TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye ekonomisi toparlanma yoluna ne zaman girecektir? Piyasada para ne zaman dönmeye başlayacaktır? Toparlanma kendiliğinden başlayabilir mi? Hükümetimizin krizi nihayet resmen kabul edip, tedbir alacağını beyan etmesiyle birlikte üzerinde düşünmeye başlamamız gereken konu budur. Devlet Bakanımız Sayın Mehmet Şimşek'in "Hanehalkı ve bankaların durumu iyi, şirketlerinki de fena sayılmaz" önermesi dikkate alınmalı ve değerlendirilmelidir. Bundan önce, krizle birlikte, şirketlerin durumunun kötü olduğunu vurguladık. (Hatırlayın, "Sizin iki ay sonra rakamlara bakarak göreceğinizi, ben şimdi yaşıyorum" başlıklı yazıyı.) Geçen hafta "Şirketleri kötü durumda olan bir ülkenin bankaları iyi olamaz" dedik. Sonra Referans'taki habere göre, Türkiye Bankalar Birliği Genel Sekreteri Sayın Ekrem Keskin de aynı şeyi söyledi. (Hatırlayın "Hadi yine iyisin, iyisin, dipçik gibisin maşallah" başlıklı yazıyı.) Son yazıyı "Bundan sonra bir de hanehalkına bakalım, bakalım Sayın Mehmet Şimşek hepten mi haksızdır?" diye bitirmiştik. İşte bu yazı o yazıdır ve Devlet Bakanımız Sayın Mehmet Şimşek hepten haksız değildir. "Hanehalkının durumu nasıldır?" diye meraklananları aşağıya bekleriz efendim. Sayın Mehmet Şimşek'in haklı olduğu ilk nokta şudur: 2008 krizi hanehalkı portföylerini ciddi bir servet kaybına uğratmamıştır. Hatta tam tersine düşen faiz oranları ve kurlardaki artış hanehalkı porföyünün değerini artırmış ve özel harcamalarda pozitif servet etkisi için bir potansiyel yaratmıştır. Bu, ne demektir? Küresel krizin Türkiye'ye gelmesi geçen hızlı büyüme döneminde biriktirilen evleri, arabaları, banka hesaplarını, devlet iç borçlanma senedi (DİBS) portföylerini, döviz tevdiat hesaplarında (DTH) biriken tutarları ortadan kaldırmamıştır. 2001 krizi ile kıyaslandığında bu krizin biriktirilen tasarruflar üzerindeki etkisi daha az negatif olmuştur. Bu kötü değil, elbette iyidir. İkincisi, Türkiye'de nominal gelir akımları değişmeden devam eden kesimler, örneğin, devlet memurları ve emekliler, bazı sektörlerde, fiyatlardaki göreli azalma ile birlikte tüketim güçlerinin arttığını hissetmişlerdir. Bu ne demektir? Şirketlerin özellikle hızlı tüketim malları pazarında markalı ürünlerde hızlı fiyat indirimlerine gitmeleri, süpermarketlerden alışveriş eden kesimler için tüketim gücü artışı getirmektedir. Bu da hanehalkının kendini daha iyi hissetmesine destek olmaktadır. Bu, iyidir. Üçüncü pozitif faktör ise hanehalkının toplam kredi borcunun başka ülkelerle kıyaslandığında küçük olmasıdır. Burada hanehalkının toplam borçluluk oranı milli gelirin yüzde 17'si kadarken ABD'de bu oran yüzde 130-140 arasında değişmektedir. Dolayısıyla faiz düşüşleri nedeniyle borcu göreli olarak ağırlaşan bir orta kesim Türkiye'de yoktur. Bu da iyidir. Peki, böyle bakıldığında, Sayın Mehmet Şimşek söylediklerinde hepten haksız olmadığına göre Türkiye ekonomisi içine girdiği serbest düşüş halinden kendiliğinden çıkabilir mi? El cevap: Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu serbest düşüş hali kendiliğinden ortadan kalkmaz. Hanehalkının krizde büyük servet kayıplarına uğramamış olması, hanehalkının