Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Merkez Bankası faiz düşürürse faiz oranları daha da artar

    Güven Sak, Dr.24 Haziran 2008 - Okunma Sayısı: 1549

     

    Zamanın ilginç bir noktasındayız. Dün yerküre çapında enflasyon azalıyordu. Hatırlayın o günlerde günlük gazetelerde manşetler "enflasyon artık tarihe karıştı" biçimindeydi. Bugün ise yerküre çapında enflasyonun artma eğilimine girdiği bir dönemin başındayız. Daha dün Hindistan'da enflasyonun yıl sonu itibariyle iki haneye yükseleceği konuşuluyordu. Aynı burası gibi. Brezilya'da da enflasyon yüzde 6,5 gibi bir düzeye çıkacak diye bir endişe var. Şimdi yüzde 4 gibi. Anladık enflasyon her yerde artıyor. Peki, ilginç olan nedir? İlginç olan şudur: Dün enflasyonun düşmesine destek olan küresel dinamik, bugün enflasyonun artması için bir temel oluşturuyor. Bu durumda, ulusal merkez bankalarının yapabileceği bir şey var mı, yok mu? Bize kalırsa, dünkü düşüşte yerel otoritelerin içeride yaptıklarının olumlu bir katkısı vardı. Bugün de başlayan artışı engellemekte bir rolleri olmalı. Nasıl dün olduysa, bugün de ülkeler kendi aralarında farklılaşacaklar. Farklılaşırken, iyi performans gösterenler arasında olmak önemli. Marifet işte bu amaçla üstlenilecek rolü doğru saptamakta. Gelin bir bakalım. Çin'in dünya ekonomisine entegrasyonu süreci dünyanın dengesini bozdu, bozmaya da devam ediyor. Çin'in 1990'ların başından beri devam eden hızlı büyüme temposu önce dünyada enflasyon oranlarının düşmesine katkıda bulundu. Etrafa yayılan Çin malları, fiyatların yumuşamasına katkıda bulundu. Şimdi ise aynı tempolu Çin büyümesi, hammadde fiyatlarındaki artışa yaptığı yapısal katkıyla yeni bir küresel enflasyon eğilimini güçlendiriyor. Görünen o ki, buna karşı yapılabilecekler, dün yapılanlardan farklı olmak durumunda. Güzel mavi yerküremiz daha önce hiç bu kadar derin bir küreselleşme eğilimi ile karşı karşıya kalmamıştı. 1980'den beri karşı karşıya olduğumuz aslında bu yerkürenin gördüğü ilk küreselleşme süreci değil. İlki 1870-1914 arasındaydı. Türümüzü "birinci savaş"ın milliyetçi tepkisine getirdi. Sonra uzun bir ara dönem oldu. İkisi sıcak, biri soğuk üç savaş geçirdik. Ancak 1980'lerden itibaren, uzun bir hazırlık dönemini takiben, ikinci küreselleşme dalgası başladı. Bu kez gelen öncekinden farklıydı. Dün hedef üretimi sürdürebilmek için gereken hammaddeyi, çevre ülkelerden merkeze güvenli ve sürdürülebilir bir biçimde taşımaktı. Küreselleşmenin amacı merkezle ilgiliydi. Bugünkü dalganın amacı ise çevreyi merkeze düzenli olarak katarak merkezi genişletmek. Dün sürecin çevreyi merkez yapmak gibi bir amacı yoktu. Bugün ise var. Hal böyle olunca merkezin kurumsal altyapısını, tüketim kalıplarını, yaşam biçimini olduğu gibi çevreye taşımak gerekiyor. Çin, şimdi bir çevre ülkesi olmaktan ne kadar çıkıp, bir merkez ülkesi haline gelirse, o kadar çok kişi otomobil kullanacak, deodoran yaygınlaşacak, deterjan kullanımı artacak, et tüketimi yükselecek, yenilebilir et üretimi gereği tarımsal ürün tüketimini katlayacak, petrol üretiminin yeni rezervlerle katlanarak artması gerekecek. Şimdi artan enflasyon oranı olarak gördüğümüz etkiler azalmayacak giderek şiddetlenecek. Peki, bu durumda ne yapmak gerekecek? Bildiğimiz anlamıyla dünyanın sonu geldi deyip, oturmak mı gerekecek? Bu etkiler gelip geçici olmayacaksa, merkez bankaları ne yapacak? "Zaten etki küresel, yerel olarak yapılabilecek bir şey yok" demek merkez bankalarını affettirecek mi? Affettirmeyeceği herhalde ortada. Dönüp bu niye böyle oldu diye biz yine onlara sormayacak mıyız? Gelin cevabını herkesin aradığı sorular etrafında birkaç tespit yapalım. Birincisi, hammadde fiyatları giderek artıyorsa, bunun nedeni yapısaldır. Artış süreci bitmeyecek, devam edecektir. İkincisi, bu fiyat artışlarının enflasyonist sonuçlara yol açmaması için, orta vadede, yapılması gereken ekonomide verimlilik artışlarını desteklemek olacaktır. O vakit, yerel-ulusal otoriteler arasındaki yarış bundan böyle verimlilik artışları yoluyla olacaktır. En çok verimlilik artışını gerçekleştiren, bu süreci en başarılı yönetmiş olacaktır. Türkiye'de orta vadeli olarak üzerinde durmamız gereken temel nokta buradadır. Gelelim üçüncü tespite: Verimlilik artışlarını sağlamanın yolu, Türkiye'nin sanayiini ve ticaret altyapısını teknolojik olarak yenilemekten geçmektedir. Bu açıdan atılması gereken adımlar atılmadan -ikinci nesil reform süreci sağlıklı önceliklerle tasarlanmadan- politika seçenekleri üzerinde tartışmak anlamsızdır. Dördüncü tespit şudur: Türkiye'nin geleceğine yatırım yapmayı teşvik etmenin yolu asla ve kat'a mali ve parasal sorumsuzluktan geçemez. Şu anda ortadaki görüntü böyleyse, hata içeridedir. Türkiye, dün yaptığının tersini yapmaktadır. O vakit, buradan dünkü gibi bir başarı öyküsü beklenmemelidir. Beşinci tespit ise ortadadır: Merkez Bankası enflasyon hedefini yükselterek içinde bulunduğumuz konjonktürün gereklerini zaten dikkate almıştır. Şimdi yapılması gereken istikrarı korumanın önemi konusunda iman tazelemektir. Çizilen yeni çizginin namusunu korumak bugünlerde özellikle önemlidir. Eğer bunu yapamazsak ne olur? Piyasa faiz oranları, uluslararası bankacılık krizi nedeniyle yüksektir ve yüksek kalmaya da devam edecektir. Bu ortamda Merkez Bankası kendi faiz oranını aşağıya çekerek, piyasa faiz oranlarını aşağıya çekemez. Olsa olsa istikrar hissini biraz daha bozar. Bugünkü şartlarda, Merkez Bankası'nın faiz oranlarını aşağıya çekmesi piyasa faiz oranlarının daha da artmasına katkı sağlar.

     

    Bu yazı 24.06.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır