TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Dani Rodrik ve Avrind Subramanian 25 Şubat 2008 tarihli Financial Times gazetesinde yayımladıkları bir makale ile ülkeler arasındaki sermaye hareketlerinin doğurduğu sorunlar ve bunları önlemek için neler yapılabileceği konusunu bir kez daha gündeme taşıdılar. Sanıyorum, artık, sermaye hareketlerinin ciddi olumsuz sonuçlar doğurabildiği konusunda kuşkusu olan yok. Ama pek çok kimse uluslararası sermaye hareketlerinin, abartıldığı kadar olmasa bile, yararı olduğunu da düşünüyor. Dolayısıyla "ne yapmalı" biçimindeki bir sorunun yanıtını bulmak güçleşiyor. Çünkü yanıtın "sermaye hareketlerinin yararından taviz vermeden zararını yok etmenin yolunu bulalım" biçiminde olması gerek. Yan etkisiz ilaç bulmak gibi bir şey. Dani Rodrik ve Avrind Subramanian'ın yazısı bu konuda somut öneriler içeriyor. Bunların da tartışılması gereken yönleri var. Türkiye açısından da bu konu üzerinde dikkatle durmak gerektiğini düşünüyorum. Konuya bir benzetme ile giriş yapayım.
Tarlasına su getirmeye çalışan çiftçi: Bir dere dolaylarında tarlası olan bir çiftçiyi düşünelim. Bu çiftçi tarlasındaki kuyusundan su çekerek tarlasını suluyor. Ama daha çok su kullanabilirse daha değerli ürünler (diyelim ki sebze) üretebilecek ve daha çok kazanç sağlayacak. Dereden su sağlayabilmesi için her gün birkaç saatini, dere ile tarlası arasında suyun akabileceği bir kanal kazmaya ayırması gerekiyor. Sonuçta bu işler bittiğinde su tarlasına akmaya başlayacak ve çiftçi muradına ermiş olacak. Çiftçi bunu yapıyor ve sebze yetiştirmeye başlıyor. Ancak günlerden bir gün, dağlardaki karlar aşırı bir hızla eriyor, dere yükseliyor, çiftçinin açtığı kanalı doldurup taşan sular onun tarlasını basıyor. Tarladaki ürün mahvoluyor. Çiftçi büyük zarara uğruyor. Evinde hüzünlü bir biçimde otururken radyoda küresel ısınma ile ilgili bir program dinliyor. (Açık Radyo olmalı.) Radyodan bu tür taşkınların giderek daha sıklaşacağını öğreniyor. Çiftçi şimdi ne yapmalı? Açtığı kanalı kapatıp, eski düzenine mi dönmeli?
Öykünün bazı temel noktaları: Çiftçi, dere olmasaydı, sebze yetiştirebilmek için yeni bir kuyu açacaktı. Dere olduğunda, çiftçi için bir seçim olanağı doğuyor. İç kaynağını (kuyu) mı kullansın yoksa dış kaynaktan mı (dere suyu) yararlansın? Her iki durumda da dinlenip keyif edeceğine (tüketim) ilerisi için yatırım yapmak için çalışması (tasarruf etmesi) söz konusu. Özetle, kendi olanakları da (kuyu) dış olanaklar da (dere) ancak çiftçi tarlasında çalışıp gerekli hazırlıkları yaptığında işe yarıyor. Öte yandan, çiftçi için derenin suyundan yararlanmak, yeni bir kuyu kazıp su çıkarmaya oranla, daha az zahmetli olabilir. Bu da önemli bir nokta.
Çiftçinin belli bir miktar suya gereksinimi var. Azı da zarar, çoğu da... Kuyu açmak hem zor hem de yeterli su çıkmayabilir. Buna karşılık kuyudan çıkan suyun tarlayı basması söz konusu değil. Dere için tersi geçerli. Bir nokta daha var: Suyun bu çiftçiye düşman olması söz konusu değil. Su sadece nereye akabilirse oraya gitmeye çalışıyor, çiftçiye zarar vermeye çalışmıyor. O halde suyun niyetiyle uğraşmanın pek anlamı yok, ama "doğasını" anlamak gerek.
Derenin suyunun çiftçinin tarlasını basmasını engellemek için akla gelebilecek bir çözüm bent yapmak. Ama bu, çiftçinin olanaklarını aşıyor. Peki ne yapmalı? Acaba diğer çiftçilerle beraber mi hareket etse? Başka bir deyişle "imece" bir çözüm olabilir mi? Yoksa devleti bent yapımına girmeye ikna etmenin bir yolunu mu bulmak gerek? Bu konuyu ele almaya devam edeceğim.
Bu yazı 07.03.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.