hemen harcamaya yöneleceği ve bu harcamaların sürdürülebilir bir canlanma sürecine yol açacağı anlamına gelmez. Neden gelmez? Birincisi, hanehalkının kafası karışıktır. İçinde bulunduğu felaketin ne zaman biteceğini bilmemektedir. İnanmayan son dönemde beklenti anketlerinin nasıl "kafayı yemiş" bir görüntü sergilediğine ayrıntılı olarak bakabilir. Önüne inandırıcı bir çıkış yolu stratejisi koymadığınız takdirde ne kadar süreceğini bilmediği bir kötü dönemin içinde, kötü günler için biriktirdiklerini asla harcamak istemez. Hanehalkının ve şirketler kesiminin ihtiyacı, gidişatın kontrol altında olduğuna dair güvendir. Bunun için de koordinasyon gerekir. Kamunun bugüne kadar yapmadığı tam da budur. Ekonomi yönetiminde "inkâr dönemi"nin sona ermiş olması taze bir başlangıç fırsatıdır. Ama bu, ekonomik canlanma için gerekli şart olup asla yeterli değildir. Bu birinci noktadır. İkincisi, 2008 krizinin 2001 krizinden ilk farkı, 2001'de temel meselenin kamu iç borçlanma piyasasının yeniden inşa edilmesi zorunluluğudur. Hanehalkı tasarruflarının kompozisyonunu değiştirmek o gün için yeterliydi. Şimdi aynı hanehalkının, tasarruflarını, üstelik bu "kara" günlerde, tüketime yöneltmesi istenecektir. Hanehalkı çıkışı görmeden bunu yapmaz, yapması için tatlandırıcı gerekir. Siz tatlı fırsatlar sunarsanız, onlar da harcarlar. Buradaki problem 2001'deki kadar kolay değildir. Üçüncü nokta, 2008 krizinde, 2001'e göre, işsizliğin yaygınlığı ve yoğunluğudur. İşsiz sayısı, krizin etkilerinin tam olarak belirginleşmemesine rağmen, dün açıklanan rakamlara göre 3.6 milyon olmuştur bile. Böyle bir ortamda hanehalkı tasarrufu varsa bile hızla tüketime yönelmez. Ortada bir hanehalkı tasarrufu yoksa vaziyet daha da kötüdür. Ama şöyle genel bir tespit yapılabilir: Hanehalkı portföylerini olumlu yönde etkileyecek servet etkisi, bu kez eskisi gibi hızla devreye girmeyecek, artan işsizlik nedeniyle doğan gelir kaybını dengeleyemeyecektir. Gelir kaybına uğrayanların kayıplarının daha yaygın ve yoğun biçimde hızla telafi edilmeleri faydalıdır. Dördüncüsü hanehalkı portföyünün büyüklüğü ile ilgilidir. Hanehalkı borçluluğu nasıl düşükse, Türkiye'de hanehalkının portföy büyüklüğü de öyle küçüktür. Hanehalkının DİBS, DTH, banka TL mevduatının milli gelir içindeki payı da 2008 sonu için yüzde 30'lar civarındadır. Buradan gelen servet etkisi de aynı biçimde büyük olmayacaktır. Bu tespit, gelir telafisini daha da önemli kılmaktadır. Beşincisi, şirketlerin orta vadede sürekli fiyat düşürerek ayakta kalamayacağını düşünürsek, tüketim üzerindeki gelir etkisi de sınırlı olacaktır. Sorun, hep aynıdır, şirketlerin önüne bir an önce bir çıkış stratejisi koyma sorunudur. Sayın Şimşek hepten haksız değildir ama ortadaki tablo onun çizdiği kadar parlak da değildir. Üç sonuçla bitirelim. Birincisi, ekonomide toparlanma kendiliğinden olmayacaktır. İkincisi, iç talebi desteklemek için, gelir kaybına uğrayanların daha yaygın bir biçimde telafi edilmeleri gerekmektedir. Üçüncüsü, serveti tüketime yönlendirmek için müşevvik gerekir.
Kadim meselemiz, "bu dönemin hikâyesi" problemi ise hâlâ ortadadır.
Bu yazı 16.04.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024