlerin yüzde 60'ı lise altı eğitimlidir. Türkiye'nin giderek büyüyen bu problemi konvansiyonel yollardan hızlı bir çözüme kavuşturabilmesi zor görünmektedir. Konvansiyonel yolun adı kötüye çıkmış meslek okullarını yaygınlaştırmak ve elden geçirmektir. Hal böyleyse, yaratıcı önerilere ihtiyaç olacaktır. İşte İsrail deneyimi tam da böyle bir öneridir. İsrail geçirdiği muhteşem iktisadi dönüşümle bölgemizde önemli bir örnektir. İktisadi dönüşüm açısından, bulunduğu bölgede, bir tek Türkiye ile kıyaslanbilir. Ancak bizim daha tam yapamadığımızı yapmış görünmektedir. İsrail 1975'te ihracatının yüzde 13'ü tarım ürünleri olan bir ülke iken, bugün bu oran yüzde 2'ye gerilemiştir. İsrail'in toplam ihracatı ise 1970'te 1.5 milyar dolardan 2007'de 70 milyar dolara yükselmiştir. Bu değişim, Türkiye'nin geçirdiği değişime çok benzemektedir. Ancak öncelikle nüfusu 5 milyon civarında olan bir ülkeden bahsettiğimizi unutmayalım lütfen. İkinci olarak ise şimdilerde bu ihracatın giderek artan bir bölümü yüksek teknolojili ihracattan oluşmaktadır. Bu ne demektir? Orada çalışanların verimlilik düzeyi bizden kat be kat üstündür. Konu sermaye ile değil, organizasyon kabiliyeti ile alakalıdır. İsrail, Türkiye'nin yapamadığı sıçramayı yapmış, yüksek teknolojili ürünlerin toplam ihracatındaki ağırlığını artırmıştır. Bu da üçüncü tespittir. Peki, İsrail bunu nasıl yapmıştır? İsrail ordusunun da katkısı ile. İsrail ordusunun teknoloji alımı konusunda özel sektörü yönlendirici ve destekleyici işlevinin yanında, çoğumuzun gözden kaçırdığı bir de eğitici işlevi var. İsrail, zorunlu askerlik sisteminin getirdiği mesleki eğitim imkânını doğru ve yerinde kullanmayı birçok ülkeden önce keşfetmiş. Özellikle 1960 ve 1970'lerde bilgisayar kullanımının gençler arasında yaygınlaştırılmasının kaynağında İsrail ordusunun hizmet içi eğitim programı önemli bir yer tutmaktadır. Zorunlu askerliğin erkekler için üç yıl, kızlar için ise iki yıl olduğu bir ülkede ordu önemli bir eğitim kurumu olarak da hizmet götürmektedir. Bu hizmet bugün de devam etmektedir. Yapılan çalışmalar İsrail'in inovasyon tabanlı ekonomisinin gelişiminde İsrail ordusunun hizmet içi eğitim programlarının önemli bir yeri olduğunu göstermektedir. İsrail'i sevelim, sevmeyelim, burada gören gözler ve kapalı olmayan gönüller için bir dizi ders bulunmaktadır. Üstelik dersler bedavadır. İlk ders şudur: Mesleksizlik problemine çözüm bulmanın yolunun ille de konvansiyonel olması gerekmez. İmam hatip hüllesi nedeniyle ocağını söndürdüğümüz meslek okulları, mesleki eğitimdeki kitlesel problem için şart olmayabilir. İkinci ders, birincinin hemen devamıdır: İnovasyon ekonomisine doğru sıçramanın kaynağı, bizdeki yaygın kanaatin aksine derslik sayısı ve o dersliklerde oturan öğrenci sayısı değildir. Doğrudan doğruya müfredattır. Müfredat doğru olduktan sonra, değil okul açmak, zorunlu askerlik hizmeti bile mesleklendirmek için önemli bir imkân sağlamaktadır. Yapılan okul, açılan derslik, verilen kontenjan sayısını başarı için performans kriteri olarak görmek yanlıştır. Bu yanlış burada sıkça yapılmaktadır. YÖK Başkanı'nın açıklamalarından Milli Eğitim bürokratlarına yanlış, kocaman kocaman sırıtmaktadır. Üçüncü ders ise şudur: Mesleki eğitim deyince yüzlerce farklı kurs yerine, seçilmiş birkaç alanda yoğunlaşma ve eğitimi kitleselleştirme daha etkili bir sonuç verebilir. Yukarıdaki örnekte konu esasen tek bir alana yoğunlaşmıştır. Amaç hayatın her alanında kullanılabilecek bir genel beceri kazandırmak olmalıdır. 2007 yılında TEPAV'ın Dünya Bankası için yaptığı çalışma burada yol göstericidir. Türkiye'nin mesleksizlik probleminin çözümü için yaratıcı çözümler geliştirmesi gerekmektedir. Böyle bakıldığında zorunlu askerlik Türkiye için bir şans olarak görülebilir. Süresi de genel kabul gördüğü gibi uzun değil, kısa bile olabilir. Bu konu üzerinde düşünülmeye değer. İşsizliğin uzun süre yüksek seyredeceği bir dönemin başında, kafamızı hemen doğru işe yoğunlaştırmamızda fayda vardır. Türkiye'nin orta vadede Avrupa Birliği ülkelerine hızlı yakınsaması ve de Avrupa Birliği müzakere sürecinin geleceği, iş gücüne kazandıracağımız becerilerle birebir alakalıdır. Unutmayalım, o konuya da bir ara gelelim.
Bu yazı 18.07.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024