TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Sermaye piyasalarında Bernard Madoff şoku 11 Aralık 2008'de yaşandı. Amerikan Sermaye Piyasası Kurulu'nun (SEC) web sitesindeki açıklamaya göre Bernard L. Madoff Securities Investment şirketini kuran ve 48 yıldır yönetim kurulu başkanlığını yapan Madoff tutuklandı. Soruşturmanın nedeni Madoff'un, şirkette üst düzey yönetici olan oğullarına yaptığı açıklamalardı. Başarılı işadamımız işte bu yakın çalışma arkadaşlarına "Yaptığımız iş üçkâğıtçılıktan başka bir şey değil, buna yalnızca Ponzi finansmanı denebilir" demişti. Onlar da yememiş içmemiş babalarını ve/veya patronlarını SEC'ye şikâyet etmişlerdi. SEC, şirketi hemen kayyuma devretti ve incelemeye başladı. Şimdi "SEC vs Madoff" davası biçimleniyor. Haberlere göre, aralarında anlı şanlı finansal kurumların da olduğu, bir sürü Madoff müşterisi vardı. Yok olan kaynağın tutarı yaklaşık 50 milyar dolardı. SEC başkanının 17 Aralık'taki açıklamasına göre kamuyu aydınlatma kuralları ihlal edilmiş, yatırımcılar aldatılmıştı. Şirkette birden çok defter tutuluyordu. Ortada ne olduğu tam olarak belli olmayan bir problem vardı. Böyle bir durumda ne yaparsınız? Öncelikle kamu otoritelerini suçlarsınız. Nitekim öyle oldu. Ama suçlamayı yapanların kimliğine bakınca, insanın "Yahu, bunlar utanmadan ekranlarda nasıl konuşuyorlar?" diye kanı beynine sıçrıyordu. Önce isterseniz Madoff'un şirketini tanıyalım. Sonra kanımızın neden beynimize sıçradığına değinerek meseleyi küresel finansal krize bağlayalım. Bildiğimiz Kastelli finansmanı olan Ponzi şemasına ise Allah'tan bir mani çıkmazsa haftaya geliriz. Bernard L. Madoff Securities Investment, bir borsa komisyonculuğu şirketi olarak, 1960'ta faaliyetine başladı. Sonra, yatırım danışmanlığı faaliyetlerine de girdi. Böylece hem akıl verip hem de müşteri adına işlem yapması mümkün hale geldi. Şirketin büyümesi, üçüncül piyasayı (third market) geliştirmesi ile oldu. Üçüncül piyasa işlemleri son derece tartışmalı bir meseleye, "müşteri emirlerini toplamak için komisyon ödeme"ye (payment for order flow) dayanıyordu. 1990'larda bu sistem gelişirken SEC, sürekli olarak para ödeyerek emir toplama konusunda uyarılar yayımladı. Madoff, o dönemde, son derece tartışmalı bir girişimci konumundaydı. Ama bu durum, Madoff'un bugünlere gelmesine engel olamadı. Nedir üçüncül piyasa? Hisse senetlerinin şirket tarafından ilk kez yatırımcıya satıldığı piyasaya birincil piyasa deniyor. Aynı senedin yatırımcılar arasında el değiştirdiği piyasaya ikincil piyasa adı veriliyor. Üçüncül piyasa ise hisse senedinin, borsanın dışında, bir aracı kurumun ofisinde el değiştirmesine verilen ad. Kısaca, ikincil piyasa bir borsa komisyoncusunun ofisine taşınınca üçüncül piyasa oluyor. Peki, nasıl oluyor da koca New York Borsası dururken bazı emirler bu derin piyasa yerine, Madoff'un "daracık" ofisine gidebiliyor. Elbette Madoff, ofisine emirleri aktaran komisyoncuya bir komisyon ödediği için. Hayal edin: Elinizdeki senedi en iyi fiyattan satmak için bir aracıya gidiyorsunuz. Bunun için bir komisyon ödüyorsunuz. Beklediğiniz, emrinizin en derin piyasaya aktarılması. Ama aracınız, bir başka aracıdan, aktardığı emir başına komisyon alarak emrinizi Madoff'un ofisine aktarıyor. SEC buna yıllar önce el attı ve yatırımcıların kandırılmaktan kurtarılması gerektiğine hüküm verdi. Bunun üzerine, emir akımı için para ödeyen ve alan komisyonculara bir kamuyu aydınlatma standardı getirdi. Nedeni açık değil mi? Bir başka komisyoncudan komisyon alan bir komisyoncu emri en iyi fiyatın bulunabileceği yere götürme konusuna gereken ehemmiyeti