TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Dünya alıştığımız gibi bir dünya olmaktan bir günde çıkmayacak ama etki, yalnızca ekonomide değil mesela dış politika ve güvenlik politikaları açısından da şimdiden yanı başımızda.
Bugünlerde bana “tek bir kelimeyle Türkiye’yi tanımla” deseler “endişe” derdim. “Peki, iki kelimeyle” deseler, “Gelecek endişesi” diye eklerdim. Türkler bu ara doğrusu son derece endişeliler. Kendilerinin, çocuklarının, yörelerinin, ilçelerinin, illerinin geleceğinden endişeliler. Ama doğrusu ya, bu endişenin hala siyasette bir karşılığı yok.
Her yörenin derdi farklı, ama endişe baki. Bu aralar, neredeyse her hafta, bir yöreden dert dinliyorum. Herkes bir çıkış yolu arıyor. Türkiye’nin önünü görmeye ihtiyacı var. Ama siyasetin gündemi milletin endişesi değil, kişisel ikbal. Nasıl bir daha aday olurum? Yeniden seçilebilmeme nasıl bir seçim sistemi değişikliği yardımcı olur? Temel sorular bunlar.
Ortada bir nevi iletişim kopukluğu var. Dertler farklı. Hedefler birbirleriyle uyumlu değil. Kömür bölgelerinden gelenler, kömürden sonra hayat nasıl olur derdinde. Gençler hayatlarımızın organizasyon biçimi alt üst olurken sağlam bir gelir akımına nasıl sahip olabileceklerinin derdinde. Turizm bölgeleri, iklim değişikliği ile artan orman yangınlarının olumsuz etkilerinin nasıl yönetileceği endişesinde. İklim değişikliği ile şekillenen yeni dünyaya intibak endişesi bu aslında.
Bugün gelin iklim değişikliği hayatlarımızı nasıl etkiliyor diye bir bakalım. İklim değişikliği deyince size sanki daha vakit var gibi geliyor olabilir ama yok. İklim değişikliğinin olası etkileri şimdiden alınan kararları etkiliyor. Bir an önce konuya odaklamakta ve bir strateji düşünmeye başlamakta fayda var. Üstelik meselenin yalnızca teknik değil, iletişim boyutunu da unutmamak gerekiyor. Toplumun kaygılarını doğru kanallarla duyurmak, ortak bir gelecek dili kurmak ve karar alıcıları bu yönde harekete geçirmek için güçlü bir iklim değişikliği iletişimi de şart.
Dünya bir günde alıştığımız dünya olmaktan çıkmayacak
“İklim değişikliği bugünden hayatlarımızı nasıl etkiliyor?” sorusu ile başlayayım. Doğrusu ben iki temel kanal görüyorum. Doğrudan etki, iklim değişikliği ile yörelerin, ilçelerin, şehirlerin ve ülkelerin iş modellerini kaybetmesi ile ortaya çıkacak. İş modelinin tehlikede olduğunu gören, şimdiden gelecek için adımlar atmaya başlıyor. Kömürden sonra hayatı düşünmeye başlıyorlar.
Dolaylı etki ise iş modelini kaybeden yerlerde yaşayan insanların iklim değişikliğine verdiği tepkilerden kaynaklanacak. Kimi göç etmeye başlayacak mesela. Ama bizim buraya gelmesin derseniz bugünden bir strateji lazım.
Ne oluyor? Tamam, dünya bir günde alıştığımız dünya olmaktan çıkmayacak. Ancak iklim değişikliğinin iktisadi etkileri bugünden belirginleşiyor. Öyle uzun zaman gerekmeyecek. Banka bilançolarına etki hemen ortada. İklim değişikliğinin doğrudan ya da dolaylı etkileri şimdiden yatırım kararlarını etkiliyor aslında.
Geleceği arafta bir kömür bölgesinde, kömürle ilgili bir işe para yatırılır mı? Artan sıcaklıklar nedeniyle yoğunlaşan orman yangınlarının ortasındaki turizm tesislerine ek yatırım yapılır mı? Soruları çoğaltmak mümkün. Türkiye’nin önünü görmeye ihtiyacı var dediğim işte bu aslında. Dolayısıyla ekonomik programın önemli bir parçası dekarbonizasyon sürecinin nasıl yönetileceği.
Önce doğrudan etkiden başlayayım. Dünya alıştığımız gibi bir dünya olmaktan bir günde çıkmayacak ama etki yalnızca ekonomide değil mesela dış politika ve güvenlik politikaları açısından da şimdiden yanı başımızda. Görüyoruz etkileri.
Alın mesela Rusya’yı. Rusya, hidrokarbona dayalı bir ekonomi. Ruslar, Medvedev döneminde sanayide yeni teknolojilere dayalı bir sıçrama yapıp yapamayacaklarını denediler. Başarısız oldular. Şimdi iklim değişikliği gündemi ve dekarbonizasyon süreci ile otuz yıl sonranın en büyük kaybedeni olacaklarını biliyorlar.
Zaten sonu görebildikleri için bugün ellerinde imkan varken yerlerini sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. Ukrayna’ya saldırmalarını bu çerçevede değerlendirmek lazım. Orada da kalmalarını beklememek lazım. Bundan otuz yıl sonra küçük bir ekonomileri olacak, imkanları daralacak, hayatlarını idame ettirecek gelir akımları olmayacak ve bunu bugünden biliyorlar. Tehlikenin farkında mısınız?
