TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Amerika'da bir bankacılık krizi var. Bir süre önce de bizde vardı. Hatırlayın çok zaman önce değil. Bundan yaklaşık yedi yıl önce. Amerika'da ilgili otoriteler her gün bir çözüm yolu bulmaya çalışıyorlar. Geçen hafta sonu işler yine hızlanmıştı. Amerikan Hazinesi "sorunlu varlıklar"ı satın alacak bir fonların fonunu kurmak üzere karar verdi. Doğrusu ya, fikir iyiydi. Amerikan hazinesi "iyi banka", "kötü banka" ayrımını kesinlikle sona erdirecek bir adım atacaktı. Bu amaçla, kamu parasıyla oluşturulacak bu fonların fonu bankalar hakkında kuşku uyandıran "sorunlu" varlıkları kendi bilançosuna aktaracak, karşılığında kamu menkul kıymetleri verecekti. Kamu kaynaklarının kullanılması, siyasetin devreye girerek, kaynak dağılımına ilişkin "siyasi" bir karar vermesini gerektiriyordu. İş bu nedenle Kongre'ye gitti. Türk demokrasisinin işleyişine alışık olan bu satırların yazarı, evvelki hafta sonunda başlayan Kongre serüveninin geçen hafta başı biteceğini zannediyordu. Ama gelin görün ki, bitmedi. Bunun üzerine, orada ve burada bankacılık krizlerinin farkı üzerine bir yazı yazmak mecburi hale geldi. Fark, bankacılık krizinde değil, iki ülkenin demokrasi deneyimleri arasındaki farktır. Merak edenleri bekleriz, efendim. Bu satırların yazarının yanılmasına neden olan ilk etki, şuradan çıktı: Kongre'ye acil müdahale talebini Amerikan ekonomisinin yeni süperstarı iletti. Yetmedi. Amerikan Merkez Bankası Başkanı Bernanke devreye girip "Bu acil tedbir paketinde geç kalırsak, bu ekonomi fena duraklar" dedi. Yetmedi. Dün Amerikan Başkanı "Bu paket bir an önce çıkmazsa, Amerikan ekonomisi tehlikede" demek zorunda kaldı. Ne oldu? Kongre hâlâ meseleyi tartışmaya devam etti. Bakın bu Amerikan demokrasisi ile Türk demokrasisi nasıl farklı? Burada bir süper star bakan çıkıp, "bu tedbirler memleket için gereklidir" derse, kim mani olabilir ki? Kim işin içeriği ile ilgili bir tartışmaya girmeyi göze alabilir ki? Ortaya çıkıp tartışanı kim ciddiye alır ki? Ama bakın orada dinliyorlar da dinliyorlar. Hem de kimler? Dönemin süper starları. Büyük bir demokratik sabırla dinliyorlar söylenenleri yüzlerini bile buruşturmadan. Bu bugünün ilk tespiti olsun müsaadenizle. Gelelim ikinci tespite.. Aslında öyle olmaz mı? Her dönem, kendi yıldızını ortaya çıkarır. Yıldız genellikle istikrarın sembolü haline gelir. Dün dünyanın her yerinde herkes Amerikan Merkez Bankası (FED) Başkanı Alan Greenspan'i bilir ve görevinin başında olduğunu bilmekten huzur duyardı. Amerikan hazine bakanları ise istikrar açısından son derece önemli roller de üstlenseler bile -ki Clinton döneminin Hazine Bakanı Rubin böyle biriydi- doğrusu ya pek bilinmezlerdi. En azından FED Başkanı gibi bir süper star halleri, havaları olmazdı. Ama gelin görün ki, bankacılık krizi ile birlikte dünya değişti. İstikrar sembolü olma rolünün merkez bankasından Hazine'ye geçtiği bir dönemdeyiz. Bugün istikrarın sembolü Hank Paulson. O bir bankacı. Bugünlerde banka haline gelmekte olan Goldman Sachs'ın eski yöneticisi. Peki, bu neyin göstergesi? İstikrar sembolü olma görevi merkez bankasından hazineye nasıl kaydı? Bunun için ülkenizde bir bankacılık krizi olması ve de