TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Krizle baş edebilmek için tasarruf, döviz ve kamu açığından kaynaklanan kısıtların varlığını kabul etmeliyiz. Kamu açığının denetim altında olması, tasarruf ve döviz kısıtlarının gevşemesine katkı yapabilir. 1960'ların sonlarında iktisat derslerinde gelişmekte olan bir ülkenin kalkınma hızını belirlemede en önemli iki kavramın "tasarruf" ve "döviz" kısıtları olduğu üzerinde durulurdu. 1980'lerde "açık ekonomiye" geçtik. Bu dönemde bir üçüncü kısıt bizim daha çok ilgimizi çekmeye başladı. O da "mali kısıt", yani kamu dengesiydi. Özellikle sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinden sonra (1990'lar), sanki ilk iki kısıt sanki yokmuş gibi düşünme alışkanlığı hakim oldu. Madem ki sermaye hareketleri serbestti o halde yatırım yapacaklar gerekli fiyatı ödemeye razı olduklarında dünya mali piyasalarından istedikleri kadar kaynak bulabilirlerdi. Bunun için devletin aracılığına bile gerek yoktu. Mali sermaye hareketlerinin serbestliği, döviz kurlarının dalgalanmaya bırakıldığı ortamda, zaten döviz kısıtını gündemden çıkarıyordu. Döviz yokluğu diye bir sorun olmuyor, sadece dövizin fiyatı değişiyordu. Bu bakış açısı iktisat politikası yapımcılarına da sıçradı. Daha önce ekonominin ve siyasal yaşamın büyük derdi olan ödemeler dengesi krizlerinin artık olmayacağını sanıp, rehavete kapıldılar. Borçlanma modeli değişti Son 10 yılda yaşadıklarımız, "tasarruf" ve "döviz" kısıtları yokmuş gibi davranmaya kalkışmamızın kendimizi aldatmaktan başka bir şeye yaramadığını gösterdi. Tasarruf açığımızı (yapmak istediğimiz yatırım ile yurtiçi tasarruflar arasındaki fark) yurtdışından kapamak her zaman olanaklı olmadığını gördük ve şimdi de görüyoruz. Bir kere, dünya değişti. Eskiden olduğu üzere yabancı devletlerden borç alma yolu artık açık değil. Artık mali piyasalar yoluyla özel tasarrufları çekmekten söz ediyoruz. Ama bazen, haklı ya da haksız nedenlerle, yabancı yatırımcılar ellerindeki mali kaynanları Türkiye'ye yönlendirmenin uygun olmadığını düşünebiliyor. Tasarruf kısıtı yine kendisini gösteriyor. Ama bu, makro ölçekte vahim boyutlara gelmedikçe haber konusu olmuyor. Çünkü, sonuçta, gerekli dış kaynağı bulamayan özel girişimci ya yatırım projesini iptal ediyor ya da ölçeğini kendi olanaklarına göre ayarlıyor. Herhalde bir firmanın da, "gerekli kaynağı temin edemediğim için filan projemi iptal ettim" diye kendi itibarını düşürecek bir ilan vermesi düşünülemez! Döviz de öyle. Döviz piyasasının belirsizlikten rahatsız olmadığı zamanlarda, gerçekten döviz kurundaki dalgalanmalar bu piyasada dengenin oluşmasını, bir ölçüde, sağlayabiliyor. Ama, ekonomide belirsizlikler artığında bu piyasanın pek de istendiği gibi çalışmadığını görüyoruz. Döviz talebi fırlıyor, satıcılar ortadan kayboluyor. Küçük hacimli işlemlerde ortaya çıkan fiyatların denge fiyatı kavramıyla uzaktan yakından ilgisi olmadığını herkes biliyor. Dolayısıyla bu koşullarda döviz kuru, iktisadi karar birimleri için yol gösterici olmuyor. Yine döviz kısıtına çarpıyoruz. Oysa, yıllarca önce bir Brezilyalı iktisatçı nasıl düşünmemiz gerektiği konusunda bize yol gösterecek bir makale yazmıştı. Edmar L. Bacha, 1990'da yayınlanan makalesinde gelişmekte olan bir ülkenin büyüme sorununu doğru ele alabilmek için "tasarruf açığı", "döviz açığı" ve "kamu açığına" bir arada bakılması gerektiğini göstermişti. [Edmar L. Bacha: A Three Gap Model of Foreign Transfers and the GDP Growth Rate in Developing Countries, Journal of Development Economics, 32 (1990), s. 279-296.] Bugün karşı kaşıya olduğumuz ve bence çok ciddi olan sorunla baş edebilmek için bu üç açıktan kaynaklanan kısıtların var olduğunu kabul etmemiz gerek. Politika önerilerimizi bunları hesaba katarak oluşturmak zorundayız. Bugünkü duruma bakış Örneğin, bugünlerde gündemde olan, iç talebi artırıcı bir politika önlemini düşünelim. Bu amaçla kamu harcamalarını artırmak ve/veya vergileri azaltmak söz konusu. Bunun "kamu açığını" artırıcı etki yaratacağı açık. Üçüncü kısıt hemen gündeme geldi! Sorun bunun gelecek yılların bütçesi üzerine getireceği yükte. Çünkü kamu kesiminin borç stoku yükselecek. İçinde olduğumuz ortamda bu kaynağı yurtdışından temin etmek neredeyse olanaksız. Yurtiçinden kaynak temin etmenin ise, iç mali piyasalarımızın darlığı göz önüne alındığında, faizlerde yükselmeye yol açması olasılığı var. Bu önümüzdeki yıllar için bütçeye bir yük. Bunun yanı sıra bu yola gitmenin özel kesimin kullanabileceği kaynakların daralmasına yol açması söz konusu. Özetle, dikkatli hareket etmezsek "tasarruf sınırına" çarpabiliriz. Ekonomideki daralmayla mücadele ettiğimizi sanırken, daralmayı körükleyen durumuna düşebiliriz. İç talebi canlandırdık diyelim. Önce stoklar eriyecek. Ama sonra? Sanayimiz, büyük ölçüde ithal ettiğimiz ham madde ve ara malı kullanarak çalışıyor. Dolayısıyla tüketimimizdeki bir artışın doğrudan ya da dolaylı ithal gereksinimi var. İhracatımız, dünya dış ticaretindeki daralmanın etkisiyle artmadığı koşullarda bu ithalat artışının cari açığın yükselmesine yol açması söz konusu. Bunu finanse edebilecek miyiz? Başka bir deyişle yine karşımıza çıkan "döviz kısıtını" nasıl aşacağız? Gelişmekte olan ülkelere olan mali sermaye akımlarının dramatik bir düşüme göstermesi beklenen 2009 yılında bu pek kolay değil. Eğer bu kaynağı bulamazsak, iç talep artmış, arz ona karşılık verememiş olacak. Yani mal piyasasında talep fazlası ortaya çıkacak. Bu da enflasyonist baskı demek. Hiç mi dış kaynak bulamayız? Buluruz elbette. Ama bu arayışın ödediğimiz faizin yükselmesine ve Türkiye riskinin artmasına yol açacağını da unutmamak koşuluyla. Bir nokta daha var. Bu üç kısıt, ekonominin performansından, iktisat politikalarının saygınlığından ve birbirlerinden etkilenir. Örneğin kamu açığının denetim altında olması, Türkiye'nin saygınlığına katkı yapacağından bu tasarruf ve döviz kısıtlarının gevşemesine katkı yapabilir. IMF ile anlaşma da bu bağlamda ele alınması gereken bir konu.
BÜTÇE AÇIĞI ARTIYOR, CARİ AÇIK DÜŞÜYOR | |
Bütçe Açığı (milyon TL) | |
2000 | -13.116 |
2001 | -28.555 |
2002 | -40.184 |
2003 | -40.210 |
2004 | -29.173 |
2005 | -6.903 |
2006 | -4.643 |
2007 | -13.708 |
2008 | -17.069 |
2009* | -2.966 |
Cari açık (milyon dolar) | |
2000 | -9920 |
2001 | 3760 |
2002 | -626 |
2003 | -7515 |
2004 | -14431 |
2005 | -22088 |
2006 | -32051 |
2007 | -38219 |
2008 | -41623 |
2009* | 291 |
* Ocak ayı itibariyle |
Bu köşe yazısı 16.03.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
M. Coşkun Cangöz, Dr.
27/04/2025
Burcu Aydın, Dr.
26/04/2025
Fatih Özatay, Dr.
25/04/2025
Fatih Özatay, Dr.
23/04/2025
Güven Sak, Dr.
22/04/2025