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi sonrası özellikle savunma sanayiinde Rusya’ya konan ambargolar, Kuzey Kore ve İran’ı Rusya’nın savunma sanayii tedarikçisi yaptı. Tedarik zincirini kuran, nasıl tedarikçisine yeni teknolojiler aktarır ve bir şeyler öğretirse Rusya da Kuzey Kore ve İran’a öğretti. İşte İran’ın öğrendiklerinin bizim buralarda dengeleri nasıl kalıcı bir biçimde değiştirdiğini yaşayarak öğrendik İsrail’in son dönemdeki saldırılarından. Hep nereden çıktı bunlar? İklim değişikliğinden. İklim değişikliği nedeniyle iş modelini kaybedecek ülkeler olmasından.
Şimdilerde Vaşington’da bölgemiz için yeni bir güvenlik mimarisi şekilleniyor. İran’ın Rusya’nın tedarikçisi olarak edindiği beceriler, Kıbrıs’ın bu yeni mimarideki rolünü pekiştirmiş görünüyor. O nedenle, şimdilerde Vaşington’da Kuzey Kıbrıs ile ilgili rapor talepleri filan görüyoruz. Hep neden? İklim değişikliğinin doğrudan etkilerinden.
İklim değişikliği ülkeleri bilardo topları gibi etrafa saçıyor. Bu yalnızca Rusya. Ama aslında her ülke geleceğe yönelik hazırlıklar içinde. Türkiye? Türkiye de hareketsiz değil.
Tabii hadisenin bir de dolaylı etkileri var. İklim değişikliği etkisine farklı yörelerdeki insanların vereceği tepkilerden kaynaklanacak etkiler bunlar. Örneğin 2080’lere doğru dünyada yıllık ortalama sıcaklığın 29 derece olacağı bölgelerin sayısı önemli ölçüde artacak. Ne demek? Bazı yerler bazı dönemlerde 50 derecenin üzerinde sıcak olacak mesela. 2030, 2050 hep bu sıcaklık artışlarını izleyeceğiz.
Bu durumda ne olacak? İklim değişikliğine dayalı insan hareketliliği artacak. Sıcaklığın çok yükseldiği bölgelerden insanlar sıcaklığın daha alıştığımız düzeyde olduğu yerlere doğru hareketlenecekler. İklim göçleri ortaya çıkacak.
Türkiye bugüne kadar, Avrupa için bir nevi tampon bölge işlevi gördü göç konusunda. Türkiye bir sanayi ülkesi olduğu için, istihdam yaratma kapasitesi yüksek olduğu için bu işlevi yerine getirebildi.
Ama iklim göçleri ile harekete geçenlerin sayısı yüz milyonları bulacak. İsterseniz bir bakın. Hindistan, Pakistan, Bangladeş yıllık ortalama sıcaklığın 29 derece olacağı ülkeler arasında 2080’lerde. İklim göçü, Türkiye ve Avrupa’ya doğru oralardan başlayacak.
Nedir? İklim değişikliği ile birlikte dünyanın iklim göçlerini yönetmek üzere yeni tampon bölgelere ihtiyacı olacak. Orta Asya ve Sahra altı Afrika’nın kalkınması hiç bu kadar önemli olmamıştı doğrusu. O yörelerde istihdam artışı sağlayacak projelerin önemi hiç bu kadar elzem değildi. Türk sanayiinin değer/tedarik zincirlerini bu bölgelere doğru uzatması için bir strateji tasarımı gereği hiç bu kadar acilleşmemişti. Şimdi öyle.
Tamam hadise bir tek Türkiye ile alakalı değil. Büyük bir geçiş sürecinin içindeyiz. Fırsatlar barındıran bir geçiş süreci bu aslında. Ben kömür bölgelerinden gelip kömürden sonra hayatı tarif etmek isteyenlere, bir an önce proje hazırlamaya başlamayı öneriyorum. Hazırlıklı olanın hızla mesafe alabileceği bir geçiş dönemi bu, unutmayın.
“Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı” demişti Gramsci, Hapishane Defterleri’nde. 1930’larda... İşte size bugünkü endişenin kaynağı. Giderek daha da yoğunlaşacak üstelik alametler belirdikçe.
İklim değişikliği süreci tetiklemiş olabilir ama esas olan bir halden diğerine geçiş sürecinin dinamikleri. Bu çerçevede, Türkiye’nin Paris Anlaşması çerçevesinde üçüncüsünü hazırlamakta olduğu Ulusal Katkı Beyanı (NDC 3.0) ekonomik programımızın odak noktası olacak.
Yarının dünyasında iddia sahibi olmaya aday olanın NDC tasarımında koyduğu hedeflerde de iddialı olması gerekiyor. Paris İklim Anlaşması 2015’te imzalandı. Türkiye’nin konu ile ilgili ilk resmi adımı ise 2021’de Cumhurbaşkanımızın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK) açılışında yaptığı konuşma ile başladı.
2053 net sıfır hedefi 2021 BMGK toplantısından çıktı. İddiasız NDC’lerle ve arada enflasyonu da patlatarak geldik İklim Kanunu’na.
Şimdi 2025 BMGK toplantısının arifesindeyiz. İddialı bir ulusal katkı beyanı etrafına örülecek bir ekonomi programının tam zamanı. 2026 ortasında toplanacak COP31’i tüm liderlerle Türkiye’ye taşıyabilecek iddialı bir ulusal katkı beyanı aslında iyi olur.
Eski ekonomiden yeni ekonomiye geçiyoruz. Yeni teknoloji şirketleri ve hayatın tüm unsurları ile elektrifikasyonu bu kez meselemiz.
Türkiye’nin önünü görmeye, coşkuya, bir iş başarmanın heyecanına ihtiyacı var benim gördüğüm. Yoksa her yer endişe.
Şimdi gelecek için stratejik hazırlık dönemi bana sorarsanız.
Bu köşe yazısı 08.09.2025 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.