bu krizi çözmek için kamu kaynaklarını kullanmaya karar vermeniz gerekiyor. Hatırlayın lütfen, 2001 bankacılık krizini çözen Kemal Derviş de bir Hazine bakanıydı. Demek ki neymiş? Hazine bakanlarının süper star olması için kamu kaynakları ile çözülmesi gereken bir bankacılık krizi gerekirmiş. Bu da bugünün ikinci tespitidir. Bir ara nağmeye izin verilirse, altını çizelim: Kemal Derviş, bu memlekette siyasetçileri ikna etmek için çok uğraştı. Ancak bu ikna süreci hiçbir zaman Amerika'daki gibi saydam bir biçimde cereyan etmedi memleketimizde. Burada pazarlıklar esasen kapalı kapılar arkasında gerçekleşti. Halbuki orada pazarlık, Kongre'nin bir odasından naklen yayımlanıyor. Dönemin süper starı Paulson alı al, moru mor anlatıyor da anlatıyor. Aslında ne yapıyorlar? Pazarlık ediyorlar. Yani, ne oluyor? Kamu kaynağının kime ne kadar aktarılacağı kapalı kapılar ardında değil, naklen yayında tartışılıyor. Bu da bu yazının Amerikan demokrasisi ile ilgili ilk tespiti olsun izninizle. ABD'nin moral otoritesi global ölçekte sarsılmış olabilir ama bu durum değişebilir. Çünkü Amerikan demokrasisi işlemeye devam eder. Ayrıca Michael Moore da Amerikalıdır. Bush, Moore'ı boykot etmeyi düşünmese de Moore Amerikalıdır. Peki, herkes tartışıp duruyor da ne oluyor? Paulson'ın "kamu kaynaklarıyla bu krize müdahale etmek gerekir" fikrine karşı, sıkı bir muhalefet mi var? Hayır. Tartışma işin esasına ilişkin değildir. Tartışılan, dün bu riski yönetilebilir bulanların bugün ne kadar ceza ödeyeceğidir. Tartışılan, dün fazla risk alıp, bugün hepimizin hayatını belaya sokanların bir bedel ödeyip ödemeyeceğidir. Ne istiyor Demokratlar? "Banka yöneticilerinin astronomik ücretlerine bir sınır getirelim, bunları öyle eskisi gibi ödemeyelim" diyorlar. Sonra "kamu, aktardığı kaynak kadar destek verdiği bankalara ortak olsun, hisse senetlerini alsın, böylece dün risk alan hisse senedi sahipleri, kesilen cezayı faizi ile geri ödemezlerse hisse senetlerini başkaları ile paylaşsınlar" diyorlar. Ne diyor, Paulson buna karşı: "Vallahi olabilir" diyor. Bu da günün dördüncü tespiti olsun. Şöyle bitirelim: Tatile gitmesine bir, seçime gitmesine altı hafta kalan Kongre bu düzenlemeyi yapar ve de kamu yöneticilerine 700 milyar doları harcama yetkisi verir mi? Evet, verir. Peki, ne zaman verir? Olsa olsa bir hafta içinde verir, sonrasında seçime gidecekler zaten. Seçime giden Kongre'nin bugün krizi tartışması krize verilen önemin doğrudan göstergesidir. Kalanı? Kalanı Amerikan demokrasisi ile Türk demokrasisi arasındaki farktır. Orada kuvvetler ayrılığı vardır. Burada hükümet ne derse, Meclis onu söyler. Parti başkanı ne derse, o partinin meclis grubu onu doğru kabul eder. Türkiye, siyasi partiler kanununu, seçim kanununu, siyasetin finansmanı ile ilgili düzenlemeleri değiştirmeden millet istikrarın bekçisi haline gelemeyecektir. Millet ile vekili arasındaki bağ kuvvetlendirilmedikçe, yolsuzlukları önlemek zor olacaktır. Liderlerin milletvekillerini seçtiği bir sistemde demokratik kontrol mekanizmaları çalışmaz. Nereden nereye? Ekonomiden anayasa değişikliğine. Bu hafta Amerika'da olanların bize düşündürdüğü budur.
Bu yazı 26.09.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024