TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Üreten Türkiye Platformu "Kriz varsa çare de var" genel başlıklı bir iletişim kampanyası başlattı. Üreten Türkiye Platformu'nun başını Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) çekiyor. TOBB'un yanı sıra Hak-İş, Türk-İş, TESK, TİSK, Kamu-Sen, TÜSİAD, MÜSİAD ve TİM de platforma dahil. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, isteyen herkesin platforma katılabileceğini özellikle vurguladı. Platform, "Kriz varsa, çare de var" diyerek öncelikle iç pazarın önemini vurgulayan bir açıklama yaptı. "Eve kapanma, pazara çık" dedi. Bunu tüketicileri hedef alarak söyledi. Kampanyanın bundan sonraki aşamalarında toplumun diğer kesimlerine yönelik mesajlar da açıklanacak. İç pazar odaklı bakış açısı ise bu kriz için son derece uygun duruyor. Şimdi gelin, bugün, "Kriz varsa, çare de var" kampanyasını bir çerçeveye oturtalım. Ben bu kampanyanın uzun zamandır başlatmamız gereken bir tartışmayı başlatmak için bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Şu anda kampanyayı beğenmeyip, eleştirenlerin kampanyanın başarısına doğrudan katkı yaptıklarını düşünüyorum. Gelin bakın neden böyle düşünüyorum? Kriz ortamında tartışmanın, çıkış yolu stratejisi üzerine olması gerekiyor. Ama bakın halimize, Türkiye hâlâ çıkış yolu stratejisi odaklı bir tartışma sürecini götüremiyor. Ortada ya "kriz vardır" yahut "kriz o kadar da ciddi değildir" ayrımında bir lise münazarası var. Ya da konu "IMF ile anlaşalım" ile "IMF'siz yola devam edelim" diye ele alınıyor. Ne oluyor? Niye biz, şöyle edebiyle dört başı mamur bir ekonomi politikası tartışması yapamıyoruz? Bu topraklarda belirgin bir bozukluk mu bulunuyor? Hayır. Türkiye bugüne kadar krizi tartışabilmek için doğru ortamda değildi. Bu nedenle tasarımı aylar öncesinden başlatılan bir kampanya bugüne kaldı. Neden böyle oldu? Gayet basit: Seçim vardı. 2009 seçimlerinin en büyük kötülüğü, iktisadi çıkış yolu tartışmasını geciktirmesi oldu. Aynen IMF anlaşmasını geciktirdiği gibi. Geçen hafta Brezilya Devlet Başkanı Lula, Türkiye'deydi. Bizce en akılda kalması gereken sözü şöyleydi: "IMF'nin parasını alın ama işinize karıştırtmayın." Hatırladınız mı? Peki, biz burada IMF'yi işe karıştırttığımızda ya da karıştırtmadığımızda ne yapacağımızı biliyor muyuz? Bana biliyormuşuz gibi gelmiyor. "İsteriz" ve "istemeyiz" ekolleri dışında ortada derinlikli bir tartışma var mı? Yok. Ne tartışılıyor? Kredi garanti fonu, harcama çeki, kredi yeniden yapılandırması. Onların hepsi de bu kampanyanın en başında yapılmış çalışmaların ürünü esasen. Ama ortada bütünlüklü bir program tartışması ne yazık ki hiç olmadı. Şimdi bu tartışmayı yapabilmek için daha uygun bir ortamdayız. Üç nedenle. Birincisi, seçim artık bitti. Tartışmanın artık "isteriz"-"istemeyiz" ayrımı dışına taşıp, derinleşebilmesi mümkün. İkincisi, ortada yeni bir hükümet ve seçim sonuçları ile ılımanlaşma eğiliminde olan bir siyasi iklim var. Üçüncüsü, piyasalarda sezon başlangıçları ile ortalığı kaplayan bir iyimserlik rüzgârı var. Şimdi bunların hepsini bir araya toplayacak bir iktisat politikası tartışması ortamına ihtiyaç var. Ekonomiyi bu kez gündemin birinci maddesine yerleştirecek bir farkındalık kampanyasına ihtiyacımız var. İşte Üreten Türkiye Platformu bunu yapabildiği oranda başarılı olacak. Bu, ilk nokta. Gelelim ikinci noktaya. Türkiye'de iktisat politikası tartışmasına ikinci katkı yine kampanyanın ilk haftalık altbaşlığından geldi. İlk mesaj tüketicilereydi. Ne dendi tüketicilere? "Eve kapanma, pazara çık." Ne diyor bu altbaşlığa bakanlardan bazıları? Diyorlar ki, "Paramız mı var ki alışveriş yapalım." Pek güzel. Bu durumda şöyle düşünmek gerekiyor: Birincisi, Türkiye'nin güçlü iç pazarı bir avantajdır. İkincisi, bu avantaj, krizle mücadele stratejisi içinde mutlaka kullanılmalıdır. Üçüncüsü, her kesimin alım gücü birbirinden farklıdır. Kriz bazı kesimlerin alım gücünü artırırken bazı kesimlerin alım gücünü ise sınırlandırmıştır. Dördüncüsü, alım gücü kaybına uğrayan kesimlerin telafi edilmesi için bir kerelik gelir transferi mutlaka düşünülmelidir. Beşincisi, bunu yaparken kamu maliyesi dengelerini gözetmek için IMF anlaşması mutlaka devrede olmalıdır. Altıncısı, iç pazarın güçlendirilmesi herkese görevler yüklemektedir. Yedincisi, herkesin krizden çıkış stratejisine sağlayabileceği katkı birbirine eşit değildir. Sekizincisi, bu katkı aynen "kiminin parası, kiminin duası" biçiminde işlemektedir. Dokuzuncusu, hükümetin üzerine düşen görev herkesinkinden daha fazla olacaktır ve bu durum son derece doğaldır. Onuncusu, birçok sektörde fiyatlar düşmekte ve kelepir düzeylere ulaşmaktadır. Bu ortam, parası olanlara son derece uygun fırsatlar sunmaktadır. Bu çerçevede, iç pazarın nasıl güçlendirilebileceği ile ilgili her öneri son derece faydalıdır. Kampanyaya katkıdır. Türkiye nihayet çare için karar alabileceği bir ortamdadır. Bu ortam iyi kullanılmalıdır. Bu da ikinci noktadır. "Türkiye'nin yüzü gülsün diye" başlatılan "Kriz varsa çare de var" kampanyasının zamanlaması yalnızca siyasi olarak değil, takvim olarak da son derece uygundur. Artık sezonlar arka arkaya başlamaktadır. Sezon başlangıçları her zaman umut doludur. Şimdi herkesin kendi gücüne göre hedefe yönelik bir katkıda bulunması gerekmektedir. Burada en büyük ödev hükümetimize düşmektedir. Bu da üçüncü noktadır.Saygıyla duyurulur.
Bu yazı 26.05.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024