TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye hâlâ IMF ile ne yapacağına karar vermiş gibi görünmüyor. Her kafadan IMF ile anlaşma konusunda bir laf çıkıyor. Söze, genellikle "Türkiye'nin şimdilik IMF'nin parasına ihtiyacı yok ama..." diye başlanıyor sonra neden bir anlaşmanın iyi olduğu gayet incelikli bir biçimde vurgulanıyor. Söze şöyle bir "Türkiye ekonomisi aslında gayet sağlam durumda" diye başlanıyor sonra bir "..ama.." eklenip yola devam ediliyor. Argüman böyle başlayıp devam edince, hükümetin IMF ile neden bir anlaşma yapması gerektiği bir türlü tam olarak anlaşılamıyor. Bu arada Sayın Başbakanımız, bir yandan, "IMF'ye ümüğümüzü sıktırmayız" diyor ve özellikle vurguluyor, "bize, klasik anlaşma önermeyin" diyor, öte yandan ise "Biz IMF düşmanı değiliz" diye özenle altını çiziyor. Gelin bugün isterseniz şu IMF ile anlaşma yapma meselesine bir takılalım. Ortadaki karışıklığı bir giderelim. Önce bu ortamda IMF ile anlaşma yapmanın neden önemli olduğunu bir vurgulayalım. Sonra da IMF ile anlaşma yapmanın manasına ama bugünlerde süratle değişmekte olan manasına bir bakalım. Bakalım ki, IMF'nin bu kez "ümük sıkmak" niyetinde olmadığını da bir görelim. Başlangıcı müsaadenizle bu günlerde önemi daha da belirgin hale gelen üstadımız Keynes ile yapalım. Üstat, bize ta 1936'da, bu finansal piyasaların ne menem bir mekanizma olduğunu öğretmişti. Kendisi servetini de hisse senedi piyasası sayesinde yapmamış mıydı zaten? Keynes bize yıllar önce hisse senedi piyasalarında yatırım yapmanın bir gazetenin düzenlediği güzellik müsabakasında oy kullanmaya benzediğini söylemişti. Örnek şöyleydi: Ortada altı tane aday vardı. Resimleri boy boy gazetede yayımlanıyordu. Siz, elinize kalemi kâğıdı alıp oy veriyordunuz. Soru: "Kim en güzel"di. Üstada göre böyle bir yarışmada kazanmanın yolu, "size göre" en güzel olanı belirleyip oy kullanmak değildi. Kazanmanın yolu, "Kâğıda kaleme sarılıp, oy kullananlar acaba kime en çok oy verirler" sorusunu doğru cevaplamaya çalışmaktı. İsterseniz yarışmaya bir jüri koyalım, soruyu şöyle değiştirelim: "Sizce şu jürinin oylayacağı yarışmada en güzel kim seçilir?" Dikkat ederseniz, kaleme kâğıda sarılıp, "bu güzellik müsabakasında kim en güzel seçilecek" müsabakasını kazanmak isteyen bir yarışmacı için kimin en güzel olduğunu değil, bu jürinin kimi en güzel bulabileceğini belirlemek önemlidir. Şimdi bu örnek üzerinden gidersek iki sonuç çıkarabiliriz: Birincisi, bu güzellik müsabakasında birinci seçilmek için en güzel olmak birinci şart değildir. Demek ki neymiş, hisse senedinde ardında yatan yatırım projesinin ne kadar iyi olduğu, ülkenizin kâğıt üzerinde ve de gerçekte ne kadar parlak bir geleceğe sahip olduğu finansal piyasalar için önemli değilmiş. İkincisi, önemli olan sizin kimin ne kadar güzel olduğu hakkında ne düşündüğünüz değil, jürinin ne düşündüğüymüş. Üstadımızın bize finansal piyasaların işleyişi ile ilgili olarak öğrettiği budur. Şimdi Türkiye örneği üzerinden bakarsak, jüri üyeleri, IMF ile anlaşma yapmış ülkelerin diğerlerine göre daha iyi olduğu kanısına, isterseniz de saplantısına, sahip iken, "Hayır, biz fevkalade iyiyiz" demenin bir anlamı var mıdır? Yoktur. Hayat acımasızdır. Müsabakada oy verecek olanlar o jüri üyeleridir. Onların