TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bankalara çok kızıyoruz. Hadi Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Sayın Hisarcıklıoğlu onlara kızıyordu. Son günlerde Sayın Başbakanımız da bankalara kızmaya başladı. Bankaların işi zor. Farkında mısınız, aslında bankalara banka gibi davrandıkları için kızıyoruz. Biz bugünlerde milletçe bankaların banka gibi davranmamasını istiyoruz. Ama onlar banka gibi davranmaya devam ediyorlar. Peki, bankaların davranış biçimini değiştirebilmek mümkün mü? Elbette mümkün. Bunun için "banka gibi" davranmanın manasını değiştirecek kamusal tedbirler almak gerekiyor. Bugün müsaadenizle öncelikle ortadaki yapısal probleme bir değinelim. Sonra da hükümetimizin alacağı tedbirlerle bankaların davranış biçimini nasıl değiştirebileceğine değinelim. Değinelim ki, herkes kendi üzerine düşen işi açık seçik görebilsin. Enerjimiz boşa harcanmasın. Herkes bankalara neden kızıyor? Cevabı aşağıdaki grafikte saklı. Bankalarımız Ekim 2008'den beri portföylerini yeniden düzenliyorlar. Şirketler kesimine aktardıkları banka kredilerini azaltırken devlet iç borçlanma senetleri (DİBS) miktarını artırıyorlar. Böylece kriz ortamında bankalarımız, herkes gibi, daha likit kalmaya çalışıyorlar. Nasıl şirketlerimiz krizde öncelikle mal stoklarını boşaltmaya çalışıyorlarsa bankalarımız da kredi portföylerini azaltmaya çalışıyorlar. Bu, ilk sonuç. Elbette verilere ayrıntılı olarak bakıldığında kredi vermeyi bilen ve portföyü büyük bankaların bunu daha zor yapabildikleri görülebiliyor. Ama sonuç değişmiyor. Bu da ikinci tespit. Bu arada yine verilere bakıldığında son birkaç aydır kamu bankalarının hızla tüketici kredilerini artırmaya çalıştıkları görülüyor. Üçüncü tespit müsaadenizle bu olsun. Buradan çıkarılabilecek sonucu ise bir dördüncü tespit olarak not edelim: Bankalar şirketlere kredi açmıyorlar ama Hazine'ye borç veriyorlar. Hazine ise bu ilgiden memnun, artan miktarda borçlanıyor. Dolayısıyla kamu, bankaların bu davranış biçiminden hiç de mutsuz olmuş gibi durmuyor. Beşinci tespit ortadadır: Bankalar şirketlere kredileri hızla keserlerse daralan ekonomik aktivite banka bilançolarını geri ödenmeyen krediler biçiminde vurur. Banka kendi başlattığı hareketin mağduru olur. Dolayısıyla bankayı banka gibi davranmak konusunda yalnız bırakmamak gerekir. Burada devlete düşen bir ödev vardır. Peki, bankalar neden böyle davranıyor? Küresel kriz şirketler kesimini olumsuz etkiliyor. Bankalar iyi şirketleri kötülerden ayıramadıkları ve de bu durumun ne zaman biteceğini bilemedikleri için çok doğal olarak şirketler kesiminden uzak duruyorlar. Bankaların kendilerine sunulan likidite imkânları artarken ve maliyetler azalırken şirketlere yüksek oranlı kredi faizi önermeleri, fahiş kâr elde etmek istemelerinin değil, bir bütün olarak kredi açmak istememelerinin tezahürüdür. O oranlar bankaların esasen şirketlere kredi açmak istemediklerini gösteriyor. Ekonominin işleyiş biçimi değişirken başka ne beklerdiniz? Bankalar tedbirli bir tüccar gibi davranıyorlar. "Her an her şeyin olabileceği" bir dönemde, likit kalarak, "manevra kabiliyetlerini yükseltmek", gerektiğinde hızla yeni pozisyon alabilmek istiyorlar. Şirketler kesimi yapı değiştirirken şirketlere borç vermemek, banka gibi davranmaktır. Normaldir. Ancak bu davranış biçimi, oyunun kuralları kendi haline bırakıldığında normaldir. Dünya ve Türkiye bugünlerde normal bir dönemin içinden geçmemektedir. Amerikan Merkez Bankası'ndan sonra Avrupa Merkez Bankası'nın da şirketlerin kısa vadeli nakit ihtiyaçlarını finanse ettiği bir dönem normal bir dönem değildir. Bu dönemde bankaların, kendi başlarına, banka gibi davranmayı bırakarak, ülkenin üretim kapasitesini korumaya yönelmesini beklememek gerekir. Yapılması gereken bankaları ülkenin üretim kapasitesini korumaya ve şirketler kesimini desteklemeye ikna edecek bir müşevvik sistemini tasarlamaktır. Bunun yolu bankaların bu dönemde alacakları riskleri bir biçimde paylaşmaktan/sosyalleştirmekten geçmektedir. Bankaları bu riskleri almaya yalnızca kamu ikna edebilir. Hükümetimiz alabileceği tedbirlerle bankaların şirketler kesimini desteklemesini sağlayabilir. Üstelik bunu piyasa mekanizmasını kullanarak yapabilir. Peki, nedir hükümetimizin bankaları şirketlere kredi vermeye ikna etmek için alabileceği, ancak bugüne kadar almadığı tedbirler? Uzun uzun yazmak yerine gelin dört temel önlem biçimini ve bunların manasını alt alta yazalım. Birincisi, aylardır tartışılan kredi garanti fonunu güçlendirmektir. Bu yolla şirketlerin hem mevcut kredileri yeniden yapılandırılarak, vadeler uzatılabilir hem de yeni kredi açılabilir. Burada söz konusu olan kamunun açılan kredilerin bir bölümüne doğrudan kefil olmasıdır. İkincisi, bankaların kendilerini daha güvende hissetmeleri için bankalara gerektiğinde sermaye benzeri kredi vasıtasıyla destek olmak üzere bir sistem tasarlanabilir. Üçüncüsü, Merkez Bankası bankalara likidite sağlama sistemini açtıkları kredilere bakarak işletebilir. Bu ne demektir? En çok krediyi açan banka en kolay ve en ucuz likiditeye ulaşabilmelidir. Bu, şimdi tersine işlemektedir. Dördüncüsü ise hükümetimiz bankaların önüne bir çıkış yolu stratejisi koymalı, onların yolunu aydınlatmalıdır. Bu aslında yeni bir ekonomik programdır. Sonuç açıktır: Bankaların şirketlere daha çok kredi açabilmesi için hükümetimizin tedbir alması gerekmektedir.
Bazı işler bağırmakla hallolmaz.
Bu yazı 12.05.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024