vermeyebilir. Olur mu olur. SEC çıkardığı tüm gürültüye rağmen, sonunda sessiz kalınca, Madoff işlerini büyüttü. Nasıl New York Borsası bir işlem sistemine sahipse, o da kendisi için bir sistem kurdu. Ofisinde hisse senetlerini alıp satmaya, fiyat belirlemeye başladı. Hisse senedinin saklanması, teslimi ve diğer arka oda işlemlerini de kendisi yapmaya başladı. Bugünleri getiren ilk belirleyici adım galiba o zamanlarda atıldı. Müşteriniz size güvenip, hesaplarını size emanet ettiğinde sorumluluğunuz büyüktür. Kolektif piyasalarda fiyatlanmayan finansal kontratları alıp satmaya da başlarsanız, sorumluluğunuz daha da büyür. Neler olduğunu SEC soruşturması sonunda öğreneceğiz ama işin nereden başlayıp, nerelere doğru uzanabileceğini tahayyül edebilmek sanki mümkün. Bir süre önce, finansal kontratların değerlenmesinin üçe ayrıldığını söylemiştik: Birincisi, değeri kolektif piyasalarda, örneğin borsalarda, tespit edilen ve herkesçe bilinen finansal varlıklar vardı. İkincisi, değeri arada bir kolektif piyasalarda belirlenen varlıklardı. Üçüncüsü ise değeri kolektif piyasalar yerine kapalı kapılar ardında belirlenen finansal varlıklardı. İşte, bu son krizde, güven bunalımını yaratan temel faktör bu "üçüncü türden finansal varlıklar"ın sistemde artan ağırlığıydı. Değeri finansal kurumun kendinden menkul varlıkların bilançolarda artan ağırlığı, herkesin bilançosunu kuşkulu hale getirdi. Şimdi benzer bir durumu, Madoff olayı için bir düşünün. Varlığın değeri size bağlı, müşteriniz adına neyi sakladığınızı bir tek siz biliyorsunuz. Bu, ya ciğeri kediye emanet etmektir ya da kaymaklı ekmek kadayıfı yemek. Başka ne denebilir? Peki, bu işin ardından ekranlara çıkıp konuşanlar neden insanın yüreğini sızlatmaktadır? Televizyon ekranlarında SEC'den yakınanlar arasında yürek sızlatanlar, yalnızca ve yalnızca, devasa finansal kuruluşların yöneticileridir. Çünkü onlar, malumat sahibidir ve SEC'yi suçlama hakları yoktur. Bu işte, malumat sahibi olmayan Ayşe teyze para kaybetse, suçlusu SEC'dir, hatta tüm kamu düzenleyici kuruluşlarıdır. Düzenleyici kuruluşların ödevi "yatırımcının aptal yerine konulmasını engellemek"tir, ancak hiçbir zaman "yatırımcının aptallık etmesini engellemek" değildir. Olmamalıdır da. Santander, HSBC gibi bankaların Madoff vasıtasıyla şimdilik 36 milyar doları bulan kayıpları için ne denebilir? "Aptallık etmeseydiniz" denebilir yalnızca. Bu birinci tespittir. Ancak olayın yaygınlığı son dönemde sistemin selameti açısından malumat sahibi yatırımcı için dahi, daha ayrıntılı bir kamuyu aydınlatma düzenlemesinin zorunlu olduğunu göstermektedir. Bu çerçevede, finansal sistemde, yapılan işlemlerle ilgili olarak daha ayrıntılı malumat sağlanması için yeni bir düzenleme çerçevesine ihtiyaç vardır. Düzenleme yapılırken kamuyu aydınlatma sisteminin kapsamı, yatırımcının malumat sahibi olup olmamasına dayalı olarak daraltılıp, genişletilmemelidir. Olayların bize gösterdiği, malumat setinin geniş tutulması zorunluluğudur. Bu da olsun ikinci tespit. Üçüncü tespit ise şudur: Devasa finansal kurumların yöneticileri, umalım ki, ne yaptıklarını bilmeden, başkasının parası ile kumar oynamışlardır. Bu işten en çok ceza alması gerekenler onlardır. Eşkıyaya yataklık eden de eşkıya kadar suçlu kabul edilmelidir. Dördüncü tespit zaten çıkmadı mı? Ne derdi Dr. Hikmet Kıvılcımlı, o kendine özgü diliyle tamamen farklı bir çerçevede, emperyalizmi anlatırken? "Eşkıya, yatağı olmadan, eşkıyalık edemez" derdi. Aynen öyle. İşbirlikçiler de en ağır cezaya çarptırılmalıdır.
Bu yazı 27.12.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024