kanaati ise ortadadır. Bu oyunun adı bir an önce "kanaat etkileme"dir. İşin şakası yoktur. Müsabaka bittiğinde sonuca bakıp, pişman olunca, işi düzeltebilme şansı yoktur. Herhalde "Türkiye'nin durumu gayet iyidir ama bir IMF anlaşması gerekir" lafının manası budur. "Ne olur ne olmaz, bir sigorta poliçesi olarak anlaşalım" demek de herhalde yukarıdaki örnekle yakından alakalıdır. Ama bakınız bu kez IMF ile anlaşma gereği yalnızca yukarıdaki "jüriyi etkileme" en azından "etkisiz hale getirme" planından daha ileri bir anlam ifade etmektedir. Gelin onu da açıklıkla ifade edelim: Türkiye'nin ve de Türkiye benzeri ülkelerin üretim kapasitelerini koruyup kollamak ve de kazasız belasız bir sonraki döneme aktarmak için döviz depolarına ihtiyacı vardır. Türkiye'nin IMF'nin aktaracağı kaynağa ihtiyacı vardır. Hatta Türkiye'nin bunun ötesinde de dışarıdan fon toplamaya ihtiyacı vardır. Yurtdışında çalışanların açtırdığı yabancı para cinsinden hesaplar son zamanlarda hiç bugünkü kadar önemli olmamıştır. Bugün Merkez Bankası nezdindeki yabancı para cinsinden mevduat hesaplarını azaltma değil, artırma günüdür. "Körfez"den bir yerlerden adı her neyse kaynak bulup depolama zamanıdır. Bugünler döviz rezerviniz kadar konuşacağınız bir dönemdir. Bu toparlama işlemi için işe IMF'den başlamak son derece faydalıdır. Evet evet, "Türkiye'nin IMF'nin vereceği paraya ihtiyacı vardır." Gün ne yapalım ki böyle bir gündür. Zaman nasıl değiştiyse, IMF de değişmektedir. IMF'nin evvelki gün ABD Merkez Bankası ile birlikte açıkladığı, acil kısa vadeli fonlama imkânına ilişkin mekanizma ve bu arada Macaristan, İzlanda ve diğerleri ile yaptığı anlaşmalar değişeni göstermektedir. Birincisi, IMF anlaşmaları eskisi kadar çok fazla koşullu değildir. Öyle "Tamam amuda kalktınız mı, güzel, lütfen şimdi de sağ elinizle şu topu havaya atıp tutmaya bakın bakalım" dememektedirler. Ortada temel bir bozukluk olmaması yeterli şart olacak gibi görünmektedir. İkincisi, IMF ile anlaşma yapmak artık öyle "araf"ta affedilmeyi beklemek gibi değildir. IMF süratli davranmakta ve daha gelirken işi bitirme niyetini taşımaktadır. Dolayısıyla başlayan süreç çabuk tamamlanmaktadır. Üçüncüsü, IMF sanki artık eskisi kadar "ortodoks" da değildir. Kitapta yazanların altından çok suların aktığı bir dönemden sonra, IMF'nin bekçilik etmek üzere kurulduğu sistem hak ile yeksan olunca, IMF'nin daha fazla yeniliklere açık olmasını beklemek gerekmektedir. ABD Merkez Bankası'nın şirketlere doğrudan kredi açtığı bir çağda, IMF'nin eskisi gibi, onun bunun "ümüğünü sıkma"sını beklememek gerekir. Bize kalırsa vaziyet tam da böyledir. Peki, IMF eskisi gibi öyle hemen "ümük sıkacak" bir vaziyette değilse, bu hâlâ uzayan ihtiyatsızlık dönemi nedir? Öyle ya, IMF ile hâlâ bir anlaşma yapmamış olmamızın tek manası ihtiyatsızlıktır. Türkiye ekonomisini dışsal şoklara daha fazla açık bırakmaktır. Peki bu uzatmalı ihtiyatsızlık dönemi bitecek midir? Evet. IMF ile bir anlaşma imzalanacak mıdır? Evet. IMF ile imzalanacak anlaşma bir disiplin getirecek midir? İnşallah. Ortadaki hava IMF anlaşmasına dünden daha yakında olduğumuzu göstermektedir. IMF anlaşması tek başına yeterli olmayacaktır.
Bu yazı 01.11.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024